Kadınlar neden aldatır?

8 Ekim 2017

Araştırmalara göre eşini aldatan kadınların oranı 1990’dan bu yana yüzde 40 artmış. Peki, neden?

Son zamanlarda etrafımızda aldatan kadınların hikayesini daha çok duyar olduk. Daha fazla görünür mü oldu yoksa sayı gerçekten arttı mı bilinmez. Ama 59 yaşındaki Belçikalı ünlü psikoterapist Esther Perel’in State of Affairs kitabı için yaptığı neredeyse 30 yıllık araştırma çok ilginç bir gerçeği ortaya çıkardı. Buna göre, 1990’lardan bu yana evliliklerde erkeklerin aldatma oranı neredeyse hiç değişmedi. Ancak kadınlarda bu oran yüzde 40 arttı. Belki de kadınlar artık bunu itiraf etmekten çekinmiyor. Ancak toplumda farklılaşan bir şeyler olduğu kesin. Peki, ne oldu da işler değişti?

Her şey (!) evliliğin sürmesi için

Perel kitabında kadınların aldatmasının psikolojik nedenlerini ve etkilerini araştırmış. Ne oldu da kadınlar bunca yıldır erkeklerle özdeşleştirilen (ve tabii fazlasıyla tepki çeken ve eleştirilen) bir davranış modelini benimseye başladı diye sormuş. Buldukları çarpıcı. Buna göre kadınlar evliliklerine zarar vermek için değil, aksine ‘kurtarmak’ için aldatıyor. Çoğu eşlerini çok seviyor. Hatta ayrılmayı hiç düşünmüyor. Ama evlilikte onları rahatsız eden, eksik gelen bazı şeyler var. Onlar da bu ilişkileri cinsel, duygusal ya da psikolojik ihtiyaçlarını karşılamanın bir vesilesi olarak görüyor. Birçoğu yaşadıklarını macera olarak niteliyor. Ve onlara göre bu, evliliği sürdürmenin bir yolu. Bu sayede eksiklikleri dışarıda giderip evde eşlerine daha iyi, kibar ve sakin davrandıklarını iddia ediyorlar.

Çocuklarını korumak istiyorlar

Konuyla ilgili önümüzdeki ay raflarda olacak bir kitap daha var. ABD’li sosyolog Alicia M. Walker’ın The Secret Life of the Cheating Wife isimli çalışması da olayın farklı bir yönünü ortaya koyuyor. Ünlü sosyolog bu teze ulaşmak için evlilerin kullandığı online çöpçatanlık sitesi Ashley Madison’a üye kadınlarla röportajlar yapmış. Buna göre kadınların aldatmasında en önemli nedenlerden biri de kendi çocuklukları. Zira son dönemde evliliklerin büyük bir kısmı hüsranla sonuçlanıyor. Türkiye’de son 10 yılda boşanmalar yüzde 82 arttı. Kendileri boşanmış ailelerde büyüyen kadınlar, duygusal davranıp kendi çocuklarını bu koşullarda büyütmek istemiyor. Bu yüzden de evliliklerindeki boşlukları dışarıda tamamlamak isteseler de boşanmıyorlar. Bunun yerine farklı farklı beklentilerini karşılayacak birden fazla ilişki yaşıyorlar. Ancak çocukları için evliliklerini sürdürüyorlar.

Devamını Oku

Yeryüzünde cenneti gören adam

30 Eylül 2017

O milyonlarca erkeğin hayalini kurduğu hayatı yaşadı. Kendini “şeker dükkanındaki bir çocuk” olarak niteledi yıllarca. Playboy Dergisi’nin kurucusu Hugh Hefner geçen hafta 91 yaşında yaşamını yitirdi. Geride layıkıyla, dolu dolu yaşanmış bir hayat bıraktı.

Film gibi hayatı, aslında çok farklı bir noktada başlamıştı. Anne babası çok dindardı. Öyle bir ailede büyüdü. 152 IQ’su ile okulda hep ön plandaydı. Lisede okul gazetesini çıkararak yayıncılığa ilk adımı attı. Askerde bile ordunun gazetesinde görev aldı. Daha sonra o dönemin ünlü erkek dergisi Esquire’da metin yazarı olarak çalışmaya başladı. Ancak bu ona yetmedi. Kendi dergisini çıkarmak istiyordu. 1953’te annesinden borç alıp evinin mutfağında Playboy’u hazırlamaya başladı. O yazıları yazıyor, eşi ve kızı sayfa mizanpajını yapıyordu. Dergide sadece çıplak kadınların fotoğrafları yoktu. Güncel konularla, siyasetle, sporla ilgili de yazılar vardı. Bu da onu rakiplerinden ayırdı. İnsanlara satın alırken kendilerini suçlu hissettirmeyecek bir neden vermişti. Derginin ilk sayısında 200 dolara satın aldığı, daha önce bir takvimde yayınlanmış Marilyn Monroe’nun çıplak fotoğrafları vardı. Bu da ona uğur getirdi. Marilyn’le başladığı yolculuğu, yine onunla bitti. Vasiyeti üzerine mezarı Monroe’nun yanına hazırlandı.

Tavşanlar artık yetim kaldı

Papyon takan tavşan sadece derginin değil bir hayat tarzının sembolü oldu. Kadınlar o şekilde giyinen fantezi unsurlarına dönüşmüştü. Boşandığı yıllara denk gelen, 1960’ların sonunda kendi özel dev uçağında çılgın bir hayat yaşamaya başladı. Big Bunny (Büyük Tavşan) isimli jetinde durmadan partiler veriyordu. Misafirler pistte tavşan kızlar tarafından karşılanıp jete getiriliyordu. Bu sırada dergi de iyiden iyiye ünlenmişti. 1972’deki efsane Pam Rawlings kapağı dünya genelinde 7.2 milyonluk tiraj elde etti. Dergi 1986’da Türkiye’ye de geldi. Büyük sansasyon yaratan ilk kapağında balerin-dansöz Burçin Orhon’un unutulmaz kareleri vardı. Sadece dergicilikle de kalmadı. Kumarhanelerden gece kulüplerine Hugh Hefner’ın imparatorluğu giderek büyüdü. O bir hayat tarzı sundu insanlara. Son yılların en önemli markalarından birini yarattı. 2. Dünya Savaşı sonrası ABD’de cinselliği özgürleştirmiş, bir tabu olmaktan çıkarmıştı. Ancak kadınları cinsel objeye dönüştürdüğü için de çok eleştirildi. Seveni kadar nefret edeni de çoktu.

110 milyon dolarlık mirastan genç eşe pay yok

Hefner 1989 yılında emekliye ayrıldı. Dergiyi kızına bırakıp hayatının kalanını Los Angeles kentindeki 2 dönüm araziye kurulu, 29 odalı dev Playboy Köşkü’nde geçirmeye başladı. Her günü kadınlar ve partilerle geçti. İpek pijamalarıyla da işte burada özdeşleşti. Bir röportajında günün 12 saatini kız arkadaşlarıyla yatakta geçirdiğini, bu yüzden de sürekli böyle görüntü verdiğini anlattı. Üç evliliğinden toplam 4 çocuğu oldu. Son olarak da 2012 yılında Playboy güzellerinden model, DJ, şarkıcı, 1986 doğumlu Crystal Hefner ile evlendi. Ancak imzaladığı katı evlilik sözleşmesi nedeniyle Crystal, Hefner’ın 110 milyon dolarlık mirasından hiç pay almayacak. Miras çocukları, birkaç dernek ve Güney California Üniversitesi’nin film okulu arasında paylaştırılacak.

Devamını Oku

Yaşlanmayan kadınların gücü adına!

23 Eylül 2017

Bir kadının yüzüne bakıp yaşını tahmin etmek imkansız. Çünkü artık kadınlar yaşlanmıyor. Bu yüzden farklı ipuçlarının bakmak lazım.

Ne Ajda Pekkan’a 71 yaşında dersiniz, ne Nicole Kidman’a 50, ne de Naomi Campbell’e 47... Günümüz kadınları bir acayip. “Şarap gibi” tabirini de solda sıfır bırakıyorlar. Bir türlü yaşlanmıyorlar. Hem ‘fit’ler hem de ufak tefek estetik müdahalelerle zamanın izlerinden kurtulma konusunda çok başarılılar. 21. yüzyılın olayı bu. Adı bile konulmuş. “Impossible to Age” (ITA) yani “Yaşlanması İmkansız” deniyor bu kadınlara. Peki, gerçekten birinin yaşını anlamanın hiç mi yolu yok? Hemcinslerim biraz kızacak ama İngiliz The Telegraph gazetesi araştırıp derlemiş. Buyurun 40 yaş üstü bir kadının yaşı nasıl tahmin edilir, birkaç ipucu.

Etek boyu yaşla orantılı

Yaş arttıkça etek boyu uzayacak diyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. 40’lı yaşlarda etekler bir anda kısalıyor. Anlaşılan son kez bir şov yapma havasına giriyor kadınlar. Ardından yaş 50 olunca etek boyu tekrar diz hizasına iniyor. Bunun aslında çok basit bir nedeni var. Dizler sütun gibi güzel bacakların olmazsa olmazı. Ancak maalesef yaşla birlikte diz kapaklarında da deformasyonlar oluyor. Refleksel olarak kadınlar da bunu gizleme çabasına giriyor. Fakat uyarayım. Kadınların yaşını anlamak için etek boyu ve diz kapağına bakmak bir süre sonra işe yaramayabilir. Çünkü diz kapağı estetiği ameliyatları dünyadan sonra Türkiye’de de popüler olmaya başladı. Bir not daha. Fransa’nın 64 yaşındaki yeni first leydisi Brigitte Macron bu etek boyu kuralına hiç uymuyor ve sürekli mini etekle karşımıza çıkıyor. Ancak birçok modacıya göre büyük hata yapıyor.

Menopoz etkilerine karşı fondöten

Kadınlar olarak hayattaki en büyük sınavlarımızdan biri de menopoz dönemi. Bu süreçte ani sıcak basmaları yüzünden yüzü kıpkırmızı kesilmeyen yoktur. Çare ne mi? Kat kat sürülen fondötenler... Yani böyle ciddi makyajlı birini görürseniz bilin ki 45 yaşlarında. 50’den sonra menopoz derdi bitince yüzü saklama gereği de kalmıyor.

Kıyafetlerde 3/4 etkisi

Kol ya da pantolon boyunda sihirli 4’te 3 oranı varsa dikkat. O kadın kaç gösterirse göstersin 50’lerinin ortasında demektir. Bu gruptaki kadınlar nedense o boydaki kıyafetlere karşı koyamıyor. Pantolonları dizden, bluzları dirsekten bir karış aşağıda olsun istiyorlar.

Devamını Oku

100 bin liraya yoklukla terapi

16 Eylül 2017

Bizim neslin idollerinden gezgin Christopher McCandless belki de yıllar önce bulmuş hayatın anlamını. 1996’da Jon Krakauer tarafından Into The Wild (Yabana Doğru) ismiyle kitaplaştırılmış, ardından da filmi çekilmişti hayatının. 24 yıllık kısacık yaşamına birçok macera sığdırmış, sonunda toplumun dayattığı her şeyi geride bırakarak çıktığı yolculukta, ulaşma hayali kurduğu Alaska’da bir minibüsün içinde açlıktan yaşamını yitirmişti. O hayattaki tüm sıkıntılardan kurtulmak için, özgürlüğü için yolları, ormanı, yaban hayatını seçmişti kendine. Bugün yüzlerce kişi onun izinden gidiyor. Depresyondan, travmalardan hatta bağımlılıklardan kurtulmak isteyenler çareyi doğanın derinliklerinde arıyor.

Risk altındaki gençlere öneriliyor

Yeni yöntemin adı yaban terapisi. Ergenlere ve genç yetişkinlere yönelik bir program. Amaç insanın kendini keşfetmesi. Dayanıklılığını ve insanlarla olan uyumunu artırması. Bir ormana kurulan kamp alanına gidip dış dünyayla iletişimi kesiyorsunuz. Etrafınızda sadece sizin gibi terapiye gelen insanlar oluyor. 8-10 hafta sürüyor. Bu sürede sadece terapistlerle görüşebiliyorsunuz. Telefonunuz, mücevherler, saatiniz hatta kıyafetleriniz bile alınıyor. Herkes tek tip düz bir spor kıyafet giyiyor, üzerinde uyumanız için bir muşamba veriliyor. Süreç hayli zorlu. Haftalarca duşa girme şansınız yok. Bu, yıllarca terapilere gidip sorunlarına çözüm bulamayan ve risk altındaki gençlere bir çare arayışı.

İlkel becerilerle hayata uyum

İlk günlerde insanlarla sohbet etmek yasak. Görevliler yemeğinizi getiriyor ardından da sizi yalnız bırakıyor. Bu süreçte size verilen bir deftere hayat hikayenizi ve beklentilerinizi yazıyorsunuz. İlerleyen günlerde program da değişiyor. Konuşmaya izin çıkıyor. Bisiklete binmek ya da trekking yapmak gibi sporlar ekleniyor. Hem bireysel hem de grup aktiviteleri oluyor. Böylece gençler sağlıklı ilişkiler kurmayı, birbirine güvenmeyi, iletişimi ve tabii bu zorlu ortamda hayatta kalabilmek için işbirliğini öğreniyor. Ancak bu sırada her adımınız terapistlere iletilmek üzere görevliler tarafından izleniyor. Sürekli güneş kremi sürmenizden, dişlerinizi fırçalamanıza hatta yemek yedikten sonra kaplarınızı yıkamanızdan bile hep görevliler sorumlu. Bu sırada da hem bireysel hem de toplu terapiler oluyor. Travmalar gruplar halinde yeniden canlandırılıp normalleştiriliyor. Aileye ve arkadaşlara mektuplar yazılıyor, grup ortasında okunup üzerine konuşuluyor.

Terapistler daha iyi gözlemliyor

Yoğun bir terapi olduğu kesin. Ancak ilk bulgulara göre bu denli ‘maruz bırakma’ aslında insana iyi geliyor. Bir araştırmaya göre bu terapi sonrası psikolojik bozukluklar azalıyor. Bir yıl sonra da başarı oranı bire bir korunuyor. Uzmanlara göre bunun başlıca nedenlerinden biri psikiyatrların danışanlarını an be an takip edebiliyor oluşu. Böylece gerekli olduğunda anlık olarak destek verebiliyorlar. Yeşilin insan doğasına iyi gelen yanı olduğu da kesin. Japonlar ‘orman banyosu’ adını verdiği bu yöntemi yıllardır kullanıyor. 1982’den beri sağlık sisteminin parçası. Ormanda günde 30 dakika zaman geçirmek tansiyonu düşürüyor, stres hormonu üretimini azaltıyor ve bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Tüm bunlar iyi hissetmenizi sağlıyor. Bunun nedeni de bitkilerin çürümeden ve böceklerden korunmak için salgıladığı phytoncide (ahşap özü) maddesi. Sadece temiz havayı değil, bu maddeyi solumak da bize çok iyi geliyor. Yaban terapisini sunan kampların fiyatları ise günlük 400-500 dolar civarı. Bu da 10 haftalık bir programa 28-35 bin dolar ödemenizi gerektiriyor.

Devamını Oku

Çikolata tutkusunun yakut hali

10 Eylül 2017

Artık bitter, sütlü ve beyaz dışında bir aşkımız daha olacak. Pembe rengiyle gönülleri çalan yakut çikolata üretildi. Bu, bir devrim demek!

İsviçre’de üretilen pembe renkli çikolata daha ilk günden büyük ilgi gördü. Instagram’ın yeni fenomeni olacağı kesin. Rengi pembe diye içinde meyve ya da renklendirici var zannetmeyin. Tüm özelliği de orada zaten. Nasıl ki beyaz çikolata yapılış şeklinden dolayı beyazsa, ‘ruby’ yani yakut çikolatanın özelliği de aynı. Çok özel bir kakao çekirdeğinden yapılıyor. Tam 13 yıllık bir çalışmanın eseri. Çekirdekleri Fildişi Sahili, Ekvador ve Brezilya’dan geliyor. Aslında genetik olarak farklı bir ağaçtan bahsetmiyoruz. Bu çekirdeklerin toplandığı kakao ağaçları da alışık olduğumuz diğer çikolataların yapıldığı ağaçlarla aynı aileden. Çekirdeklere tam olarak açıklanmayan belli işlemlerin ardından pembe renk veriliyor. Bu da yapım sırasında çikolataya geçiyor. Ancak firma bu konuda net. Çekirdeklerin kesinlikle doğal olduğunu, genleriyle oynanmadığını söylüyor.

Amaç Sevgililer Günü’nde tüketicilerle buluşturmak

Yakut adı verilen bu çok özel çikolatanın tanıtımı geçen hafta Çin’in Şangay kentinde yapıldı. İlk pazar araştırmaları en çok talebin, deli gibi çikolata tüketilen Çin’de olduğunu göstermiş. Bu yüzden de ilk deneme oradan başlayacakmış. Tadan şanslı insanlara göre kendinden meyveli bir aroması var. Ne tatlı ne de ekşi. Kalorisi henüz açıklanmadı. Ama tat olarak diğer çikolatalardan çok daha hafif. Bu yüzden de bir oturuşta çok daha fazla tüketilebiliyor. Sadece Çin değil, ABD, İngiltere ve Japonya’daki tadımlarda alınan ilk yorumlar da hayli olumlu. Şimdi dünyaya yayılması ve raflardaki yerini alması bekleniyor. Uzmanlar sürecin tamamlanmasına en az 6 ay var diyor. Ancak Sevgililer Günü’ne yetişmesi için şimdiden hummalı bir çalışma yürütülüyor.

Nestle 1930’da beyaz çikolatayı ürettiğinde yer yerinden oynamıştı.

Instagram tutkusu piyasa satışlarını patlatacak

Çikolata tutkunlarının ağzı sulanmaya başladı bile. Ancak pazar için de haberin önemi büyük. Bu devrim niteliğindeki buluşla piyasaya yepyeni bir soluk gelecek. Zira en son Nestle 1930 yılında beyaz çikolatayı ürettiğinde yer yerinden oynamıştı.

Devamını Oku

Bira veya şarap havuzunda yüzmek!

2 Eylül 2017

Rakı şişesinde balık olmasak da içki dolu havuzlarda kendimizi kaybetmemiz artık mümkün. İster bira ister şarapta yüzün...

Süt ya da çikolata banyosu yapılan günler eskide kaldı. Hem keyfinize keyif katmak hem de vücudunuzu şımartmak istiyorsanız gelin size yeni birkaç trendden bahsedeyim. Çünkü artık moda bira ya da şarap havuzlarında yüzmek.

700 yıllık mahzen havuz oldu

Dünyanın ilk bira havuzu Avusturya’nın batısındaki Tarrenz’de aslında 10 yılı aşkın süredir hizmette. Ancak son birkaç yıldır bir hayli popülerleşti. 700 yıllık bir mahzenin içinde. Eskiden biranın mayalanması için bekletildiği 7 havuz, yüzülecek hale dönüştürülmüş. Teknoloji gelişip de fermantasyon için bu havuzlara gerek kalmayınca mahzenin sahipleri böyle bir karar almış. Bu da olayı daha da ‘otantik’ hale sokmuş. Havuzun tamamı bira değil tabii. 12 bin litre suya 300 litre bira katılıyor. Havuzda aynı anda en fazla 4 kişi olabiliyor. Ama dikkat edilmesi gereken bir kural var.

Direnmek biraz zor fakat hijyen nedeniyle havuzdan bira içmek yasak. İsteyenlere soğuk bira servisi zaten yapılıyor.

Birayla kadife gibi bir cilt

Sadece Avusturya’da değil, Almanya ve Çekya’da da bu alışkanlık var. Havuz olmasa da bira dolu küvetlerde SPA hizmeti veren çok sayıda merkez bulunuyor. Buralarda bira 37 dereceye ısıtılıp içindeki vitamin ve proteinlerin açığa çıkması sağlanıyor. Resmi bir araştırma olmasa da bira havuzunun cilde çok faydası olduğu söyleniyor. Bira, vitamin ve kalsiyum açısından çok zengin. Bu yüzden o bira havuzunda geçirdiğiniz her dakika sadece sizin için değil cildiniz için de bir şımarma fırsatı. Üstelik sedef hastalığına iyi geldiği, açık yaraların kapanmasını hızlandırdığını iddia ediyorlar. Saçı ve cildi yumuşattığı belirtiliyor.
Şarap dolu havuz da var
Kleopatra’nın güzelliğinin sırlarından biri de şarap banyolarıydı. Antik Mısır’ın ünlü kraliçesi bir yandan şarap içinde yatarken diğer yandan da üzüm çekirdeği yağıyla vücuduna masaj yaptırırdı. Fransa, İspanya ve ABD’de şarap küvetleriyle SPA hizmeti veren birçok yer var. Ama Japonya’nın Hakone kentinde çok daha benzersiz bir deneyim sunuluyor. Şarap dolu kocaman bir havuz her yaştan ziyaretçiye açık. Hatta küçücük bebeklere bile...Hem antioksidan hem de cildi gençleştirici etkileriyle biliniyor şarap. Bu yüzden de çok tercih ediliyor. Stres atmak için değişik bir yol arayışındaysanız, Tokyo’nun 100 kilometre batısındaki bu havuz tam size göre olabilir. İster Merlot ister Bordeaux dolu havuzlarda zaman geçirip rahatlayabilirsiniz. Aynı merkezde rahatlamak için yeşil çay ya da kahve dolu havuzlar da var. Yeşil çay cildi güzelleştirmenin yanı sıra bağışıklık sistemini de güçlendiriyor. Kahve ise uyarıcı etkisiyle cildi dinçleştiriyor. Not: Alkol bütün kötülüklerin anası. Siz en iyisi sadece içinde yüzmekle yetinin.

Devamını Oku

Zehirli silikonlar zaman ayarlı bomba gibi

27 Ağustos 2017

Tam 7 yıl önce... Kendilerine ve vücutlarına olan güvenleri artsın diye meme estetiği yaptıran binlerce kadının hayatı tamamen değişti. O silikonların içinde zehir vardı. Onlar ise başlarına geleceklerden habersizdi...

Oçok konuşulan skandal 2010 yılında patlak verdi. Fransız, Poly Implant Prothese (PIP) marka meme protezlerinin içinde sanayi tipi silikon olduğu ortaya çıktı. Başta Fransa, İngiltere, Brezilya ve Venezuela olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki 60’ı aşkın ülkede kullanılıyordu. İlk tahminlere göre 400 bini aşkın kadına bu silikonlardan takılmıştı. Ancak bu buzdağının yalnızca görünen yüzüydü. Çünkü bir yılda bile silikon takılanların sayısı çok daha yüksekti. Zira 2006’dan bu yana her yıl yapılan estetikler için meme açık ara önde. Sadece ABD’de geçen yıl 290 bin kişiye meme silikonu takıldı. Firma kurulduğu 1991’den bu yana 2 milyon silikon üretmişti. Toplam kaç protezin, dolayısıyla da kaç kişinin bu zehirden etkilendiği ise asla bilinemeyecekti.

Tazminatlar ameliyata bile yetmedi

PIP’in sahibi 78 yaşındaki Jean-Claude Mas suçlu bulunup 75 bin Euro (308.5 bin TL) tazminat ödemeye ve 4 yıl hapis cezasına çarptırılınca, mağdurlardan özür diledi. Ancak firma iflas etmiş göründüğü için tazminat ödemesi yapılamadı. Alman, TÜV Rheinland’ın Fransız şubesi de dava açılanlardan biriydi. Bu silikonlara onay verirken yeterli incelemeyi yapmadığı gerekçesiyle Avrupa genelinde 20 bin kişiye 60 milyon Euro (246.8 milyon TL) tazminat ödediler. Bu kişi başı 12 bin 340 TL gibi bir rakama denk geliyordu. Birçok kişinin ilk operasyonunun masrafını bile karşılamıyordu.

Sızıntıyı anlamadılar

Bu sanayi tipi silikonların içindeki zehir bazı kişilerde sızıyor, yavaş yavaş o kişiyi zehirliyor, çoğu zaman da kanser yapıyordu. Türkiye’de de bu silikonun kullanılmış olma riskine karşı doktorlar silikonların sertifikalarının kontrol edilmesini istedi. Büyük kıyamet koptu. Birkaç ay sonra bu skandal da unutuldu. Oysa etkilenen kadınların hayatı mahvolmuştu. Aralarında bir Facebook grubu kurup yaşadıklarını paylaşmaya başladılar. Sağlık sorunları yaşayıp yıllarca ne olduğunu anlayamayanlar, doktor doktor gezenler vardı. Bu silikonları takanlardan hayatını kaybeden ve kansere yakalananlarla ilgili de “Yüzde 100 kanıt ve bağlantı” hiç bulunamadı. Bu süreçte kanser riskine karşı lenf nodüllerini aldıran da oldu, sinirlerinde sorun yaşayıp bir kolunu kullanamaz hale gelen de...

Uzmanlar lenfomaya karşı da uyarıyor

Meme estetiği sırasında takılan silikonlarla ilgili son dönemde yapılan araştırmalar da endişe verici. ABD Gıda ve İlaç İdaresi’nin (FDA) raporuna göre meme estetiği yaptıran kadınların kansere yakalanma oranlarında artış var. Son yıllarda estetiğe bağlı olduğu düşünülen 359 lenfoma vakasına rastlandı. 9 ölüm yaşandı. Risk 30 binde 1. Kanser ve silikon arasındaki bağlantı henüz net olarak çözülebilmiş değil. İlk araştırmalarda riskin implantın türüne de bağlı olmadığı ortaya çıktı. Eğer silikonlarda sertleşme ya da sıvı birikmesi hissederseniz mutlaka doktora görünmekte fayda var.

Devamını Oku

Zamanı daha verimli kullanma kılavuzu

19 Ağustos 2017

Çoğumuza 24 saat yetmiyor. Zaman hızla akıp geçiyor. Alışkanlıklarımızı değiştirerek kendimize fazladan birkaç saat yaratabiliriz.

Malum günün 7-8 saati uykuda geçiyor. Bir o kadarı da çalışarak... Kendimize ayırabildiğimiz zaman zaten hayli kısıtlı. Ancak son araştırmalara göre o geriye kalan zamanı da olup olmadık şeylere harcıyoruz. Yani aslında farkına varmadan boşa vakit geçiriyoruz. Peki, bunu düzeltmek için ne yapmak lazım? İşte birkaç tavsiye.

Telefon günde 2.5 saate mal oluyor

Teknoloji hayatımızı kolaylaştırmak için var. Ancak çoğu zaman biz onu kontrol edeceğimize, onun kontrolü altına giriyoruz. Özellikle de konu cep telefonları olunca. Biten şarjlara karşı prizlere ya da harici şarj cihazlarına bağımlı yaşıyoruz hayatlarımızı. Öyle ki çalmasa bile sürekli elimiz telefonda. 2013 yılında yapılan bir araştırmada elimiz günde 150 kez telefona gidiyor deniliyordu. ABD’li mobil araştırma uygulaması “dscout’s” geçen yıl 100 bin kişiyle tekrarladı bu araştırmayı. Rakam da 3 yılda geldiğimiz nokta da korkutucu. Buna göre artık bir kişi günde ortalama 2 bin 617 kez telefon ekranına dokunuyor. (Her tıklama, kaydırma ayrı ayrı sayılıyor). Bu, günde 145 dakika yani neredeyse 2.5 saat telefona bakarken geçiyoruz demek. Üstelik öyle tuhaf bir durumdayız ki bunların yarısı boş yere elimizin telefona gitmesi. Araştırmaya göre yüzde 47’sinde telefonun ekran kilidini açmıyoruz bile. Sadece saate ya da uygulamalardan gelen uyarı ve mesajlara bakıp telefonu bırakıyoruz.

Ne yapmalı?

Gerekli olmayan uygulamaları silmek önemli bir adım. Yemek masasına, banyoya ve yatak odasına telefon sokmamak da bir seçenek. Bazı uygulamalar kaç dakikadır telefonunuza bakmadığınızı ölçüp kendinizi geliştirmeniz için sizi zorluyor.

Her selfie 12 dakikamızı alıyor

Çoğumuz artık Instagram için yaşıyoruz. Gittiğimiz konseri dinlemekten ziyade her anı paylaşma derdindeyiz. Masaya gelen yemeği soğutma pahasına önce 99 farklı açıdan fotoğrafını çekiyoruz. Bu da fazlasıyla vakit alıyor. Fotoğrafa hazırlanmak, çekmek, en iyisini seçmek, editlemek, altına ne yazacağını düşünmek kolay değil... İngiltere’de yapılan araştırmaya göre gençler tek bir selfie için 12 dakika harcıyor. Bu da haftada ortalama 1 saat 24 dakika boşa gidiyor demek. Instagram’ı en çok kullanan Y kuşağı bu platforma günde 56 milyon fotoğraf yüklüyor. Toplamda boşa giden zamanı siz düşünün...

Devamını Oku