Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iki haftadan beri yaptığı keskin açıklamalara bakılacak olursa sanki uzun uğraşlarla, ince siyasi hesaplarla ve en önemlisi de Avrupa Birliği ideali ile hukukumuzdan çıkarılan idam cesası geri gelecek gibi.
Görünüşte öyle ama gerçekte Başbakan Erdoğan’ın da idam cezasını geri getirme yanlısı olacağına ihtimal vermek güç.
Bu geri dönüşü olmayan, bu en ağır, en ilkel cezanın kaldırılmasında son noktayı koyan Tayyip Erdoğan’ın şimdi PKK’ya ve BDP’ye sinirlenip aynı cezayı geri getireceğine inanmak güç.
Ancak partisinin Kızılcahamam toplantısında yaptığı konuşma ile başlattığı idam tartışmasını sıcak tutuyor Başbakan. “Acaba?” dedirtiyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Umudum azalıyor” dediği bir noktada partisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na çok önemli, çok kritik temel bir öneriyle geldi: Başkanlık sistemi. Yani parlamenter demokrasiden, başkanlık sistemine geçiş...
Aslında bu öneri kimse için pek sürpriz olmadı. Başbakan Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi öteden beri sistem değişikliğinin şart olduğunu savunuyordu.
İktidar partisi sözcülerine göre, sistem değişikliğinin, yani “başkanlık sistemine geçişin Türkiye’ye sayısız yararları olacak. Hem demokrasi güçlenecek hem de istikrar sağlam bir temele oturacağı için ekonomi güçlenecek.”
Bugün sistem değişikliğinin neden kaçınılmaz olduğunu savunurken dile getirilen gerekçelerin başında, 2007 yılında gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili anayasa değişikliği geliyor.
Türk siyasetinin geleneğinde var. Siyasi parti liderleri arasındaki, iktidarla ana muhalefet arasındaki ilişkiler hemen hiçbir dönemde uygarca yürümedi. Her dönemde kavga ve gerilim hakim oldu.
Çok partili sisteme geçişten sonra 1950 - 60 dönemi Adnan Menderes - İsmet İnönü kavgalarıyla geçti. Her ikisi de birbirlerine çok ağır yüklendiler, çok ağır suçladılar. 1970’li yıllar Süleyman Demirel - Bülent Ecevit kavgalarıyla geçti. O ikili de ülkenin giderek kan gölüne döndüğü ortamlarda bile gerilimi düşüremediler.
Özetle siyaset hep kavgalıydı, gerilimliydi. Ama hiç bir dönemde bugünkü kadar değil. Geçmişte en azından seviye bu kadar düşmemiş, belden aşağı inmemişti.
Bugün Başbakan Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun üsluplarındaki kabalık, neredeyse küfre varan karşılıklı laf yerleştirmeler hiç bir dönemde görülmedi.
2011 seçimlerinde bütün siyasi partilerin taahhütleri arasında yer alıyordu yeni anayasa. Seçimden sonra oluşan yeni Meclis de kendisi için en önemli misyon olarak kabul etmişti yeni anayasa yapmayı. Bir yılı aşkın süredir çalışıyor partiler arası uzlaşma komisyonu. Ama sonuçtan kimin umudu var?
Yeni anayasa için büyük çaba harcayan, liderler arasındaki yüksek gerilime rağmen, komisyonu bir arada tutmayı başaran, en azından görüntüde dahi olsa dört parti temsilcisi arasındaki uzlaşmayı devam ettirmeyi başarabilen Meclis Başkanı Cemil Çiçek umutlu.
Aslında hiçbir siyasi parti veya genel başkan açıkça “Biz umutsuzuz” demiyor ama gerçekte onlar da umutlarını kaybetmiş durumda.
Sadece Başbakan Recep Tayyip Erdoğan düşüncesini açık açık ifade ediyor. Komisyondaki tartışmaları, gelişmeleri dikkate alarak yaptığı son değerlendirmede “umudum her güçün gün azalıyor” diyor Erdoğan.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Almanya dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlarken beş önemli konuda kritik mesajlar verdi.
Yeni anayasa konusundaki çalışmaları değerlendirirken “umudum her geçen gün azalıyor” diyen Başbakan Erdoğan, dört partili uzlaşmanın çıkmaza girmesi halinde, MHP veya CHP’den biri ile mutabakat arayışına girebileceklerinin mesajını verdi.
Suriye konusunu başından itibaren dikkatle takip ettiklerini söyleyen Erdoğan, bir soru üzerine bu ülkenin “Iraklaşması”na, Türkiye sınırının güneyinde PKK güdümünde bir Kürt özerk bölgesi oluşumuna asla izin verilmeyeceğini söyledi.
Avrupa Birliği konusunda da kafasında bir tarih olduğu anlaşılan Erdoğan, “Türkiye 50 yıldır kapıda bekletiliyor. Sonsuza kadar kapıda beklemeyiz. AB Türkiye’yi kaybedebilir” dedi.
Anayasa Uzlaşma komisyonu, iyi niyetle, özveriyle çalışmalarını sürdürüyor. Komisyon üyesi milletvekilleri çoğu kez tatil imkanlarından dahi feragat ediyorlar. Nitekim, önceki gün ve dün Meclis fiilen tatil yaparken, komisyon üyeleri çalışmaya devam etti.
Ama işlerin yolunda gittiğini söyleyebilmek güç.
Temel konulardaki uzlaşmazlıklar çok fazla.
Hangi maddelerde hangi konularda uzlaşmazlık çıkabileceği de başından beri sürpriz değildi aslında.
Fiili uzun bayram tatilleri artık gelenekselleşti. Bu kez de tatil süresi muhtemelen on günü geçecek.
Doğal olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi de tatil. Hem de büyükşehir tasarısını görüşen İçişleri Komisyonu’nu ayrı tutarsak, Meclis tatili geçen hafta Perşembe günü başladı. Bugün için resmen bir tatil kararı alınmış değil ama muhtemelen toplantı yeter sayısı bulunamayacağı için “aç-kapa” yapılacak.
Fakat Meclis’in uzun yaz tatilinin bir bölümünü bile çalışarak geçiren tek birim var: Anayasa Uzlaşma Komisyonu...
Bu komisyon Meclis’in en çok mesai yapan birimi.
Yerel seçimlerin öne alınmasına ilişkin anayasa değişikliğinin geçen hafta yapılan oylamasında 367 rakamınının bulunamaması Adalet ve Kalkınma Partisi’nde tam bir şok ve hayal kırıklığı yaratmıştı.
O hayal kırıklığının etkisiyle iktidar partisi, değişikliğin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından veto edilmesi için dua ediyordu. Çünkü kış aylarında seçim olmasın gerekçesiyle yapılmak istenen düzenleme, durduk yere kış gününde seçmeni sandık başına çağırma zorunluluğunu doğurmuştu.
Bunu engelleyecek tek formül Cumhurbaşkanı Gül’ün düzenlemeyi veto etmesiydi.
Acaba edecek miydi?