“Her şeyi anlamaya çalışan, kahrından ölmeyi de göze almalı!”

Haberin Devamı

Dün Haşmet’in köşesinde okudum. Bir arap atasözü imiş. O da Alev Alatlı’dan duymuş.

O kadar acayip ki tam da “ne oldu, ne bitti, işin aslı nedir diye kafayı yerken işin sonu kanser arkadaşlar. Böyle yüreğimizi daralta daralta olacağı budur. Bir şekilde kendimizi rahatlatmamız lazım. Genç yaşlı demeden hasta olacağız” diyecekken Haşmet’i okudum. Bütün söyleyeceklerimi anlatan o sözü okudum.

Ölüyoruz evet. Hep beraber. Kahrımızdan.

Mesele şu:

İşin dalgasını geçemedik gitti.

“İşin dalga geçilecek yanı yok” şeklinde bir düşünce hakim zira. Herkes asık suratlı, herkes kaygılı, herkesin yüreği büzüşmüş, içi daralmış.

Kaybedeceğiz/kaybediyoruz/kaybettik ruh hali içindeyiz.

Hangi tarafta olduğunun bir önemi yok. Zira muazzam bir çemkirme dengesi oluştu, herkes birbirinin kuyruğunu yakaladı, çekiştirip duruyor.

Herkes tıslayarak konuşuyor.

Kimisi elinde rakı kadehi, kimisi elinde tespih, ama ruh halinde değişen bir şey yok. Düşmüş suratlar, çatık kaşlar, kaygılı, hüzünlü bakışlar..

“A” tarafı ne kadar kaygılıysa, öfkeliyse “B” tarafı da en az o kadar kaygılı, sinirli, kızgın.

Kimse huzurlu değil. Bakmayın kuyrukların dik tutulduğuna. Bakmayın zafer bizimdir havalarına.

Bir takım hayalperestler dışında kimse mevziinden emin değil. Herkes ayağının altındaki toprağın her an kayabileceğini düşünerek yaşıyor.

Bugün var yarın olmayabilir.

Elimizden her şey alındı/alınacak ve sanki memlekete bir daha “gün” doğmayacak.

Mütemadi bir karanlık olacak.

Bademler, erguvanlar bile çicek açmayacak.

Sanki.

O kadar fena.

***

Engin Ardıç ki mevzularla dalgasını geçmeyi bırakmayan neredeyse tek adam, Viyana’daki “çarşı izni” bitmek üzere olup memlekete döneceği için canı sıkıldığını yazmış dün.

Onun bile içi daralmış.

Dünyalığını yapmış, itibarı yerinde, çoluğu yok çocuğu yok, gül gibi de karısı var niye sıkılıyor değil mi?

Sıkılıyor işte. Sıkılmamak mümkün değil.

İlgilensen de ilgilenmesen de sıkılmamak mümkün değil. Siyasetmiş, ideolojiymiş, hak huk guguk, hiçbir şey umurunda olmasa bile “yahu ortalık karışık, dükkanım çalışacak mı?” diye düşünmeye başladığın anda bitiyor o tatlı kaygısız günler.

Dalga dalga sarıyor ortalığı yapış yapış, yağlı bir hüzün.

***

Mor salkımlar deli gibi açmış mesela. Haberi geldi. Kimi umurunda?

***

Embesil olmayalım, hadiselerle ilgilenelim tamam ama böyle üzeri ölü toprağı serpilmiş gibi yaşamak da iyi mi? Yeni, heyecanlı tek bir proje duyamıyorum nicedir. Veya belki de duysam da algılamıyorum. Kaçmaktan söz ediyor herkes, başta ben..

***

Siyasi gelişmeler dışında haber okuyamaz hale gelmek, herkesin ucundan kıyısından, klişesinden, illa bir fikir beyan etmeye ihtiyaç duyması normal mi?

Televizyonu açınca on altı kanalda birden baş parmak havada, tükürükler saça saça konuşan çatık kaşlı kapalı veya açık amcalar, teyzeler görmek sağlıklı bir şey mi?

Bir memleket sadece ve sadece “iktidar kimin elinde?” mevzuundan mı ibarettir?

Peeee...

***

Tek biri var beni rahatlatan: Latif Demirci. Bütün bu süreçte her iki tarafla da dalgasını tatlı tatlı geçmeye devam eden tek o. Hürriyet’te olmasına rağmen, hadiselerle yakından ilgilenmesine rağmen ders vermeye, had bildirmeye çalışmadan yazan çizen tek o. Laikçisi, milliyetçisi, dincisi hiç ayırt etmeden memleketin topuyla tek dalgasını geçebilen o!

Gerisi komple ideolojik “kakalama”.

Bu kadar sıkıcı olmayı hak ediyor muyuz?

DİĞER YENİ YAZILAR