Salaklığa öykünme günleri

Haberin Devamı

Bugün (dün) Perihan Mağden yazmış. Bir zamanlar nasıl okurduk Cumhuriyet’i.

Tam onun gibiydim ben de. Hafta sonlarım, hafta içi biriken Cumhuriyet’leri okumakla geçerdi.

Sonra dedim böyle olmayacak, teneffüslerde okuyayım. Zaten kimseyle ilgim yok. Bir iki hafta güzel güzel okudum, kimsenin umuru olmadı... Meğer ben öyle sanmışım.

Sonra bir gün dersteyiz, kapı hızla açıldı, sınıfa müdür ve dört yardımcısı girdi. Ama nasıl giriş! Mahşerin beş atlısı sanki. Altlarında bir siyah atları eksik!

- TB kim? Kalk ayağa!

Süklüm püklüm kalktım. Geldiler, “suç aletlerimle” beni neredeyse karga tulumba götürdüler. Nereye? Müdürün odasında. Niye? Sorgulanmaya!

Açık söyleyeyim: Sopa yedim. Ağız burun kırılmadı ama onur, haysiyet hayli zedelendi. Gazeteler dürüldü ve “İlhan Selçuk gelsin kurtarsın seni şimdi!” denile denile beş taraftan birden sopa yedim.

Sonra annem çağrıldı, disiplin kuruluna vereceklerini söylediler, coğrafyacı her ders sözlüye kaldırdı, kimyacı sınıfta bıraktı vs vs.

Bir halt olmadı. Yasadışı olmayan bir şeyin okula sokulmasının suç sayılması için dayanacak mevzuat bulamadılar herhalde. Ama ne oldu? Okula ders kitabı dışında matbuu herhangi bir şey sokmak yasak oldu. TB yasağı olarak tarihe geçti diyeceğim ama geçmedi zira okulumuzdaki andavallar böyle bir yasağın farkına bile varmadı. Zira okula matbuu bir şey getiren bir ben bir de otuzbirci çocuklar vardı. Çıplak karı dergilerine el konuldu. Onlar biraz sinirlendi evet. Gerisi hayatında tek satır okumamış çuvallardı, umurlarında bile olmadı.

***

Şimdi o andavallar İlhan Selçuk için bir yerlerde grup kuruyorlar ve “sen okurdun” diye de bana davet yolluyor. Cumhuriyet için, laiklik için, rejim için vs vs diye atıp tutuyorlar. “İlhan Selçuk Türkiye’dir” “İlhan Selçuk Voltaire’dir, Voltaire’ler tutuklanamazlar” vs. (Her ikisi de belli ki frankofon marifeti. De Gaulle’den apartmalar vs)

Ne diyebiliriz ki?

80 küsur yaşındaki bir insanın gece yarısı sanki bir yerlere kaçacakmış gibi alınıp götürülmesi ayıptan öte terbiyesizlik, hayvanlık. Evinin darmaduman edilmesi vs.

Niçin bu üslupsuzluk?

Hayır. Bir zamanlar kendisine duyduğum hayranlık çok uzun zamandır yok. Seçim zamanı sırf AKP’yeyi alt edebilmek için “gönlünüz CHP’ye elvermiyorsa bari MHP’ye oy verin. Ben işkencecilerimi affettim, siz de affedin” diyebilmiş biri.

Fakat bu üslup ister istemez tepede ağır bir itişip kakışmanın olduğunu gösteriyor.

Kimsenin dediğine inanmıyorum. İnanan da salaktır, bu kadar da açık söylüyorum.

Nasıl bir dönemdir bu?

Hiçbir şeye inanamadığımız tümüyle sisler içinde olduğumuz bir zaman. Sis içinde yürüyorsun ve etraftan binlerce ses geliyor. “Önünde bir çukur var”. “Hayır tepe..” “Yok ulan göl. Dikkat boğulacaksın!”

Hoş ne zaman gönül rahatlığıyla inandık ki söylenenlere, söyletilenlere?

Geçen gün öyle bir sohbet geçti yine. “Rüya öldü” diyordu Fransa’da yaşayan arkadaş.

“Yahu” dedim “ne zaman rüya idi ki?”

“Sen” dedi “gözünü neye açtın?”

“12 Eylül’e”

“Ha tamam” dedi “Sen hep kabusta yaşamışsın gerçekten. Ben onun on yıl öncesinden söz ediyorum”

Neyden söz ediyordu tam olarak anlamadım ama benim için dediği doğru. Rüya müya hiç olmadı. Hep kabustu.

Ne yapmak lazım? Klişelere sığınıp vasatlığın, salaklığın denizinde rahat rahat yüzmek mi?

Ahhh... Keşke inanabilseydim ben de bir şeylere. Ne kadar mutlular! Ne kadar kendilerine güvenliler! Ne kadar rahat ve salaklar!

DİĞER YENİ YAZILAR