Polonya"da Almanların yıkmadığı tek şehir Krakov

En prestijli restoranı Wiernzynek"in müşterisi Kate Moss

Haberin Devamı

Aslında her şeyi çok iyi planlamıştım. Milli takım Hırvatistan’ı eleyecek ve Avrupa Şampiyonası finallerine kalacaktı. Ben de şampiyonanın yapılacağı Polonya ve Ukrayna’nın önemli şehirlerini, özellikle eski Alman şehirleri Breslau ile Danzig’i, eski Polonya şehri Lwow’u anlatan yazılar yazacaktım. Polonya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Churchill’in bir masa üstündeki kibrit çöplerini sola doğru kaydırarak gösterdiği gibi doğudan batıya doğru kaydırıldı. Hal böyle olunca Avrupa’nın en güzel şehirlerinden Lwow, ilk önce Sovyetler Birliği, sonra da Ukrayna sınırları içinde kalıp Lviv adını almış. Yolunuz düşerse mutlaka görülmesi gereken bir şehir olduğu söylenir. Breslau ile Danzig ise Wroclaw ve Gdansk isimlerini alarak Polonya sınırlarına dahil olmuşlar. Bresalau ile Gdansk da savaşta ağır hasar görmelerine rağmen eski güzellikleri ile yeni baştan inşa edildiler. Bu iki şehir de aynı Lviv gibi yeni stadyumlarıyla Avrupa Şampiyonası’na ev sahipliği yapacak. Ama dedik ya, biz orada olmayacağız, onun için ben de size Polonya’nın en güzel şehri ve geçen sezonun şampiyonu Wisla’nın evi olmasına rağmen bizim gibi Avrupa Şampiyonası’nı dışarıdan seyredecek olan Krakov’u anlatayım.
Krakov, kralın Varşova’ya taşınmaya karar verdiği 1596 yılına kadar başkentmiş. Kralın sarayının bulunduğu Wisla nehrinin kenarından yükselen Wawel tepesi, surları, saray ve katedrali ile her Krakov turunun başlama noktası. Krakov birçok eski Avrupa şehri gibi yürüyerek gezmekten büyük bir keyif alınan bir şehir. Hem eski bir başkent, hem de 19. yüzyılı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir parçası olarak geçirmiş olması şehirde birçok güzel yapı bırakmış. Almanlar da İkinci Dünya Savaşı sırasında işgal ettikleri savaşın sonunda diğer Polonya şehirlerinin aksine yıkmadan bıraktıkları için günlerimize tam anlamıyla bir müze kent kalmış.

En prestijli restoranı Wiernzynek"in müşterisi Kate Moss

Wavel tepesinden eski şehrin merkezindeki meydana yürürken solunuzda karşınıza çıkacak olan Franciszkanska kilisesi harika vitrayları ve rengarenk iç duvarlarıyla görülmeye değer. Eski Pazar meydanı ise Ortaçağ Avrupa’sı şehrilerinin en büyük meydanı. Meydanın etrafına serpiştirilmiş kafe ve restoranlar her daim dolu, zaten şehrin en iyi restoranlarının da neredeyse hepsi bu meydanın çevresinde. Wavel tepesinden meydana giden Grodzka Caddesi tam meydana açılmadan hemen solunuzda gözünüze çarpacak olan Marmolada’ya mutlaka girin, çünkü orada yiyebileceğiniz en iyi kaburgaları bulacaksınız. Erik ve kayısı marmelatlarının lezzetine lezzet kattığı kaburgaları yedikten sonra parmaklarınızı yalayarak çıkacağınız meydanda şehrin en eski ve en prestijli restoranı Wiernzynek ile karşılaşacaksınız. Efsaneye göre burası 1364 yılında kurulmuş ve açılış gecesi beş kral ve dokuz prens yemeğe gelmişler. O yıllarda magazin basını olsaymış iyi konu çıkarmış. Ama aralarında De Gaulle, Bush, Castro, hatta Sophie Marceau ve Kate Moss’un olduğu şimdiki müşteri listesi de 700 bin nüfuslu bir Polonya şehri için oldukça etkileyici.
Rynek Glowny meydanı (Rinek Gwovni gibi okunuyor) kafelerden birisinde oturup (varsa) hafif sonbahar güneşi altında keyif yapmak için harika bir yer. Etrafınızda görkemli kiliseler, sanki birkaç yüzyıldır dokunulmamış, hatta aynı insanların oturduğu hissini veren binalar, insanlarla beraber adeta tarih de önünüzden akıp gidiyor. Akşam yemeği için meydana bakan çok şık bir brasserie’de, Szara’da yer ayırdıktam sonra meydanı Wavel tepesinin aksi istikametine, eski şehir surlarının en önemli kapısı Florianska’ya doğru aynı ismi taşıyan caddeden terk edebilirsiniz. Florianska aynı zamanda şehrin alışveriş caddesi. Gerçi tren istasyonunun hemen yanı başındaki Krakov’un İstinyepark’ı diyebileceğimiz Galeria Krakowska kadar dükkan yok, ama kesinlikle daha keyifli.

Buraya gelmişken biraları Urquell içmeden dönmeyin

Polonya’da ne içelim derseniz, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti’ne bu kadar yakın bir ülkede bira derim. Dünyanın en iyi Pilsen biralarının başında gelen Pilsner Urquell neredeyse her yerde bulunabiliyor. Sw. Tomasza caddesindeki House of Beer onlarca bira bulabileceğiniz çok keyifli bir bira barı. Özellikle o gün fıçıya ne taktılarsa, özellikle stout ve diğer koyu renkli biralarını denemekte yarar var. Florianska’nın yan sokaklarından birsinde olan Camelot çok keyifli, küçücük, ama sıcacık bir kafe. Krakov’un karanlık yanı ise İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yapılanlar. Nazi kamplarının en korkuncu Auschwitz şehre bir saat mesafede. Eski Yahudi mahellesi Kazimierz ise o devrin acı izleriyle dolu. Steven Spielberg’in Schindler’in Listesi filmi ile bütün dünyaya tanıttığı Oskar Schindler’in fabrikası da burada.

Nazilerin ölüm fabrikası Auschwitz burada

Krakov’un bir saat kadar batısında Oswiecim adında küçük bir kasaba var. Ama bütün dünya burayı Almanca ismiyle, Auschwitz olarak tanıyor. Auschwitz, karanlık, kötü, korkunç bir yer. Naziler burada bir ölüm fabrikası kurmuşlar. Avrupa Yahudileri’nin kampa sevk edilmeye başlandıkları 1942 yılından sonraki üç yıl boyunca sadece Auschwitz’de bir buçuk milyon insan öldürüldü. 1944 yılının yazında günde gaz odalarında öldürülüp fırınlarda yakılan insan sayısı günde beş bin idi. Auschwitz’deki kampın yetersiz kalması üzerine “hizmete giren” Auschwitz II-Birkenau’da kampın içine kadar giren trenlerdeki esirlerden çalışabilecek durumda olanlar indikleri platformda Nazi doktorlar tarafından ayrıldıktan sonra, kalan yaşlılar, kadınlar ve çocuklar, yolcuların neredeyse yüzde 90’ı hemen gaz odalarına gönderiliyorlardı. Kalanlar ise ağır işlerde çalıştırılıyor ve kampta korkunç şartlarda hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Auschwitz’de kampın ortasında trenlerin geldiği platformda durup etrafınıza baktığınızda ürpermemek ve aslında hayatta hiçbir şeyden şikayet etmememiz gerektiğini düşünmemek mümkün değil.

DİĞER YENİ YAZILAR