Gazete Vatan Logo

Şehirli kuşların beton adası.. Pek hoş olur safası..

Dünyada betonun tadını çıkarmasını bilen tek milletiz.. Bu çimento ile kum karışımı harcın birgün gelip "turistik nesne" olabileceğini dünyaya biz ispat ettik.. Örneği de Kuşadası sancağıdır.. Mutluyuz, gururluyuz..

Afyon Lisesi'nin mezunları olarak Kuşadası nda toplanmıştık ya! Bu yüzden iki kere keyiflenmiştim.. Birincisinin sebebi eski arkadaşlarımızı görüp hasret giderecek olmamdı.. İkinci kez keyiflenmemin sebebi de Kuşadası'nı bir kez daha görecek olmamdı..

Bir kez daha dediğime kulak asmayın.. Son gördüğümde takvim 1975 yılını gösteriyordu.. O zaman da "turistik" yaftasını yemiş bir yerdi.. El kadardı.. Bir tarihi hisar., önünden geçen bir sahil yolu.. Çevresinde bildiğimiz yapılanma.. Tertemiz denizi, küçük lokantaları ve yerli yabancı turistleri ile cıvıl cıvıl bir ilçe.. Bir lokantada iki lokma tıkınıp, bir kaç yüz metre ilerisindeki tabii plajdan denize bile girmiştik..

Ahalimizin "şehircilik.." yeteneği sonunda gelip burayı da vurmuş.. Nerede boş bir arsa varsa üzerine bir beton dikmişler.. Gidin dünyayı araştırın.. Bizdeki kadar zevksiz, bizdeki kadar ruhsuz, bir tarzı olmayan bina diken başka bir ahali yoktur..

Her ülkenin ortak diyebileceğimiz bir mimarisi vardır.. Bizim mimarinin "ortak özellikler" kazanması ise ellili yıllardan sonradır.. Mimarların günahını almıyorum.. Çünkü taşeron marifetiyle olmuştur..

Kutu mimarisi
Tekel'in piyasaya verdiği "Ekstra" marka bir çay vardı.. Onun boş karton kutusunu alın.. Bir jiletle altına kapı, üst tarafına da pencere niyetine gözler açın.. O kutuyu bir yere dikin.. Bizim taşeron eliyle şekillenen mimarimizin aslı budur.. Ne mimari hareket ne estetik bir yaratıcılık! Hiçbirini aramayın.. Bu yetmiyormuş gibi dört duvar binaları tabiatta olmayan, renk skalalarına girmeyen türden boyalar bulup, dış cephelerini onunla sıvamak da bizim işimizdir..

İnşaatçılığa kuş kondurduğumuza inandığımızdan bulduğumuz garip renklerle de "üstüne tüy dikme.." işini tamamlıyoruz.. Kuşadası'nda yarattığımız görüntünün temel dokusu budur.. Ahali de gayretli maşallah! Dağda taşta şöyle marul ekecek iki evleklik bostan yeri bırakmamış.. Nereye boş bulduysa üç beş çay kutusunu birden üstüste kondurmuş..

Kuşadası böyle de başka yerler farklı mı? Ege'nin kuzeyinden başlayıp Akdeniz'in kör kuyusuna kadar inin.. Bir iki istisna yer dışında her tarafı aynı göreceksiniz.. Sözüm ona hepsi turistik alan içinde.. "Korumak" amacıyla yüzde doksanı SİT alanı ilân edilmiş.. Hepsinin de canına okumuş.. Binlerce kooperatif dağı taşı betona kesmiş..

Elbette iyi niyetli, çevrenin, tabiatın derdine düşen insanlar var.. Onların da burnundan getirme yöntemini biz biliyoruz.. Şirince köyünde otel işleten dil bilimci Sevan Nişanyan parasını cebinden verip yüzlerce fidan getirtti.. Yol kenarlarına eliyle dikip suladı ki büyüyüp ağaç olsunlar, yol hıraban görüntüsü kazansın.. Diktiği fidanların hayrını göremedi..

Çünkü Şirince'nin efendisi olan köylümüz o fidanları keçilerine yedirdi.. Öyle kazayla filan değil.. Bizzat keçinin başında durup, fidanları yemesine nezaret ederek..

Gökdelen semti
Kuşadası'na hakim bir tepede İstanbul'un Ataköy'ünü andıran bir yapılanma gördüm.. Sekizer, onar katlı binalar dikmişler.. "Nedir bunlar?" dedim.. "Depremzedeleri mi yerleştirecekler?" Değilmiş.. Yazlık yapıyorlarmış.. Üç bin daireli bir yazlık kooperatifinin marifetiymiş.. Kaba inşaatı bitirmişler.. Cümlesi birden yedi sekiz senedir sürünüyor.. Bitince inşallah sakinleri gelecek, yerleşecek.. Yazlıklarının (!) tadını çıkaracaklar.. Birbirlerinin beton duvarına bakan balkonlarda "mangal sefası" yapacaklar..

Efes harabelerini dolaştım.. O dünyanın en büyük antik kenti kendi halinde ziyaretçi kabul ediyor.. Kapalı salon büyüklüğünde bir mekânın etrafını inşaat duvarı ile kapatmışlar.. Tabelayı okudum.. Avusturya devletinin öncülüğünde restorasyon çalışması yapılıyor.. Parası da onlardan.. Tabii ya! Biz niye verelim ki? Efes ahalisi babamızın oğlu muydu? Biz görevimizi yapmış Efes'e olan ilgimizi birasına yöneltmişiz.. Daha ne yapacaktık?

Bereket versin ki daha onda dokuzu toprak altında olan antik Efes'in mevcut harabelerini duvarla çevirmişler.. Arazi iyi kötü bir koruma altında.. Yoksa ahalimiz oranın da hakkını verirdi.. Etrafta gezinen yerli turistlere bakıyorum.. Çoğu neyi gezdiğinin farkında bile değil.. Bir iki küçük tabelanın üzerinde yazanlar da onlara bir şey ifade etmiyor.. Aralarında geçen konuşmalardan, bağrışmalardan belli ki bu şehrin sahipleri hakkında en küçük bir fikirleri yok..

"Babaaaa! Heykele baaak.. Çıplak.."

"Ayol burası eskiden kilise miymiş?" "Bu kadar mermeri nereden buldular acaba?"

Dor mimarisinin karakteristik başlıklı sütunlara, mermer lahitlere, havada nasıl asılı durdukları anlaşılmayan kemerlerin devasa taşlarına bakarken ne düşündüklerini adım gibi biliyorum..

Yasak olmasa.. Getirirsin traktörü.. Romörküne seçer seçer doldurursun taşları.. Sonra aldığın arazinin üzerine fıstık gibi bir yazlık dikersin ki silme taş ve mermer.. Işıl ışıl parlar..

Entel milleti bana kızmasın.. Ben İkinci Abdülhamid'in Alman arkeologları Anadolu'da başıboş bırakmasını "insanlığa yapılmış en büyük hizmet.." sayarım.. O sayede antik Bergama'dan artanların önemli bir kısmı insanlığa kaldı.. Yoksa oradan kalma ne varsa ya çeşme yalağı olmuştu ya bostan duvarında kalmışlardı.. Ya da bir bulduğumuz sütunları oyup, dibek taşı yapmıştık..

İnce ufak sütunların da işe yarayacağı yer var.. İki ucuna demir geçirip, sap takarsın.. Olur sana toprak dam düzeltmekte kullanılan loğ taşı..

Kızmayın ama hallerimiz böyle.. Daha iki yıl önce gördüm İskenderun ile Hatay arasındaki antik kalıntıların halini.. Belediye başkanı kafire cihat açmış, tellal çıkarmış.. "Her kim ki putperestlikten kalma bu taşları söküp bağında, bahçesinde duvar niyetine kullanırsa traktör ve römorku benden.." diye..

Yazdık, çizdik.. Hükümet adamlarından bir Allah kulu çıkıp da "Yahu böyle bir şeyi kim yaptı? Sen nereden duydun? Nasıl gördün?" diye sormadı..

General Moltke
Bilir misiniz? Heee! Çok bilirsiniz.. Ben yine de bilmeyen bir iki okur için yazayım.. General Moltke imparatorluk Almanya'sının büyük komutanlarından.. Fransa'ya, Hollanda'ya, Danimarka'ya karşı savaşıp büyük zaferler kazanmış.. Feldmareşal olmuş..

Feldmareşal ne demek? Mareşallerin paşası demek.. İşte bu Feldmareşal Moltke, henüz bir yüzbaşıyken Anadolu'ya gelmiş.. Askeri görevle.. Anadolu'yu adım adım dolaşmış.. Hem de ne dolaşma.. Köyünden mezrasına kadar.. 1830'da Sultan İkinci Mahmut'la da tanışmış.. Anadolu hatıraları meraklısına güzel bir kitaptır..

Tarihi eserleri, antik kentleri, ahalinin hallerini hepsinden de önemlisi şehirciliğimizi anlatır.. İzmir'i gördükten sonra Osmanlı'nın şehircilik anlaşıyı üzerine bir hükme varmış.. O da şu:

"Osmanlı şehirlerinde plân düzen yoktur.. Avucunuza birkaç cami, birkaç kilise, birkaç resmi bina, bir miktar da ev alın.. Şöyle önünüze serpin.. Olsun size bir şehir.."

General Moltke, cumhuriyete nasıl bir şehircilik anlayışının miras kaldığını böyle anlatıyor.. Kuşadası'na yaptığımız ise bu Osmanlı serpintisinin boşluklarına beton blokları kaktırmak olmuş..

İşin başardı kısmı ise bu güzelim ilçeyi kimsenin hayal edemeyeceği ölçülerde betonlaştırmak. Ne yapalım? Belki de bundan böyle stilimiz budur..

Haberin Devamı