1 ayda 810 işçi ölür mü?

Haberin Devamı

Mayıs ayında Soma’yla beraber ölen işçi sayısı 414, yılın ilk beş ayında ölen işçi sayısı toplam 810.

Dün sabah bu cümlelere rastladığımda aslında aklımda tamamen başka bir şey vardı pazar yazısı için…

Size demek istiyordum ki beslenmenizi değiştirin.

Beslenme biçiminizi değiştirerek yepyeni bir hayatınız olacağını size garanti ediyorum…

Ve son altı aydır gittiğim seminerleri, mutfağımda yaptığım değişiklikleri, okuduğum kitapları, Hintlilerin ayurvedik yaşamlarını, alkali suyun yararlarını, besin intoleransı testinin faydalarını ve nasıl değiştiğimi anlatacaktım…

Hala da anlatacağım ama sanırım başka bir yazıda.

Şimdi size başka bir şey söylemek istiyorum...

Sabah rastladığım o cümle nasıl güçlü bir gerçeği bağırıyor ülkeyle ilgili değil mi?

Yanına bir de geçenlerde Lice’de olanları eklersek, daha geriye gitmeye bile gerek yok, neye ihtiyacımız olduğunu söylüyor…

İnsanın yaşama hakkı.

Amacı insanı yaşatmak olan bir devlet örgütlenmesi.

Amacı devleti yaşatmak olan bir devlet örgütlenmesi değil.

Biz yüzyıllardır devleti insandan önemli bulmuşuz, sonra çağ değişmiş başka toplumlar insanın önemini kavramış, anlayışını değiştirmiş ama biz anlayışımızda en küçük bir değişiklik yapmamışız.

“Devlet” demiş, durmuşuz.

“İnsan” diyememişiz.

Devleti yönetenler de bu geleneği alabildiğine sömürmüşler.

Kendi çıkarları için “insanı” ezdikçe ezmişler.

“İnsanın” önemsiz olduğunu vurgulamışlar, bizi buna inandırmışlar, “devleti” yaşatabilmek için insanların ölmesini, kaybolup gitmesine aldırmamızı öğütlemişler.

Biz de dinlemişiz.

Kendimizi “bir insan” gibi değil, “devletin parçası” gibi görmüşüz.

Ne “yaşama” hakkımıza, ne diğer haklarımıza sahip çıkabilmişiz.

Beş ayda 810 işçi ölür mü?

Bu ölümler toplumun vicdanında en küçük bir kıpırtı yaratmaz mı?

Vicdanımızdan vazgeçtik, korkularımızı da mı kımıldatmaz, yarın öleceklerden biri olabileceğimiz endişesini hiç mi yaratmaz?

Bu körlük, bütün insanlarla birlikte kendimizi de mi küçümsememizden acaba?

Yaşama hakkımıza bile aldırmadığımız için mi fikirlerimizi özgürce söyleme hakkına, özel yaşamımızın mahremiyetine dokunulmasına, özgürce haberleşme hakkımıza hiç aldırmıyoruz?

Yaşama hakkının bile olmadığı bir yerde diğer haklar çok mu lüks görünüyor?

Biz ölelim, baskı altında yaşayalım yeter ki devlete zeval gelmesin.

İyi de “insanı” bu kadar değersiz olan bir devletin kendisi değerli olabilir mi?

İşte çevremiz, insana önem vermeyen uluslarla dolu, başlarına geleni görüyoruz.

Suriye’de, Irak’ta kan akıyor, toplumlar parçalanıyor, iç savaşlar patlıyor.

Oralarda da “insanı” küçümseyip devleti yücelttiler, ne oldu sonunda?

Devleti yönetenler insanı ezdikçe ezdi, hayırlı bir sonuç yarattı mı bu?

Bir insanı önemseyen toplumlara bakın, bir devleti insandan daha fazla önemseyen toplumlara, zaten sorunu rahatça görürsünüz.

Neden Fransa parçalanmıyor da Irak parçalanıyor, neden Norveç iç savaşa girişmiyor da Suriye girişiyor?

Bütün bu kanlı gelişmelerin Müslüman coğrafyada yaşanmasının herhalde başka nedenleri de vardır ama bu toplumların devleti ve devleti yönetenleri kutsayan toplumlar olduğunu da unutmamak lazım bence.

Bilmiyorum çevremizde yaşananlardan bir ders çıkartacak mıyız yoksa o karanlık bizim topraklarımıza da mı yansıyacak.

Ama bu karanlıktan kurtulmanın ilk adımının “insanı” keşfetmek olduğuna inanıyorum ben.

İnsanız ve başta yaşama hakkımız olmak üzere haklarımız var.

Buna sahip çıkmadığınız zaman kan içinde kıvranarak dağılıp gidiyorsunuz.

Benim yaşananlara baktığımda görebildiğim bu.

DİĞER YENİ YAZILAR