Bengal kaplanı gerçekten var mıydı peki?

Haberin Devamı

İnsanlarla ayaküstü sohbet ederken, gazete yazısı yazmak için masama otururken, birilerinin yazılarını okurken hep aynı şey oluyor; o andan sonra ‘eksilmiş, sığlaşmış, aptallaşmış’ olarak hayata devam edeceğim gibi bir his sarıyor her yanımı…

Biliyorum…

Bunun mantıklı bir açıklaması yok.

Ama gazeteleri okudukça, insanlara değdikçe çoğalan bir duygu bu…

Yükseklik duygusuna benzer bir sığlık duygusu.

Zekasız bir sığlığın, yazıyı da, beni de, hayatı da parçalayıp yutuvereceğine dair iç karartıcı bir endişe.

Dorian Grey portresi gibi, “çevremizdeki kötülüklerden eskiyecek cildim, içim kalınlaşacak, ışığa kapanacak gözlerim” diye bir korku…

Hepimiz böyle olacağız diye korkuyorum aslında…

Ölmekten beter olacağız sonunda diye korkuyorum.

Yazmak suç, konuşmak suç, sevişmek suç, mutlu olmak suç, herhangi bir hayat talebi suç…

Kötülükleri ve zekasızlıklarıyla boğacaklar bizi diye bir endişe işte.

***


Bir de bunun tam tersi duygular var.

Yükseklik duygusuna benzeyen bir yükseklik duygusu…

Her hücrenize anında işleyen, size aklınızdan öteye götüren bir duygu…

Ferahlama…

Gülümseme…

Belki birkaç gözyaşı…

Bunları biraraya getiren bir duygu.

İyilik...

İnanç…

Teslimiyet…

Sevgi…

***


Ang Lee’nin yönettiği Life of Pi’yi seyrettim geçen akşam…

Pi’nin Hayatı…

Pi Patel, 16 yaşında Hintli bir çocuk…

Ailesi, Hindistan’daki egzotik bir hayvanat bahçesindeki hayvanların sahibi… Birgün hayvanları da yanlarına alarak Kanada’ya göç etmeye karar veriyorlar.

Bindikleri yük gemisi Pasifik Okyanusu’nu geçerken batıyor…

Sadece Pi kurtuluyor koca gemiden…

Ve bir sandalda bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan ve üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ile birlikte buluyor kendini.

Uçsuz bucaksız okyanusta bir sandalda kalan bu tuhaf dörtlüyle başlıyor macera, en sonunda da kaplan Richard Parker ile başbaşa kalıyor Pi.

Ve hayatta kalmak için bu devasa kaplanla 277 gün geçiriyor okyanusun ortasında bir filikanın içinde…

Ve sonunda da kurtuluyor.

Ve film bittiğinde aynı soruyu soruyorsunuz kendinize…

- Bengal kaplanı gerçekten var mıydı?

- İnsanın içindeki kötülük ve iyilik nasıl dengeleniyor?

***


Pi’yi, okyanusun ortasında hayatta tutan şey, bir kaplanla aynı sandalda kalması aslında…

Ona karşı duyduğu korku onu uyanık tutuyor, ona karşı duyduğu sevgi yaşamda kalma direnci veriyor…

Ve çocukken, “Neden birden fazla dine inanmayalım ki, hepsi aynı tanrıya götürmüyor mu?” diye sorarken, bir okyanusun ortasında bir Bengal kaplanına ‘inanarak’ tanrıya ulaşıyor.

Bence kötülüklerden ve zekasızlıktan yorulan herkesin izlemesi gereken harika bir film…

İnanç üzerine izlediğim en etkileyici film.

***


İnsanların yaratıldıkları günden beri, hayatın bir yıldırım gibi çarparak ruhlarını parçaladığını, ağır darbeleri karşısında acze düştüklerini, bu acıları tevekkül ve tahammülle karşılayabilmek için bir sığınak aradıklarını, sonunda da dini ve tanrıyı bulduklarını düşünüyorum.

Pi’nin yaşamı aslında bir kitap uyarlaması…

Yann Martel’in aynı isimli kitabından…

Yazara göre kitap, okuyucunun Tanrı’nın varlığına inanmasını sağlıyor.

Başkaları ne düşünür, ne hisseder bilmem ama ben filmi izledikten sonra tanrının insanın içinde olduğuna iyice emin oldum.

Ve iyiliğin, güçlü bir inancın onu ortaya çıkardığını, onu ortaya çıkardığında da insanın şifa bulduğunu düşündüm.

Böyle düşündüm ve Pi’nin içindeki iyiliği açıkça gördüğümüz sahnede kaplana sarılışını, onu dizlerine yatırışını izlerken de çok ağladım.

DİĞER YENİ YAZILAR