Böyle giderse “tarihin sirki”ne koyacaklar bizi...

Haberin Devamı

Biz kendimizi sevmiyoruz bence…

Sevmiyoruz ne kelime, kendimizden neredeyse nefret ediyoruz…

Yok edilmesi gereken bir kalabalıkmışız gibi davranıyoruz kendimize.

Toplumların ruhu var mı bilmiyorum ama eğer varsa bizim toplumun ruhu bunalımlarla dolu, intihara eğilimliyiz ve bilinmeyen bir suçluluk duygusuyla kendi kendimizi yiyip bitiriyoruz.

Suriye’yle savaşın eşiğine geldiğimiz uçak düşürme krizini başından beri pür dikkat takip ediyorum.

Ama kaybolan pilotlar ve aileleri dışında hiçbir şey ilgimi çekmiyor.

Sadece “O pilotlarla ilgili hayırlı bir haber gelir mi?” diye bekliyorum, her geçen dakikada bu ihtimalin azaldığını bile bile.

İnsanların savaş dediği şeye ben cinayet diyorum…

Hiç bilmediğimiz birilerinin hiç bilmediğimiz planları yüzünden insanlar ölüyor.

Aslında bugünlerde ne Türkiye’nin çaresizliği, ne Suriye’nin hadsizliği beni ilgilendiriyor.

Şu sıralar tek aklıma takılan şey her gün bir başka bölgede ortaya çıkan deprem…

Farkında mısınız, ne kadar sık deprem olmaya başladı farklı şehirlerde peş peşe?

Uçağı düşürülmüş, onuruyla oynanmış, “Biz buraları yıkar, sonra da tekrar kurarız” havamız söndürülmüş, çaresiz gözükmüş bir ülke olarak aldırmazlığımız yüzünden depremle öleceğiz diye aklım Suriye yerine depremde bugünlerde…

Çünkü yıllardır beklenen deprem için hiçbir ciddi önlemin alınmadığını herkes gibi ben de görüyorum.

Depreme, depremi hayatımızda ilk kez görümüyormuşuz çaresizliğiyle yakalanacağız.

Çünkü biz buyuz…

Uçağımızı Suriye’nin gözüne gözüne süreriz, onlar bizim uçağı düşürürlerse çok şaşırırız.

Depremde binlerce insanımızı kaybederiz, deprem olacak diye biliriz, deprem olursa çok şaşırırız.

Kendimizi hiç sevmiyor, bilinmeyen bir suçluluk duygusuyla kendimizi yiyip bitiriyor olmasak bu kadar tuhaflığı yapmamız zor olurdu bana sorarsanız.

Önlemler alır, hazırlıklar yapardık.

Hiçbir alanda farklı davranamıyoruz.

Deprem bölgesinde olduğunu bildiğimiz kasaba daha önce dokuz kez de aynı felaketi yaşasa gene gidip aynı yere kasaba kuran, deprem olacağını bile bile en çürük binaları yapan, depremden nasıl korunuruz diye hiçbir telaşı olmayan bizler, neden uluslararası platformda birdenbire çok akıllı olalım ki?

Deprem gerçeğinden korkmayan başka gerçeklerden korkar mı?

Böyle giderse tarihin sirkine koyacaklar bizi.

Seyirciler biraz acıyarak, biraz da gülerek bakacaklar bize, sonra da bizi unutup uzaklaşacaklar.

Ortadoğu bizim, depremi elimizle durdurabiliriz, deprem olsa ölmeyiz, madenlerin güvenliğini denetlemesek de madenler çökmez, ruhsatsız atelyeler patlamaz, kurallara uymayan arabalar çarpışmaz, cehenneme dönüşen hapishanelerde yangınlar çıkmaz, Kürt meselesinde hiçbir temel değişiklik gerçekleştirmesek de savaş sürmez…

Sel felaketleriyle, yer sarsıntılarıyla, trafik kazalarıyla, bitirmek istemediğimiz iç savaşlarla, patlamalarla, göçüklerle, cinayetlerle kendimizi yok edip duruyoruz.

Biz kendimize ne yaptık ki bu kadar nefret ediyoruz kendimizden acaba?

Kendimiz ölüme karşı hiç savunmuyoruz.

Hatta ölüm uzakta dursa, hemen manasız bir-iki hareketle ölümü çağırıyoruz.

Her felaketten sonra ağlayıp yeni bir felakete yelken açıyoruz.

Kendimizden nefret ediyor gibiyiz.

Anlaşılamayan bir suçluluk duygusuyla malulüz.

Akla uygun hiçbir fikri dinlemeyip ölüme doğru koşuyoruz toplumca.

Şu ölmek için harcadığımız enerjiyi yaşamak için harcasak kimbilir nasıl eğlenceli ve mutlu bir toplum olacağız.

Birisinin bize yaşamayı ölümden çok hak ettiğimizi, kendimizden böylesine nefret etmemiz gerekmediğini söylemesini bekliyoruz sanki…

Bizi depremler, trafik kazaları, patlayan atölyeler, çöken madenler, savaşlar öldürmüyor…

Bizi biz öldürüyoruz.

Bilinmeyen bir nefretle saldırıyoruz kendimize.

Eskiden sınırlarımızın içinde ölüyorduk, şimdi sınırlarımızın dışında da ölüyoruz, Mavi Marmara’da ölüyoruz, düşürülen uçakta ölüyoruz.

Kaybolan iki pilotumuz için bir mucize bekliyorum.

Ama bu aldırmazlıkla bizi depremlerden mucizelerin de koruyamayacağını biliyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR