Atatürk’ü kullanmayı bırakın

Haberin Devamı

Türkiye’de en çok tekrarlanan isim herhalde Atatürk ismidir. Herkes, her yerde Atatürk’ten söz eder.
Her konuşma Atatürk’ü biraz daha “putlaştırır”, biraz daha “heykelleştirir”, biraz daha “dondurur”, biraz daha “insanüstü bir hale getirir” ve bu önemli bir lideri biraz daha hayatın canlılığından koparır.

Atatürk’ün bir insan olduğunu çoktan unuttuk gitti. Atatürk bir ‘superman’ bizim için.

Yuvaya giden üç yaşındaki çocuklarla sohbet ediyordum geçen gün, onlara “Atatürk’ün kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sordum, “Duvarda resmi var” dediler.

Duvarda resmi olan Superman...

Şunu açıkça söylemeliyiz ki, Atatürk bir insandı. Kısa boyluydu, sesi ince diye biliyorduk ama çok yeni öğrendik ki, o kadar ince değilmiş. İçkiden hoşlanırdı, sohbetten zevk alırdı.

Ve dünyada sömürgecilere karşı savaşıp başarıya ulaşmış ilk liderdi.

Atatürk bir askerdi. Mesleğinde çok da başarılı oldu.
Ama bir iktisatçı değildi. Bir sosyolog değildi. Bir hukukçu değildi. Bir tarihçi değildi.

Bu dallara ilgi gösterirdi. Ama Atatürk’ün bu alanlardaki her sözünün tartışılmaz gerçekler olduğunu iddia etmek, öncelikle bilimi inkâr etmek anlamına gelir.

Bizim bilebildiğimiz kadarıyla da Atatürk bilimin inkar edilmesine karşıydı.

Atatürk’ün Türkiye’yi bağımsızlığına kavuşturduktan sonra en önemli amacı bu ülkeyi gelişmiş Batılı ülkeler düzeyine çıkarmaktı.

Atatürk’ün bu isteği gerçekleşti mi?

Biraz batılı zevklerimiz oldu, biraz batılı görüntümüz oldu ama batılılaşmadık.

Bunun günahı öncelikle kimde?

Bunun günahı Atatürk’te değil... Ama onu putlaştıranlarda.
Çağdaş uygarlık seviyesine insanla değil de putla varmak isteyenlerde.

Atatürk’ün amacı açıkça belliydi.

O sıralar yeterli kadrolar da bulunmuyordu bunun için.

Atatürk’ün de bu amaca hangi yoldan ulaşacağı konusunda çok aydınlık çizgisi yoktu.

Atatürk’ün insan olduğunu unutmak her zaman zarar verdi ülkeye...

Buna itiraz mı ediyorsunuz? O halde şöyle söyleyeyim...

Bana zarar verdi.

Atatürk’ü putlaştırmak isteyenler, kendisini Atatürk kalkanının arkasına saklayıp her türlü haltı işleyenler, “benim Atatürk’ümü” elimden aldılar.

Atatürk’ü toplumdan uzaklaştırdılar.

Atatürk’ü, Kemalizm ideolojisi diye bir şey uydurup sadece buna inananlar sevebilirmiş gibi yaptılar.

1919 yılına göre Atatürk’ün düşünceleri ilericiydi. Ama bu düşünceler 2010 yılının tutuculuğu.

Atatürkçülük bugün toplumun kımıldamasını engelliyor.

Atatürk çok önemli işler gerçekleştirdi. Ama bütün insanlar gibi hata da yaptı.

Atatürk’ün bir heykel değil bir insan olduğunu kabul etmeliyiz artık.

Atatürk’ün anısına gösterebilinecek en büyük saygının, onu hatalarıyla severek, onu bir put olmaktan kurtarıp bir bağımsızlık lideri olarak çocuklarımıza anlatmak olduğunu düşünüyorum.

Çok mu yanılıyorum?

*****


Devletin ve Apo’nun güvendiği tek kişi!

Bir zamanlar Salome isimli bir prenses yaşamıştı. Bu prenses Hazreti Yahya’ya aşık olmuş ama Hazreti Yahya onu reddetmiş, o da çok öfkelenip Yahya’yı öldürmek istemişti.

Yahya’nın ölüm kararını ancak kral verebilirdi. Salome de kralı etkilemek için ünlü yedi tül dansını yapmıştı kralın önünde.

Dans ederken üstüne örttüğü tülleri birer birer atmış, sonunda da Salome bütün etkileyiciliğiyle ortaya çıkmıştı.

Ben severim ‘yedi tül’ hikâyesini.

Kullanırım da sık sık...

Uzun bir zamandır biz de ülke olarak ağır tempolu da olsa bir “yedi tül” dansı oynuyoruz. Gerçeklerin üstüne örtülen tüller ucundan kenarından dikkatlice kaldırılıyor.

Tüllerin her kımıldayışında, o tüllerin altına saklanan nesnenin biçimi hafifçe seziliyor.

Bugüne kadar söylenilmeyen, konuşulmayan konular kaldırılan her tülle birlikte gündeme geliyor. İki gündür Taraf gazetesinde Neşe Düzel’in “Bay Balıkçı” ile yaptığı röportajı okuyorum.

Taraf yazarı Yıldıray Oğur’un yazılarıyla hayatımıza giren Balıkçı, öyle şeyler anlatmış ki Neşe Düzel’e, etkilenmemek elde değil.

Balıkçı, devletle İmralı’daki Apo arasında arabuluculuk yapan biri.

Kim olduğunu bilmiyoruz. Adını söylemiyor. Ama anlattıklarına bakınca adının da bir önemi kalmıyor aslında.

O bir Kürt aydını. “Hiç PKK’lı olmadım” diyor. Geçmişte iki defa PKK tarafından vurulmuş. Ama Öcalan ona güveniyor.

Devlet de ona güveniyor.

Şaşırtıcı bir hikâye değil mi?

Bugüne kadar Yıldıray Oğur’a söylediği her şey doğru çıktı.

Sadece olanları değil olacakları da biliyor.

Eğer Kürt meselesi ilginizi çeken bir konuysa bu röportajı mutlaka okuyun.

Balıkçı’nın benim en ilgimi çeken cümlelerinden biri “Türk medyasının, işadamlarının ve TÜSİAD’ın bu ülkeye borcu var” dediği cümle oldu.

“1993-1996 yılları arasında işledikleri günahları affettirmek için şimdi barış sürecine katkı sağlamalılar” demiş.

O yıllarda işlenen günahları medya elbirliğiyle sakladı.
Şimdi gerçekler ortaya çıkıyor.

Türkiye yedi tül dansını yaşıyor.

Ama bizimkinin altından Salome değil, kanlı bir iskelet çıkıyor.

O korkunç gerçekleri görmenin şaşkınlığı ve o gerçeklerin yolumuzu açacağı umuduyla okuyoruz yaşananları.

Bunları öğrendikten sonra bir daha tuzağa düşmeyeceğimize inanıyor insan.

“Dürüst ve açık” olmak tek kurtuluş yolu çünkü.

*****


Sadettin Saran bir kadından ne ister?

Dün, çok eğlendiğim bir öğle yemeği yedim arkadaşlarımla.
İbrahim ve Sadettin de (Saran) bize katıldı bir ara.
Hava çok güzeldi...

Okulu kırmış çocuklar gibi haylaz ve mutluyduk.

Julia Roberts’la Richard Gere’in oynadığı Pretty Woman filminde, Richard Gere’ın işe gitmeyip, parkta, çoraplarını çıkarıp çimlere bastığı ve beklenmedik bir mutlulukla karşılaştığı andaki, haline benzettim kendimizi bir ara.

Hepimiz yapmamız gereken işleri yarıda bırakıp gün ortasında buluştuk ve çok eğlendik.

Bir ara kadınlardan, erkeklerden, ilişkilerden bahsederken Sadettin, bize “Kadın nasıl olmalı, biliyor musunuz?” dedi. “Can Yücel’in yazdığı gibi...” Ardından da bu ünlü şiirin bir-iki satırını okudu...

Merak ettiyseniz Can Yücel ve Sadettin Saran’dan “Kadın dediğin...”:

“Kadın dediğin iyi sevişecek arkadaş.

Koyun gibi yatmayacak, kımıl kımıl olacak yatakta (...)
En seksi leydi olmayı da bilecek, hanım sultan olup sözünü geçirmeyi de.

Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küfretmeyecek...

Kadın dediğin ayıp nedir bilecek. Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek. (...)

Kadın dediğin güzel olacak. Zeki olacak zeki. Paranın güzelliğini bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de paranın kudurmuşluğunu yaşayacak. Değerlerini bir anlık hevesler uğruna terketmeyecek. (...)

Sarışın, renkli gözlü, uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya...

Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir, olacak. Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak..

En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır gelir. (...)

Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın huzurla... Bileceksin ki evde ‘O’ kadın tarafından beklenmenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana...

Öyle bir kadın işte... Nerede, öyle kadın yoktur deme...

Sen de adam olacaksın, seçmesini bileceksin!

*****


Cumhurbaşkanı ve Google

Abdullah Gül atamalarda “Google’dan araştırma yapıyoruz.

Aleyhte yazılar oluyor bazen. Bunların iftira olduğunu bildiğimiz halde, atanacak kişiyi tarşılır hale getirir diye bazen bu atamaları yapmıyorum” demiş.

Google sabıka kaydından daha güçlü bir kriter olmuş hepimiz için meğerse. Şimdi ya Google’da hakkımızda yazılanlara aldırılmayacak kadar başarılı hayatlar kuracağız ya da şu internette yalan yanlış yazılan bilgilerin temizlenmesi için kampanya başlatacağız. İkisi de zorsa, o zaman Cumhurbaşkanı da google’ı ölçü almasın...

*****


Yok Böyle Çeviri

Acun’un İngilizce çevirileri, Show TV’deki “Yok Böyle Dans” isimli yarışmanın hem temposunu düşürüyor hem de yapılan işi azaltıyor. Üstelik yanlış ve eksik çeviri bende, izleyiciye saygı duyulmadığı hissi bırakıyor.

Acun belki de böyle düşünmüyor ama insan Acun’un bu cesaretini “Ne yaparsam olur” şımarıklığı gibi algılıyor.

Jüri üyelerinden Tan Sağtürk ve Sait Sökmen‘e bayıldım. Tan her seferinde farklı ve akıllı ve karşısındaki kırmadan yorumlar yapabiliyor ya, “Gerçekten hocaymış” dedirtiyor.

Sait Sökmen çok eğlenceli bir adammış. Doğal, kibar, kendisiyle barışık...

Onu izlemek çok hoş.

*****


Türkiye raporları...

* On beş gün önce AİHM, Türkiye’yi Rumlara 15 milyon euro tazminat ödeyemeye mahkum etti. 1974’te mallarına el konulan 19 Rum’un davasını birleştiren AİHM, rekor tazminat kararı aldı. Türkiye, davacılara 3 ay içinde 15 milyon euro, mahkeme masrafı olarak da 160 bin euro ödeyecek.

* Geçtiğimiz hafta, İnsani Gelişme Raporu’nun 20. yıldönümünde, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) yeni düzenlenen İnsani Gelişme Endeksi‘ne (İGE) göre Türkiye’nin 169 ülke arasında 83. sırada olduğu açıklandı.

* Dün açıklanan AB Komisyonu 2010 Yılı İlerleme Raporu’na göre...Aslında önce şunu söylemeliyim, 1998’den beri komisyonun 13. raporu bu Türkiyeyle ilgili. O zamandan beri aday olan ülkelerin hepsi üye oldu. Raporda sürpriz yok, istedikleri şeyler zaten bizim çabaladığımız ama bir türlü başaramadığımız konular. Dolayısıyla biz halen hakkında ilerleme raporu yazılan ülkeyiz.

Bunların altına tek satır yakışır şimdi:

Yorumsuz!

DİĞER YENİ YAZILAR