Yoksulluğun karanlığı...

Haberin Devamı

Bu sabah kalktık ortalık resmen karanlık.. Önce dedim acaba çok mu erken kalktık? Zira yeni alarmım Piti! O kaçta kalkalım diyorsa o saatte kalkıyoruz. Yedi, sekiz... Bazen (çok affedersiniz ama) altı için bile şansını zorluyor! (Avucunu yalıyor tabii... Altı ne yav!)

Fakat baktım saat sekiz buçuk... Normal koşullarda aydınlık olması gereken bir saat. Ama Piti’ye kahvaltısını hazırlayacağım ama önümü göremiyorum. Mecbur lambaları yaktım. Dedim sonra “Bu ne? Güneş mi tutuluyor?”

Anladık, yılın en uzun gecelerindeyiz ama bu kadar da değil. (Sevimsiz kış saatine bu yüzden geçmedik mi?) Pencereyi açınca anladım durumu. Bir is bulutu içindeymişiz meğer. Tepelerdeki yoksul evlerin soba dumanları sisle beraber aşağıya çökmüş. O kadar ki göz gözü görmüyor...

Aklıma 90’lar geldi. Herkesin kömür yaktığı yıllara. Kışın nefes alamadığım, depresyondan ölmek istediğim yıllara. “Bu kadar is olamaz, herhalde bir yerler yanıyor” diye sandığım ama yanıldığım yıllara...

Arkadaşım Atina’da yaşıyor. Atina’da kaloriferler merkezi. Ekonomik kriz yüzünden bazı apartmanların kaloriferleri yakılmıyormuş. “Aidatı ödeyebilen var ödeyemeyen var, herkes başının çaresine baksın” deyip merkezi ısıtmayı kesmişler. Kimi klimasını ısıtma modunda kullanıyor, kimisi elektrikli petek kullanıyor kimisi de yıllardır orada süs olarak duran şöminesini (Yunacası “caki”. Yani ocak!) kullanmaya başlamış. Kimisi de hepsini birden... Veya hiçbirini... Atina yıllar sonra 90’ların İstanbul’una dönmüş. Sokağa çıkınca nefes alamaz hale geliyormuşsun. Üstün başın is kokusuyla eve dönüyormuşsun. Rüzgar olmadığı geceler göz gözü görmüyormuş...

Yoksulluk kanser gibi bir şey... Önce görmezsin. Sonra görmezden gelirsin. Sonra koca bir tümör olarak karşına çıkar. Kendi kendini besleyen hatta vücudun geri kalanı da onun için çalışsın, onu beslesin, büyütsün diye “ayarlama” yapan bir canavar.

Van’da terk edilen deprem konteynerleri içinde yaşama savaşı veren yoksullar mesela. Devlet “iki yıldır sizi barındırdım, besledim, okuttum. Artık başınızın çaresine bakın” dedi ve elektriklerini, sularını kesti. “Eh onlar da iki yılda toparlansalardı hakikaten” diyor içinizdeki ses di mi... Halbuki öyle yoksulluklar vardır ki fare yapışkanı gibidir. Çıkamazsın içinden. Bilemezsin nasıl çıkacağını. Çıkabileceğine dair umudun da yoktur zaten.

Yunan yoksulluğu ile Türkiye yoksul- luğu bir mi? Değil. Yunan, bugünlerde kalorifer yakamıyor belki ama kaloriferli evlerde yaşamış iki kuşakları var. Düşmüşlük ve hiç görmemişlik farklı şeyler...

Bir tarafımız yükselirken bir tarafımız düşmeye devam ediyor. Dengesiz bir tahterevalli gibiyiz. Yoksulları daha ne kadar görmezden geleceğiz acaba?

DİĞER YENİ YAZILAR