Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz

Haberin Devamı

Milletin deniz kenarlarında fırında tavuk gibi kendini döndüre döndüre kızarttığı bir mevsimde ben muhakkak surette tersini yapmak zorunda olduğum içün, Türkiye’nin en güzel beş altı kasabasından biri olan Mudurnu’dayım.

Yer gök, köşe bucak Bodrum, Türkbükü, Eda Taşkızartma haberlerinden sonra Anadolumuzun güzel bir kasabası ne kadar ilginizi çeker bilemiyorum ama hava sıcaklığı gündüz 23, gece 15 derece, püfür püfür denirse işte tam öyle. (Sıcaktan hoşlanmayan bir tek ben değilimdir diye umarak, bari onların ilgisini çekeyim diye bilhassa belirttim) An itibarıyla gece yarısını 1 saat 40 dakika geçmiş durumda ve benim üzerimde hırka var. Öyle diyeyim.

Uzun zamandır yapmayı planladığımız gezimize nihayet üstün bir gecikme marifetiyle başlayabildik. Niyet Karadeniz’i baştan uca dolaşmak. Ekibimiz ben, Manita Bey ve İzmirlere kadar gidip düğünlerine alınmadığımız yeni evli güzeller güzeli çiftimiz Ömer ve Nurcan. (Allah tek yastıkta kocatsın...) Ayşe Arman’ın yaptığı Karadeniz gezisindeki gibi yakışıklı “prens ağbi” rehber arkadaşlar da daha sonra aramıza katılır mı bilemem. (Lütfen lütfen lütfen!)

Kafalarımıza “Mudurnu Frayd Çikın” ile kazınmış olan Mudurnu esasen harikulade bir yer. Her ne kadar ilçenin girişinde 8 metrelik bir tavuk heykeli varsa da (evet bildiğin tavuk!) kesinlikle tavuğundan daha çok tanınmayı hak eden bir yer. (Bir gün “memleketin komik heykelleri sergisi” açmazsam ne olayım..)

Kasaba, kıvrım kıvrım yemyeşil nefis bir vadinin içine kurulu. Betonun hakimiyetini henüz kuramamış. Görmeden insanın inanamayacağı güzellikte bir yer. Türkiye’nin bir zamanlar ne kadar güzel bir memleket olduğunun kanıtlarından biri.

Buraya üçüncü kez geliyorum, kışı hariç her mevsimini biliyorum ve her gelişimde açıklayamadığım bir ferahlama yaşıyorum. Belki ormanlardan gelen taze havasından, belki her seferinde tanıştığım güzel insanlarından dolayı seviyorum burayı. Memur olsaydım ve buraya tayinim çıksaydı çok uzun bir süre işimi büyük bir mutlulukla yapardım gibi geliyor. (Memur olmadığı halde “tayin hayalleri” kuran da bir benimdir herhalde...)

Görkemli nefis konakları var. Her biri, artık memlekette zerresi bile kalmayan müthiş bir yaşam zevkini ve sevincini yansıtıyor. İki üç gün evvel yazdığım “biz, bir zamanlar ev yapmasını biliyorduk” yazımın referansı olan binalardan söz ediyorum. Gerçek evlerden. İçinde yaşadığımız acıklı hücreler bütünlerinden değil yani.

Kaldığımız yer işte bu konaklardan biri. Hacı Şakirler Konağı. Müthiş bir sevgi ve tevazu ile ayağa kaldırılmış. Restore edeceğim diye buldozerle girilen, betonlanan yerlerden değil. Yüzyıllık döşemeler, kapılar, kulplar, tavanlar, merdivenler olduğu gibi bırakılmış. İnsanın üzerine gelmeyen, tersine mahcup bir şekilde kucaklayan bir bina. Yorgan yün, yatak kenarı elbette ki kanaviçe. Bahçe ayrı bir güzellik. Kahvaltıda hiçbir yerde yemediğim güzellikte bir gözleme. Salatalık iki adım ötede dalında. Ev sahibi aydın bir Mudurnulu Mehmet Cantürk. Muhteşem bir adam!

***


Gecenin ikisinde el ayak çekilmişken yazıyorum bu yazıyı. Odalardan tatlı tatlı uyuma sesleri geliyor.. Mışıldayanlar, kıpırdayanlar, horuldayanlar, mırıldananlar... Koca bir ailem varmış gibi mutlu hissediyorum.

Mutluluk buralarda. Güvenin bana. Gelin buralara.

(Hacı Şakirler Konağı 0374 421 38 56.)

DİĞER YENİ YAZILAR