Gazete Vatan Logo

İhsanoğlu'nun adaylığına en sert yorum!

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini Al Jazeera Türk'e değerlendiren Siyaset Bilimci Hasan Bülent Kahraman, Ekmeleddin İhsanoğlu'nun aday gösterilmesini "Çok sefil bir yaklaşım" olarak nitelendirdi.

İşte Kahraman'dan çok çarpıcı açıklamalar

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Türkiye alışık olmadığı bir dönemden geçiyor.

Cumhurbaşkanını ilk kez halk seçecek. Kamuoyunda nasıl bir algı var bu süreçle ilgili?

Bu bugün başlamış bir hadise değil. 2007’deki referandumda ortaya çıktı. O önemli bir paketti. Halkın cumhurbaşkanını seçmesi o paketin en önemli unsuruydu… Halk bence bunu o dönemde çok popülist bir muhakeme ile kabul etti. Yani halkın önüne “Cumhurbaşkanını siz mi seçmek istersiniz?” derseniz halk daima “Ben seçeyim” der.

Bunun ikinci bir aşaması ortaya çıkıyor bu seçimlerle birlikte: Başkanlık sistemi. Başkanlık sistemine dair halkın kafasında herhangi bir kristalize olmuş düşünce bence şu anda yok. Halk henüz onu tartıyor ve yine zannediyorum doğrudan doğruya Erdoğan’ın kurguladığı bir senaryo. Erdoğan, Özal gibi bir siyasetçi biraz. Yani kısa sürede kendi koşullarını kendi oluşturur bir şekilde sonuç isteyen, aktivist bir politikacı. Dolayısıyla bir parlamenter sistemin aşamalarını, vekalet sisteminin kısıtlamalarını, kuvvetler ayrılığının getirdiği doğal engellemeleri aşarak bir sonuç almaya çalışıyor. Bu Türkiye sağının aslında temel bir ihtiyacıdır... Fakat bana öyle geliyor ki Erdoğan bunu çok güçlü bir lider düşüncesiyle bir araya getirdi ve özdeşleştirdi. Bu da bende farklı bir düşünce uyandırıyor “Halk ne der?” sorusuna cevap ararken.

Haberin Devamı

Gücün tek elde toplanması tedirginliği...

Türkiye’de halkın iki önemli tutumu var. Bütün dünyadaki halklar gibi bir noktadan sonra konsantre olmuş bir güce Türkiye’deki toplum da eğilim gösterir, onu benimser. Dolayısıyla Erdoğan’ın temsil ettiği, iş yapan, sonuç alan, tuttuğunu koparan lider görüntüsü, hele şimdi bir de başkan olması düşüncesi, halkta “Acaba bunu denesek mi?” sorusuna yol açıyor. Ama öbür taraftan, büyük otorite geleneğinden çok çekmiş olan bir halk var karşımızda. Onlar da gücün bu kadar tek elde konsantre hale gelmesinden tedirginlik duyar. O bakımdan ben Tayyip Erdoğan’ın bu güçlü lider düşüncesine bağlı başkanlık sistemi modelinin daha tamamlanmadığını ve gidecek bir yolu olduğunu sanıyorum.

Haberin Devamı

"Entelektüel yaklaşım gerekli"

Siz AK Parti’yi öncelikle, çevreden merkeze bir yürüyüş olarak tanımlıyorsunuz. 2007’de Gül’ün Köşk’e çıkmasını da, Erdoğan’ın henüz tamamlanmayan bu yürüyüşün başında olması gerekliliği ile açıklıyorsunuz. Yine diyorsunuz ki, "Yürüyüş artık tamamlanmaya yüz tuttu, çevre merkezde."

Bundan sonra ne olacak?

Bu zor bir soru. Evet öyle, çevreden merkeze yürüyüşün büyük adımları tamamlandı. 94 sonrası kırsal alan çözülmüştür, kentlerin çevresinde uydu kentler meydana gelmiştir, bu insanlar kentlerin merkezi ile bir biçimde irtibat kurmuşlardır. Anadolu sermayesi büyük şehre gelmiştir, büyük sermaye ile kendisini yakınlaştırmıştır. Ondan pay almaya başlamıştır… Bundan sonrası çok daha entelektüel bir yaklaşım gerektirir. Bunu insanlar anlamıyor. Entelektüel deyince insanlar Shakespeare okuyup Beethoven dinlemek falan diye düşünüyorlar ama siyasetin de bir fazla radikal ve aksiyoner yanı, bir de daha entelektüel yanı var. Bugüne kadar AK Parti o aksiyoner yaklaşımı gösterdi ve bu büyük dönüşümü tamamladı. Bunu beğenmek ya da beğenmemek gibi bir şey söz konusu değil. Bu, ortadaki bir sosyolojik realitedir. Bundan sonrasında, bu dönüşümün sistematik bir zemine oturtulması gerek. Yani Türkiye’de herkesin ana korkusu şudur: “Türk Hava Yolları çok önemli atılımlar yaptı, dünyanın en önemli markalarından biri haline geldi, ama devam edecek mi?” “İstanbul çok önemli bir uluslararası merkez haline geldi, finansın en önemli merkezlerinden biri oldu, dört bir yanı gökdelenlerle örüldü ama acaba bu sürecek mi?” Bu ekonominin, bu toplumsal dönüşümün sürdürülebilirliğini sağlamak lazım.

Haberin Devamı

Erdoğan sonrası en önemli mesele

Yani AK Parti'nin kaydettiğini söylediğiniz başarıya istikrar ögesini eklemesi gerekiyor.

Aynen öyle. Biz bu hareketlerle, iyi yönetilemezse daha demokratik bir noktaya da gidebiliriz, antidemokratik bir noktaya da gidebiliriz. Türkiye’de bugün ordu - siyaset ilişkisi 20 yıl öncesine göre çok daha iyi bir noktada mıdır, noktadadır. Bunu kurumsal hale nasıl getireceğiz? Türkiye’de Kürt meselesini çözecek bir kanun büyük mücadeleler ile hazırlandı. Ama bunun kalıcı bir hale getirilmesi nasıl olacak? Kürtlerin anadilde eğitim meselesi bu kanunla bitiyor mu, hayır bitmiyor. Alevilerin cemevi meselesi bu kanunla bitiyor mu, hayır bitmiyor. Bunların bitirilmesi için uygun, olumlu bir zemin hazırlandı. Dolayısıyla yönetişim, çok daha adil bir gelir dağılımı, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, bütün bunların şimdi bu yeni mobilize olmuş ve çok siyasallaşmış kitleyle birlikte harekete geçirilmesi lazım.

Haberin Devamı

20 yılda çok mobilize olmuş, çok siyasallaşmış bir kitle var. Bu kitlenin siyaset yapma terimlerini iyi analiz etmek lazım. Bunun içinde popülizm var. Tabii ki popülist bir politika izledi AK Parti. Bunun içinde zaman zaman çok ileri giden İslami referanslar var. Tabii ki İslami çekirdekli bir politika izledi AK Parti. Bunun içinde, az önce söylediğim gibi, daha hızlı iş yapmak maksadıyla demokrasinin bazı temel ögelerini yok saymaya eğilimli bir yaklaşım var. Bunların, bu yeni dönemde hukuk ve demokrasi, insan hakları ve daha eşitlikçi bir gelir anlayışı ile bir paket içine sarılması lazım. İşte Erdoğan sonrası Türkiye’nin önemli meselesi budur.

"AK Parti subjektivite içinde devam edemez"

Peki AK Parti seçmeni, bu yeni dönemin bahsettiğiniz ihtiyaçlarına hazır mı? Çünkü aksiyoner olarak nitelendirdiğiniz söylemle o kitle hep canlı tutuldu. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra genel seçim olduğu düşünüldüğünde, AK Parti'nin bu kitleyi canlı tutma ihtiyacı devam edecektir.

Bu bahsettiğiniz gereklilik, cumhurbaşkanı olursa Erdoğan’ın söylemine ve partinin söylemine nasıl yansıyacak?

Haklısınız, o kitle önce Başbakan’ın dünyada örneği görülmemiş bir biçimde, Rabia işareti yapmasıyla ayakta tutuldu, şimdi Başbakan’ın Filistin atkısı takıp kürsüye çıkmasıyla ayakta tutuldu. Çok genç bir kitle... Evet bu kitlenin aksiyoner bir yanı var. Ama politika sadece daha aktif, daha reaktif bir söylemle kitleyi ayakta tutma meselesi değildir. Onu başka araçları kullanarak da doğru bir şey yapıldığına ikna edebilirsiniz. Bence o kitle şu anda gerçekten şunu düşünüyor: “Bize bugüne kadar kömür, makarna dağıtıldı, sosyal adalet anlayışı daha farklı bir biçimde ortaya çıktı, sağlık meselesine farklı bir anlayış getirildi, bunların şimdi kalıcı hale getirilmesi lazım.” Bu insanlar kimdir? Bu insanlar taşradan kentin merkezine gelen insanlardı. Onlara bu kadarı yeterdi, ama bundan sonrası yetmeyecek. Bunlar artık yeni orta sınıfları meydana getiriyorlar. Artık AK Parti “Efendim kitleye şöyle yaparsak hoş görünürüz” subjektivitesi içinde devam edemez.

Yeni orta sınıfı anlamak

Bu yeni orta sınıf çok önemlidir. Bunu anlamaya AK Parti’nin büyük bir ihtiyaç duyduğu Gezi olaylarında ortaya çıktı. AK Parti, Gezi olaylarını anlayamadı. Kim ne derse desin! İstedikleri kadar "Kökü dışarıda, darbe girişimidir, bu AK Parti’yi alaşağı etme girişimidir" densin. Evet, öyledir. Tabii ki öyledir. Benim buna bir itirazım yok. Bu her hükümet için olabilir. İyi de niçin bu hareket oluyor? Olmasının sebepleri nelerdir? Oraya AK Parti’nin yarattığı yeni zihniyet, yeni bilinç düzeyi, yeni talep, yeni ihtiyaçlar etrafında biçimlenmiş gruplar da katıldılar. Orada taş atan, molotofkokteyli atanlarla ilgili bir şey konuşmuyoruz. Onlara söylenecek ne olabilir? Ancak asıl hareketin taleplerine baktığınız zaman, bir orta sınıf talebi görüyorsunuz. Bunlar nedir? Bunlar liberal ekonominin gereği olan bazı beklentiler içindeki insanlar aynı zamanda.

Adam artık liyakat sistemi dışında bir model içinde yaşamak istemiyor. Bunu AK Parti sağladı. Bunu bilmeyen yok. Yani "ANAP’ın belediyesine ya da başka bir partinin belediyesine gittiğiniz zaman rüşvet isteniyor" lafından "AK Parti’nin belediyesine gelindiği zaman işimiz hallediliyor" lafına dek geçen bütün bu aralığı kitaplar yazdı. AK Parti’nin bundan sonra "corruption" bataklığına, yani suistimal bataklığına yaklaşmasını ya da düşmesini o kitle artık reddediyor. Çünkü bu kitle artık iyi yetişmiş bir kitle.

"17 Aralık'ta koalisyon dağıldı"

Reddediyor demek mi lazım, reddecek demek mi? Çünkü suistimal, yolsuzluk dediğinizde akla 17 Aralık'ta olan geliyor.

Bence ediyor. 17 Aralık’ı da çok farklı değerlendiriyorum. Reddediyor. 17 Aralık’tan önce AK Parti oylarının yüzde 55-56 olduğunu düşünüyorum. Oysa 43-44 oy aldı AK Parti. Bunu reddeden onun kendi kitlesi. AK Parti’nin çekirdek oyunun yüzde 53-54-55 olduğunu düşünmek mümkün mü? AK Parti tıpkı ANAP gibi, tıpkı Demokrat Parti gibi taşıyıcı koalisyon. Onun içinde o partinin farklı politikalarıyla koalisyon yapan farklı kesimler var… AK Part’nin çekirdek oyu yüzde 34-35’tir… O koalisyon dağıldı 17 Aralık operasyonundan sonra. Gezi’den sonra bir patinaj dönemine girmiştir. Tayyip Bey’in gücü, karizması, mücadeleciliği olmasa bu çok daha aşağılara inerdi.

AK Parti'nin yapması gereken

Az önce AK Parti'nin Gezi’yi anlayamadığını, çünkü orta sınıfa yabancı olduğunu söylediniz. Bu yeni döneme biraz da AKP’nin kendi yeni orta sınıfını yaratma süreci diyebilir miyiz?

Her orta sınıf taleplerini birkaç noktada toplar. Bir, liyakat sistemi ister. "Ben eğitim gördüm arkadaş" der. Nepotizm, kayırmacılık, akrabacılık, çıkar ilişkisi, bundan nefret ediyor. Liberal ekonominin gerçek karşılığını istiyor adam. İki, hukukun üstünlüğü. Adam, kim olursa olsun hukuk talep etmeyi öğrendi. Sebebini söyleyeyim: Türkiye’yi iki büyük kitle değiştirdi 90’lardan itibaren. AK Parti’nin başarısı da bu iki kitle ile bütünleşmesi oldu. Biriyle doğal, biriyle zorunlu olarak. Doğal kitle, başörtüsü ya da imam hatip diyerek o kitlenin laiklik üzerinden talepleriydi. İkincisi Kürtlerin talepleriydi. Bu insanlar taleplerinin sonuçlarını elde etti mi? Etti. Neyle etti? Hukukla etti. O insan artık hukuktan vazgeçmez. Üç, yine liberal ekonominin ve liyakat sisteminin uzantısı olarak, suiistimal. "Yapma kardeşim, yapma." Türkiye’de insanlar bugüne kadar para kazanmanın çalışmakla olan ilişkisinin farkında değildi. Şimdi onu fark ediyor. Dolayısıyla "Ben alnımın terini döktüm, para kazandım. Öteki bunu yapmadan aynısını elde ediyorsa olmaz" diyor…

Ben işte entelektüel derken bunu kastediyorum. Bach, Beethoven dinlemek değil, yeni orta sınıfların yükselen taleplerinin, Batılı demokrasilerin temel enstrümanlarının hakim olduğu, yönetimde esas olduğu bir Türkiye. AK Parti’nin bundan sonra yapması gereken budur.

"İhsanoğlu'nun adaylığı çok hazin"

Siz Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı için politik bir aday olarak değerlendiriyorsunuz, ki sebeplerini az önce konuştuk. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ise apolitik bir aday olarak. Neden apolitik?

Çok hazin bir şey İhsanoğlu’nun aday olması. Neresinden bakarsanız elinizde kalan bir adaylık. Önce şunu söyleyeyim, ben CHP’nin Ekmeleddin Bey’i inanarak aday gösterdiğine inansam ikna olacağım. Yani muhafazakâr, milliyetçi, mukaddesatçı, eğer CHP bu kesimlerle gerçek manada bütünleşmeyi umuyorsa, böyle bir dönüşüm geçirecekse bundan memnuniyet duyarım. Ama bu öyle Ekmeleddin Bey’i oraya getirerek olacak iş değil. Bunun bir hazırlığının olması lazım. Birincisi bu. Ekmeleddin Bey hayatında bir gün CHP ile irtibatlı olmuş bir insan değil.

O kadar garip bir şey ki, CHP ne kadar muhafazakâr, milliyetçi, mukaddesatçı olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Saçma sapan laflar, "bozkırın tezenesidir" falan deniyor Ekmeleddin Bey’e.. Yani çok hazin. İçler acısı. Çok sefil bir vaziyet CHP yönetiminin bu konuda yaklaşımı. Ekmeleddin Bey de Anıtkabir’e gidiyor, o da ne kadar laik, Kemalist ve Atatürkçü olduğunu ispat etmeye çalışıyor. Tekrar ediyorum, eğer bu ikisi gelip bir senteze ulaşacaksa bundan memnuniyet duyarım. Ama öyle değil. 12 Mart’ta Atilla Karaosmanoğlu’nu dışarıdan getirmek gibi, krizde Kemal Derviş Bey’in Dünya Bankası’ndan getirilmesi gibi Ekmeleddin Bey’in İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan getirilip CHP’ye getirilerek bir politika üretilmeye çalışılıyor. Bu Türkiye’deki politikanın gelişmesi karşısındaki en büyük engel. Bundan çok derin bir acı duyuyorum.

"CHP kör topal haliyle devam edecek"

İhsanoğlu seçimde başarı gösteremezse nasıl bir CHP beklemeliyiz?

CHP’nin yapması gereken tek bir şey var: CHP bir itirafta bulunacak. Sol, sosyal demokrat, sosyalist bir parti olmadığını itiraf edecek. O parti ulusalcı, Kemalist bir partidir. Buna artık direnmek, bunu kabul etmemek artık insan aklının da, ahlakının da kabul etmeyeceği bir şeydir. CHP bu aldatmacanın içindedir. Kendini sol olarak göstermeye çalışarak, Kemal Bey’in Dersim ile ilişkisi falan… Çok gülünç şeylerdir. CHP’nin oradan çıkması, bu gerçeğini kabul edip yoluna öyle devam etmesi lazım. Bu iki türlü olur. Bu şekilde sürerse CHP ufalanır. İkinci bir yol daha var. Onu herhalde asla denemezler. CHP’nin içindeki ulusalcıların, Kemalistlerin ayrılıp, zamanında Güven Partisi örneğinde olduğu gibi ayrı bir parti kurmasıdır. Ama büyük bir partinin imkanlarını kullanmak varken ayrılıp zelil olmayı onlar da istemeyecekleri için CHP bu kör topal haliyle devam edip gidecek.