Gazete Vatan Logo

PKK tarikatı çarşamba ayetleriyle yönetiliyor!

PKK'nın kurucusu örgütü anlattı

Şükrü Gülmüş, PKK’nın Türkiye yapılanmasındaki ilk kurucularından.


1970’de parasız yatılı olarak Kırşehir Öğretmen Okulu’na başladı. 1974 yılında mezun oldu, PKK’ya katıldığı 1978 yılında dek öğretmenlik yaptı.

1979’da Abdullah Öcalan’ın Suriye’ye geçmesinden sonra Kemal Pir, Halil Ataç, Seyfettin Zuhurlu, Suphi Çevrici gibi isimlerden oluşan 20 kişilik bir grupla askeri eğitim almak için Lübnan’a gitti.

12 Eylül 1980 darbesinden yedi ay önce, Şubat 1980’de Beyrut’a, Abdullah Öcalan’ın yanına çağırıldı. Türkiye’den ayrılmasının ardından dönemin PKK Merkez Komitesi tarafından “saf dışı edildiğini” düşünen Öcalan’ın yeni “parti programı” ve stratejisini iletmek üzere “direkt müdahale grubu”nda yer aldı.

Öcalan’ın talimatıyla Türkiye’ye geçti; Şanlıurfa’nın ilçesi Suruç yakınlarındaki bir köyde Cemil Bayık’ı görevden aldığı gece düzenlenen baskında yakalandı. Cemil Bayık dağa çıktı; Şükrü Gülmüş cezaevine girdi.

“PKK Ana Davası”nda altı kez idamla yargılandı. Sekiz yıl Diyarbakır Cezaevi’nde, bir yıl Urfa Cezaevi’nde, iki yıl Ceyhan Cezaevi’nde, toplam 11 yıl tutuklu kaldı.

1980 yılında girdiği cezaevinden 1991 yılında çıktı. Murat Karayılan’ın ilettiği, “Öcalan seni Şam’a davet ediyor” mesajıyla, cezaevinden sonra yerleştiği İzmir’den Bekaa’ya geçti. Yedi aylık askeri ve siyasi eğitimin ardından Öcalan’ın talimatıyla, bu kez PKK medyasının başına geçti; örgütün “Türkiye ve Kürdistan basın yayın ve yasal parti sorumlusu” oldu. Birkaç ay sonra Özgür Gündem gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği’ne atandı. 1993 yılında PKK ve Öcalan ile ters düşerek, Almanya’ya iltica etti.

Geçen hafta (9 Ocak 2010 / Pazar) Türkiye gazetesinde yer alan söyleşi ile Şükrü Gülmüş’ün 18 yıl aradan sonra Türkiye’ye geldiğinden haberdar olmuştuk. Gülmüş, “Öcalan, Kürtlerin başına gelmiş bir musibet” dediği söyleşide bir de haber vermişti: “Uzlaşma ortamı devam ettirilirse geçmişte PKK’de görev yapmış, Almanya’da yaşayan 200 kişinin gelebileceğini söyleyebilirim.”

“Eski PKK’lıların Türkiye’ye dönmeleri Kürt siyasi hareketine yeni bir pencere ekleyebilir mi? Diasporadaki PKK muhalifi Kürtler ne istiyor? Avrupa’da yaşayan bir PKK’lı ile Kandil’deki tek tip bir görüntü içinde mi, yoksa ne gibi farklılıklar var” sorularını da kapsayacak bir söyleşi için, foto-muhabir arkadaşım Burçin Korkmaz ile Taksim’de, Şükrü Gülmüş’ü bekliyoruz.

15 dakikalık rötarın ardından Gülmüş’ü cep telefonundan arıyoruz: “Şükrü Bey, biz meydandayız...” Gülmüş’ün yanıtını aynen aktaralım: “Ben güvercinlerin oradayım.”

Telefonu kapatıyoruz, beş on adımdan sonra, hemen ötemizdeki Gülmüş’ü fark ediyoruz. Çömelmiş, iki-üç yaşlarında bir çocuğu seviyor. Elinde plastik bir bardak, içinde buğday, Taksim Cumhuriyet Anıtı’na doğru güvercinleri yemliyor.

Buluşacağı gazetecileri “yemlemek” için kurgulanmış bir kare mi bu; bizce değil. Ömrünün hatırı sayılır kısmını silahlı örgüt gerçekleri içinde geçiren bir insanın, tüketemediği insan fotoğrafı.

Gülmüş’ün bize ayıracağı zaman son derece kısıtlı; birer bardak çay içebilecek kadar vaktimiz olduğundan, söyleşeceğimiz kafeye doğru ilerlerken, sormaya başlıyoruz:

18 yıl sonra Türkiye’ye geldiniz, bildiğimiz kadarıyla memleketinize gitmediniz. Neden?

'Ailemin bir bölümü PKK'da, bir bölümü Hizbullah'ta'

Gülmüş, bir yandan İstiklal Caddesi’nin tadını çıkaran adımlar atıyor; vitrinlere, insanlara dikkat kesiliyor. Hatta bir ara, gözlerini binaların tepelerine doğru dikmişken bile yakalıyoruz. Neyse ki, bu çeşit bir yürüyüş esnasında sorularımızı yanıtlamayı da ihmal etmiyor:

“Bir sonraki gün Türkiye’den ayrılıyorum. Bu gelişim 18 yıl sonra olmuş. Ama memleketime, Batman’a gidemedim. Benim ülkeme gidemeyişimin nedeni düne kadar saflarında mücadele ettiğim örgüttür. O nedenle bir kısım akrabam, şimdi beni görmeye İstanbul’a geliyor. Şöyle anlatayım; benim ailemin bir bölümü PKK’nin içerisindedir, bir bölümü Hizbullah tarafındandır, bir kısmı AKP’lidir. Şimdi biz böyle bir aileyiz. Ben dayılarımın, amcalarımın yanına gitsem devletten önce örgüt sorgulayacak onları. Zaten en büyük çelişki budur. Bir ev düşünün; hem Hizbullahçı, hem PKK’li, hem AKP’li… Bu insanlar bir evin içine nasıl girecekler? Birbirlerine nasıl güvenip kardeşlik yapacaklar?”


'Biz Kürtler önce kendi içimizde silah bırakalım'

“Vallahi çok düşünmüşüm, ben diyorum ki, biz Kürtler önce kendi içimizde yemin edelim, kendi içimizde silah-külah işlerini bırakalım, kendi içimizde barış yapalım, şu silahları gömelim hele! Kürtler kendi arasında barışmadan Türklerle barışamıyor. Kürtler kendi içinde barışamayınca ne oluyor; cahiller aydınları korkutuyor.”


'Eski kurucuları PKK'ya karşı korunsalar gelirler'

“Şu anda PKK’nin kurucu kadrolarında yer almış onlarca isim, benim geldiğim gibi İstanbul’a gelebilir. Hükümet bu insanlara bir ışık tutsa, bu insanlar Türkiye’ye döndüklerinde örgüte karşı kendilerini koruyabileceklerini hissetseler, gelecekler. Ben size Şükrü Gülmüş olarak söyleyeyim; Almanya’dan en az 150 kişi, Türkiye’ye gelmek için can atıyor. Ama çekiniyorlar. PKK’nin esas yaratıcı kadroları bunlar, bu insanlar 30 yıllarını bu örgüte vermiş. Bölgelerine gidebilseler, oradaki halk onları görse, yaşananları sorgulamaya başlayacaklar. Kürt hareketi böylelikle demokratik bir muhteva kazanabilir. Şivan Perwer, Kemal Burkay gibi popüler isimlerin Türkiye’ye gelmesi elbette sembolik olarak önemlidir. Ama asıl PKK’nin ana karinesini oluşturan kadroların dönmesi gerek.”


'PKK'nin Almanya'nın tüm büyük şehirlerinde camisi var'

Avrupa’daki “Kürt diasporası”nda, PKK’nın kurucu kadrosunda yer alan, ancak artık muhalif kanatta yer alan, şiddeti reddeden Kürtler ile PKK’lılar arasında bir “karşılaşma” var mı?

Şükrü Gülmüş’e göre Avrupa’da bir “Kürt diasporası”ndan söz etmek mümkün değil:

“Örgütlerin kendi gettoları-mahalleleri var. Örneğin PSK’lilerin mahallesi belli, PKK’lilerin yeri belli, İslamcı Kürtlerin semti belli. Böyle küçük Kürt gettoları var, ama ulusal yelpaze içinde bir Kürt diasporası yok. Mesela ilginç bir örnek vereyim; PKK’linin gittiği camiyle, eski PKK’linin gittiği cami de bir değil. Gerçi eski PKK’liler henüz cami kuracak aşamada değil, ama PKK’nin neredeyse Almanya’nın tüm büyük şehirlerinde en az bir camisi var. En büyük camileri Hamburg’daki Şeyh Sait Cami.”


'İslamcı Kürtler ile PKK arasında Türkiye'deki gibi rekabet yok'

Almanya’daki İslamcı Kürtler ile PKK arasında bir rekabet söz konusu mu? Gülmüş’ün izlenimi şöyle:

“1990’lı yıllarla kıyaslandığında, Almanya’ya iltica eden ve PKK’ye sempati duyan imam kadrolarında düşüş var. Fakat İslamcı Kürtler ile PKK’lılar arasında Türkiye’deki gibi bir rekabet yok.”


'Avrupa'daki PKK'lilerin ancak beşte biri aktif kadrodur'

Gülmüş, “PKK’nın Almanya’daki dernekleşme, para toplama, kitlesel eylem organize etme, festival düzenleme gibi faaliyetlerinde de düşüş olduğunu” söylüyor. Bu değerlendirmeyi neye dayanarak yaptığını soruyoruz, yanıtlıyor:

“Altı yıl önce, mesela Gelsen Kirtchen’de festival yaptılar mı, 60 bin insanı topluyorlardı. Ama artık yaptıkları organizasyonlarda bu rakamlara ulaşamıyorlar. ‘Yurtsever Kürtler’ dediğimiz, bağımsızlık için, Kürdistan için bir şekilde PKK’ye yardım etmek gerektiğini düşünen insanlar, demokratik cumhuriyet gibi laflardan rahatsız. ‘Bağımsızlık olmayacaksa, ben niye para vereyim size?’ diyenler azımsanacak bir grup değil. Fakat bundan, PKK Avrupa’daki gerillalarını beslemekte güçlük çekiyor sonucu da çıkmaz. Şu da bir gerçek; Avrupa’daki yaşam şekli zaman içinde insanların düşüncelerine sirayet ediyor. En basiti gerilla, pasaport alıyor, bir yerlere gidiyor, çocukları oluyor, çocukları okuyor, vatandaşlık elde ediyorlar, birçok yönde hayata bağlanıyorlar. Ve yıllar önce geldikleri gibi bakmıyorlar meselelere. Bu izlekle bakarsanız, Avrupa’daki PKK’lilerin ancak beşte biri aktif kadrodur. Geri kalan, ‘yurtsever taban’ olarak tarif edilen insanlardır.”


'Çarşamba ayetleri ne diyorsa o olur, karşımızda tarikat var!'

O halde, Avrupa’daki aktif PKK’lı ile Kandil kadrosu arasında örneğin “silahlara veda” konusunda fark olabilir mi? Bu soru üzerine önce bir güzel gülüyor Gülmüş. “Saf mısınız?” şeklinde çevrilebilecek bir ağız hareketi yapıyor. Abdullah Öcalan’ın İmralı’da avukatları ile yaptığı haftalık görüşmeleri işaret ederek devam ediyor:

“Çarşamba ayetleri ne diyorsa, Avrupa’da da, Kandil’de de o olur. Karşımızda örgüt adı altında bir tarikat var. Öcalan’a rağmen yaşamayı becerebilen kaç kişi kaldık?”

Daha fazla gecikmeden, tam burada söyleşiyi, Beyoğlu’ndaki küçük bir kafede sürdürüyor olduğumuzu belirtmemiz gerek. Sebebi belli; söyleşi konuğumuz Gülmüş’ün, servis yapan garsonun ya da arka masada salata yiyen kadınların duyacaklarını umursamayan tabiatı.

'PKK önce 'deli', sonra da 'hain' ilan etti'

Bağırmadan ama yüksek sesle konuşan bir adam Gülmüş. Cezaevi sürecinde tanıştığı Hepatit B virüsü, karaciğer yetmezliğine kadar sürüklemiş onu. 1993 yılında Almanya’ya iltica ettiğinde, tekerlekli sandalye ile binmiş Türk Hava Yolları uçağına. Hastanede tedavi gördüğü sırada örgüt tarafından tecrit edildiğini söylerken, “Dil bilmem, yol bilmem, dımdızlak kaldım. Çoluk çocuk perişan. Moral değerlerimi yitirmiştim. Kendimi üçüncü kattan attım. Yanımda yatan iki Alman hastayı da yaraladım” deyiveriyor. Sonra küçülmüş gibi duran elleri ile parmak hesabı yapıyor. “11 yıl cezaevi, iki yıl hastane, sekiz ay psikiyatri servisi” derken, açıklama gereği duyuyor:

“Tıptaki şeklini anlatmayı hâlâ öğrenemedim ama şöyle olmuş. Karaciğer yetmezliğinde, diyet uygulanmadığı zaman, vücuda giren fazla vitamin bir nevi alkol almış gibi insana kendisini kaybettiriyormuş. O zaman zarfında kendime zarar verdiğim için sekiz ay psikiyatri tedavisi gördüm. PKK beni resmen deli ilan etti. Ama değilmişim! Almanca yazdığım Cepheler Arasında adlı kitabımda bu süreci anlattım. Ama bu kez de hain ilan edildim.”


'Hikmet'in katledilmesiyle yasal mücadele yapan Kürtler esir alındı'

Gülmüş, kafeye girdiğimizde rica etmişti: “Cezaevinden kalma bir durumum var. Cam kenarında oturursak, konuşacaklarıma konsantre olamam. Aklım, gözüm sokağa takılır.”

Evet, sırtını sokağa dönerek oturduğu bu sandalyede, travmalarını bir çırpıda anlatıvermişti. Az önce yarım kalan, “Öcalan’a rağmen yaşamayı becerebilen kaç kişi kaldık?” kısmını ise pas geçmeye niyeti yoktu:

“İki milat söyleyeyim; Mehmet Şener ve Hikmet Fidan’ın öldürülmesi. Katledilen Mehmet Şener silahlı kanattaki son Öcalan muhalifiydi. Katledilen Hikmet Fidan ise sivil kanattaki yasal demokratik muhalefet yapan son kişiydi. Biz, Hikmet ile 1970’te, Kırşehir Öğretmen Okulu’nda tanıştık. Hikmet, bambaşka bir insandı. Hikmet Fidan her şeyden önce yasal demokratik ve meşru zeminde PKK ve Abdullah Öcalan’a muhalefette bir milattır. Hikmet’in yasal parti grubundaki kişiler, Ahmet Türk, Murat Bozlak, Mehmet Ünay vs., bu 50 kişilik grup hepsi çok iyi biliyor ki, infazcılar PKK tarafından gönderildi. Hikmet Almanya’ya geldiğinde benimle görüşmemişti. Keşke o görüşmeyi yapabilseydik. Kesinlikle ve kesinlikle PWD (Yurtsever Demokrat Parti) ile ilişki içinde olmamasını söyleyecektim. Çünkü PWD, Osman Öcalan, Abdullah Öcalan’ın yeminli adamlarıdır. PWD, Öcalan’a muhalefet adı altında, aslında Apo’ya muhaliflik edenlerin infazcısıdır. Ahmet Türk’ü de, diğerlerini de, sustukları için anlamam mümkün değil. Hele Ahmet Abi’yi affedemiyorum. İnsan böyle bir katile hizmetkârlık yapamaz. Yasal zeminde siyaset yaptıklarını söyleyen o Kürtler, Hikmet’in katledilmesinden sonra esir alındı. Osman Baydemir’in belediyesi, PKK’nin korkusundan, Hikmet’in cenazesini kaldırmak için ambulans bile vermedi. Ancak ne zaman Öcalan, Saddam’ın yıkıldığı gibi gidecek, belki o zaman konuşacaklar.”


'PKK'nin ilk cinayeti 1977'dir'

Gülmüş, not aldığımız kâğıdı ve kalemi rica ediyor. Uzatıyoruz, 1977 yazıyor. Ve yaza-çize anlatmayı sürdürüyor:

“Bizim, PKK’nin ilk cinayeti 1977’dir. Celal Aydın’ın Malatya’da vurulması. Biz, bunu sorgulamadık, bilmedik. Gelelim 1978’e. PKK, 27 Kasım 1978’de kuruluyor. Birinci kongre, ikinci kongre, üçüncü kongre ve Mehmet Şener’in öldürüldüğü dördüncü kongreye gelelim. Peki bu arada Mehmet’in dışında Öcalan’a muhalefet eden insan çıkmadı mı? Çok insan vardı, ama hiçbiri Öcalan’ı aşamadı. Fakat biz, PKK muhalifleri şunu kabul etmeliyiz ki, Mehmet Şener ideolojik-programsal olarak ve Öcalan’ın bahçesinden kaçmadan, ona karşı dikilen ilk insandır. Mehmet Şener, geri kalanlarımız gibi bireysel davranmadı, örgüt kurdu, ‘PKK vejin’ dedi ve Öcalan’a cephe açtı.”

Az önce yazıp çizdiği kâğıdı dörde katlarken prompterdan okur gibi anlatmayı sürdürüyor Gülmüş: “Şener bir yanlışlık yaptı, önce PKK kongresinde Öcalan’dan mali rapor vermesini istedi. Şimşekleri üstüne çekti. Öcalan kongreye müdahale etti. Tesadüf eseri pusulası yakalandı, tutuklandılar. Gerçi kaçmayı başardı. Ama sonrasında Suriye’de Öcalan’ın arka bahçesi saydığı bir alanda onunla mücadele edilemeyeceğini hesaba katmadı. Şener’in infaz haberi geldiğinde ben Öcalan’ın evinde, Bekaa’daydım. Öcalan, ben, cezaevinden bir arkadaş ile aynı odadaydık. Bir muhafız geldi, Öcalan’ın kulağına fısıldadı. Öcalan tespihini savurdu, ‘Bir alçak daha gitti’ dedi. Kongredeki gelişmeleri, Muhaberat’tan (Suriye gizli servisi) Şener’in yerinin istendiğini biliyorduk. Şener’i vurmuşlardı, anlamıştım. Korkarak, üstü kapalı biçimde dedim ki, ‘Başkanım herhalde çok önemli bir hedef vurduk.’ Ben öyle deyince çıldırdı. ‘Siz durduramadınız bir adamı! Benim apoletlerimi sökmek istedi, ben de apoletlerime değecek adamı lağıma attım’ dedi. Hiç unutmuyorum; ertesi gün Öcalan, ‘Ne düşünüyorsun Şükrü Hoca’ diye sorduğunda hiç değilse, ‘Ben ölülerle savaşmam’ diyebilmiştim. Her ne kadar Şener ile cezaevinde muhalif olsak da, bunu söyleyebilmiştim. Zaten sonradan anlayacaktım ki, Öcalan Batmanlı Şener’i Batmanlı Gülmüş’e kırdırmayı da düşünmüş olmalıydı.”


'Özgür Gündem'i Öcalan kapattı, 'devlet kapattı' dedik'

Şükrü Gülmüş, PKK’nın infazlarına yönelik bu açıklamalarının yanı sıra “Öcalan paraşütüyle” oturduğu Özgür Gündem gazetesi genel yayın yönetmenliğinin nasıl son bulduğunu anlatırken de aynı şiarla hareket ediyor; “Gerçekleri konuşmazsak, bu pilav daha çok su kaldırır!”

Özgür Gündem gazetesinin Öcalan’ın talimatıyla kapatılmasını Gülmüş’ten dinliyoruz:

“Yalçın Küçük’ün Bekaa’da Öcalan ile yaptığı 250 sayfalık ‘Dirilişin Öyküsü’ röportajını basmadığım için, Öcalan gazeteyi kapattı. Zaten bu, bizim çatışmamızın ete kemiğe bürünmesidir. Gazetede oturuyoruz, misafirlerim var. Hâlâ hayatta olanlara da sorabilirsiniz. İsmail Beşikçi, Fikret İlkiz şahittir. Odaya pat diye Yalçın Küçük girdi. Kalpağı da kafasında, ‘Başkan’dan selam getirdim sana, şunu hemen sürmanşetten gireceğiz’ dedi. Oda kalabalık, ben o gazetenin yayın yönetmeniyim. Tavrına çok bozuldum ama ‘Hocam buyurun oturun, bakarız’ dedim. ‘Olur mu, hemen manşetten gireceksin’ diye devam ediyor Yalçın Küçük. Bu arada Bekaa’dan dönüşünü Avrupa üzerinden yapmış. Bunu da Mustafa Karasu, çantasında kasetlerle, fotoğraflarla uğurlamış. Atatürk Havalimanı’na inişte, elinde ne varsa savcıya teslim etmiş. O esnada Yalçın Küçük’le ayaküstü tartıştık. Misafirlerim gittikten sonra Avrupa’ya telefon ettim. Durumu anlattım, ‘Doğrudur. Yaptığı röportajın bir nüshası var bizde’ dediler. Fakslamalarını istedim. 250 sayfa yazı, ertesi gün önüme geldi. Redaksiyon vs. derken arkadaşlarla müzakere ettik, nihayetinde 15 gün boyunca röportajı vermedim. Hem böyle bir dayatmayı içime sindiremiyordum, hem de günlerce sürecek böyle bir yayınla, devlete hedefe olmak istemiyorum. Son olarak arkadaşlara ‘Kellem gitse de yayımlamayacağım’ dedim. 15 günlük sürecin ardından gazeteye Avrupa’dan faks geldi. Gazetenin kapandığı ifade ediliyordu. Hemen telefon ettim. ‘Önderlikten gelen talimat yazısıdır. Gazeteyi kapatıyoruz’ dediler. Sistemi biliyorum; tek adamlık, röportajı basmadım, gazeteyi kapattı. Tabii biz bunu o dönem böyle söylemedik. Tabiri caizse, ‘Alçak devlet gazetemizi kapattı’ dedik. Fakat içime sinmedi, çok sert bir kapanma yazısı yazdım. Yazıda topu devlete atıyormuş gibi yapıp kendi sistemimize, Öcalan’a çuvaldızı batırıyorum. Başyazarımız Haluk Gerger yazıyı okudu. ‘Şükrü senden sonra da bu arkadaşlar gazetede çalışacak. Yazını biraz yumuşat’ dedi. Ben de yeni bir kapanma yazısı yazdım.”

'Uğur Mumcu, Öcalan ile görüşmek istedikten sonra öldürüldü'

1990’ların Kürt medyasından bahsederken, Gülmüş’e “Uğur Mumcu suikastı PKK’da şok yarattı mı?” diye soruyoruz. “Hayır” diyor, “Hatta bunu Yaşar Kaya’ya sorabilirsiniz” diyerek devam ediyor: “Yaşar Kaya ile Uğur Mumcu arasında bir polemik vardı. Biliyorsunuz gazetenin imtiyaz sahiplerinden biri de Behçet Cantürk’tü. ‘Bir mafya babası gazetenin sahibi’ gibi laflar olduğunda Behçet’i Yaşar Kaya savunuyordu. Unutamadığım bir şey; bir gün Yaşar, ‘Uğur Mumcu’ya Son Tokat’ başlığıyla bir yazı yazdı. Zehir zemberek bir şey. Yazıyı okudum, ‘Böyle yazı olmaz. Adamı resmen hedef gösteriyorsun. Yarın bir gün adamın başına bir şey gelse, başın derde girer’ dedim. Yazıyı yayımlamadım. Sanırım iki hafta sonra Uğur Mumcu öldürüldü. Yazısını yayımlamadığım için Yaşar ile ters düşmüştük. ‘Bak’ dedim, ‘Eğer o yazı gazetede yer alsaydı, bu senin infaz emrin olurdu. Bir tesadüf bile olsa senden bilirlerdi.’”

Şükrü Gülmüş, Yaşar Kaya’nın yayımlanmadığı için hiç bilmediğimiz, “Uğur Mumcu’ya Son Tokat” adlı bu yazısından bahsettikten sonra Mumcu’nun ölümünden sonra yayımlanan “Kürt Dosyası” adlı kitabında da yer alan şu alıntıları sıralıyor:

“Uğur, Doğu Perinçek’in kaleme aldığı bildiriyi dağıttığı için yakalanan Öcalan’ın, şafak bildirisini yakalamıştı. Öcalan’ın yanlışlıkla ‘Ramazan Özcan’ adıyla nasıl salıverildiğini Baki Tuğ’a soracaktı. Öcalan’ın cezaevinden çıkar çıkmaz okula devam etmesinin, bursunun devam etmesinin, Kemal Pir’lerin evine gitmesinin aslında ne anlama geldiğini Uğur Mumcu yakalamıştı.”

Ve işte burada daha önce tartışıldığını duymadığımız şu iddiayı dillendiriyor:

“Uğur Mumcu bulduğu bağlantıları sürdürmek için ‘Abdullah Öcalan ile görüşmek istiyorum’ diyerek Avrupa PKK’sine müracaat etti. Ben yıllar sonra, Uğur Mumcu’nun talebini ilettiği bu adamı tespit ettim. Onunla konuştum. Öcalan’a Uğur Mumcu’nun görüşme talebini Avrupa’daki bu kişi iletiyor. Avrupa üzerinden yaptığı müracaat sonucunda, Öcalan ‘tamam’ diyor. Avrupa’daki PKK’liler yardımcı olacaklar, Uğur’u Şam’a götürecekler, Öcalan ile karşılaştıracaklar. Uğur Mumcu Türkiye’ye döneceğini, oradan Şam’a uçacağını söylüyor. ‘Bunu kendisine haber verin’ diyor. Uğur geliyor, bir süre sonra arabası uçuruluyor. Abdullah Öcalan ile Uğur Mumcu’nun karşı karşıya gelseydi, başka şeyler de ortaya çıkacaktı. Bu görüşmeden rahatsızlık duyan derin güçler devreye girdi.”


'Mumcu'nun bağlantısı Avrupa'da, araştıran olursa elimden geleni yaparım'

Tekrar soruyoruz: “Uğur Mumcu Abdullah Öcalan ile görüşecekti” iddianız, Mumcu suikastı dosyasında yer alıyor mu? Sizin görüştüğünüzü söylediğiniz PKK’lı hayatta mı?” Gülmüş epey iddialı:

“Nasname’de yazdım bunları ben. O yazımı birkaç yer alıntıladı. Ama üzerine araştırma yapıldı mı; bilmiyorum. Benim görüştüğüm kişi de hayatta. Şu anda PKK dışına düşmüş biri. Halen Avrupa’da. Mumcu’nun Avrupa’da müracaat ettiği bu adamın bende her türlü bağlantısı var. Araştırmak isteyen olursa, bana anlattıklarını açıklaması için elimden geleni de yaparım.” (Selin Ongun - T24)



Haberin Devamı