Gazete Vatan Logo

Hisarbank’ın “Gelin faizleri konuşalım” ilanını görünce beynimden vurulmuşa döndüm

Necati Doğru'nun yazı dizi...

Hisarbank faizi yüzde 70’e çıkarttı. Ben yüzde 56’da kalmıştım. Kastelli bürolarına hücum başladı. Parasını benden çeken halk “Kale gibi bankaya... Faizleri konuşmaya...” koşuyordu

Bana parasını yatıranların içinde arabasını, evini, bileziğini satıp da getirenler, bankadaki parasını çekip de yatıranlardan daha azdı. Yani bana para getirenlerin çoğu, benden önce banka mudisi olmuş kimselerdi. Bankacıların gözünde ben yok edilmesi gereken, ayaklar altına alınıp ezilmesi gereken bir hamamböceği idim.

Hamamböceği Kastelli:

Halkın tasarrufuna veriyor yüzde 35 faiz!

Aslan bankacı:



Veriyor halkın parasına yüzde 10.5 faiz!

Hamamböceği 3 katı fazla faiz veriyor.

İstediğin zaman gel al paranı diyebiliyor.

Aslan bankacı, hamamböceği Kastelli ile yarışamıyor.

Hantal, yapısını öyle kurmuş!

Repoyu (gecelik faizi) hamamböceği diye gördükleri bu Kastelli bulmuş ve Citibank’ın ABD’de eğitim görmüş ve sonradan Turgut Özal’ın o dönemdeki seçkin prensi, ANAP iktidarlarının “ekonomiyi kurtarıcı bakanı” olmuş. Güneş Taner, benim bulduğum gecelik mevduata da faiz verme sistemini (repoyu) benden çalıp ilk defa Türkiye’de Citibank’ta uygulamış.



Sistem nasıl çöktü?

1981 Haziran ayının 5’i oldu. Merkez binamız önündeki kuyruklar yine uzamaya başladı. Bu kez para yatırmak isteyenlerin kuyruğu değildi bu... Para çekmek isteyenlerin kuyruğuydu: Halk kulağından “Kastelli kaçacak ” diye zehirlenmişti.

Haziran’ın 6’sı oldu...

7’si oldu... Kuyruk uzadı.

8’i oldu... Kuyruk yılanlaştı.

9’u oldu... Kirk Douglas’ın oynadığı “Tefeciler....” adlı bir film vardı, aklıma bu film geldi. O zaman en büyük kağıt para 1.000 liraydı. Mor renkliydi. Halk “Mor binlik...” diyordu.

Yığdım 10 milyon liralık mor binliği üst üste, yan yana... 10 milyon liranın içinde 10 bin adet mor 1.000’lik var. Uzun adamımdır, mor binlikler boyumu birkaç misli geçti. Ben de geçtim kasanın başına, Kastelli şubelerine haber yolladım, “Kim parasını çekmek istiyorsa gelsin...”

Başladım ödemeye. Para çekmek için kuyruğa girenler, ödeme yapıldığını görünce kuyruktan çıkmaya başladılar. Kuyruklar kısaldı... Kısaldı... Üç günde sıfıra indi...

Ben Kirk Douglas oldum, halk da gerçek figüranlar!

Tefeciler filmini Sirkeci’de yeniden oynadık.

Eğer ben gişeye geçmezsem, kendi elimle isteyenin parasını anında geri ödememiş olsam, güçlü bir duruşum, diklenişim olmazsa panik büyüyecekti.

“Kaçacak bu...” laflarına inanarak benden parasını çekmek isteyenlerin kuyruğu sıfıra indi ama hava ağır, günler sıkıntılı.... 24 Ocak kararları ilan edilmiş, “Temmuz bankacılığı” diye adlandırılan ve “faizleri serbest bırakacak” sürece girilmiş. Fakat faiz ilan edilmemiş.

Özal, ‘Ne istiyorsun Cevher’ dedi

Faiz ilan edilmeyince benim de hareket alanım daralıyor, sınırlanıyor. Kendi kendime düşünüyorum.

Ben neyim? Ben kimim?

Bazılarının düşündüğü gibi ben “para toplayan, bu parayı holdinglere aktaran, üstünden komisyon alan... Para sahibi ile paraya ihtiyacı olanı buluşturan yani borç sahibi ile para sahibini buluşturan” biri miyim?

Yani ben sadece bu muyum? Basit bir banker mi?

Bunları düşünürken Ankara’ya gitmeliyim, “kendimi onlara anlatmalıyım” diye düşündüm. Onlar benim için “saadet zinciri kurdu” diyorlar. Ama ben bu tarifi, tanımı kabul etmiyorum. Yılmaz Karakoyunlu genel koridinatörüm. Ona açtım fikrimi, çok büyük destek verdi.

Haziran ayının 20’siydi... Ankara’ya gittik.

Turgut Özal, “Ne istiyorsun Cevher...” dedi.

Dedim ki “Abi! Büyük sıkıntıya girdik, geriliyor ipler... Faizlerin ne olacağı belli değil... Ben para topladığım insanlara hangi faiz oranını önereceğim bilmiyorum... Bu yüzden sıkıntı doğuyor... Bu insanlar paralarını geri istemeye kalkarsa, ben de onlara istedikleri zaman ödeme yapamazsam...” diye anlatmaya başladım.

Turgut Özal sessizce dinledi.

- Cevher, ne kadar para topladın?

- 22 milyar lira...

- Yüzde kaç faiz vererek topladın?

- Yüzde 14 var, yüzde 18 var... Yüzde 25 de var...

- Faizleri yükseltince, geçmiş faizleri de yukarı çektin değil mi? Lafın nereye gideceğini şak diye anladım.

- Adettir abi bilirsin... Faiz yükselince yeni faiz eskilere de uygulanır. Bugüne kadar böyle gelmiştir.

Özal, lafımı kesti;

“- Bugünden sonra böyle gitmez...” deyiverdi.

- Abi ne yapıyorsun? Beni öldürürsün abi!..

- Yok seni öldürmeyeceğiz. Memlekete lazımsın. Tahvillerini yüzde 28 yapacağım ama bankalar da yüzde 50 faiz verecek.

- “Abi ben ölürüm o zaman. Banka yüzde 50 faiz verirse ben de yüzde 28’de kalırsam ölürüm. Sistem durur. İnsanlar daha yüksek faiz veren bankaya giderler. Bana gelmezler. Taze para akışı durur.”

Sabah oldu İstanbul’a geldik. Haziran ayının 20’siydi.

Temmuz bankacılığı gelecek, bunu biliyoruz. Ama model ne, onu bilmiyoruz. Özal’ın bize verdiği bilgiyi kerteriz alarak gemiyi yürütme kararı aldık. Halka yüzde 58 veriyoruz, 1 aylık, 6 aylık topluyoruz.

Temmuz bankacılığı açıklandı. Rahatladık.

Bankalar yüzde 50 veriyor. Fakat yıllık veriyor. Ben bir Pazar günü kendi memurlarımı Fahrettin Aslan’ın Venüs sinemasında topladım. Ne çok memurum varmış, sinema ağzına kadar doldu. Ne yapacağımızı, halka ne söyleyeceklerini anlattım.

Onlar da halka dediler ki:

Kastelli de 50 veriyor ama gecelik yapıyor, haftalık yapıyor. Yani bankaya gidersin, yüzde 50 faizle paranı yatırırsın ama alabilmen için bir yılın bitmesini beklemen gerekir. Oysa Kastelli ne yapıyor, bir yılı beklemeden istersen işlemiş faizinle birlikte çekersin paranı....

Böylece yine bankaların önüne geçtik. Benim sevgili halkım... Çıkarı neredeyse oraya gider. Bizim sistem, böylece “Temmuz bankacılığına da uyumu gecikmeden yapmış” olarak tıkır- tıkır çalışmaya devam ediyor.

Temmuz bankacılığında Turgut Özal, bankalara hamiline mevduat sertifikası çıkartma hakkı da vermiş.

Kullanamadılar. Biz kullandık.

Bankalarla anlaştık. Mevduat sertifikalarını halka sattık. Bunları satmak için faizleri yüzde 56’ya çıkartmak zorunda kalıyorum. Kârlılığım bitiyor. Zararına satış...

Bisikletin durmaması gerekiyor, sürekli pedal vurmaya mahkumum. 1982 yılı Haziran ayına girdik. Pazartesi günü sabah erkenden Sirkeci Kastel Han’a büroma gittim. Gazetelerde tam sayfa ilan:

Sabah saat 9’da buluşalım.

Faizleri görüşelim.

Hisarbank.... Kale gibi banka....

Bu ne demek? Bankalar Birliği’nin kararı var. Bankaların vereceği faiz belirlenmiş, “centilmenlik anlaşmasına” bağlanmış. Bu anlaşmayı bozanın, bankacılık hayatını söndürürler. Merkez Bankası, isterse o bankayı bitirir. Fakat adamların gözleri kara... Çavuşoğlu-Kozanoğlu grubu... 35 yaşlarında iki genç... Ömer Çavuşoğlu ve Ahmet Kozanoğlu Libya’da iş yapıyorlar... Kaddafi’yi ayarlamışlar... Dolarları Türkiye’ye getiriyorlar... Banka satın alıyorlar... Gazete çıkartıyorlar... Türkiye’nin lideri olmak istiyorlar. Karamehmet’in üç bankası Yapı Kredi, Pamukbank, Uluslararası’nın karşısına Hisarbank ile Odibank diye iki banka kurarak çıkmışlar. 40 gün süren müthiş reklam bombardımanı ile çıkarttıkları Güneş Gazetesi’ni kullanarak “Karamehmet’in Caterpillar yedek parçalarını kaçak olarak yurda soktuğu haberini” manşetten günlerce kampanya yapmışlar. Karamehmet’i İsviçre’ye kaçmak zorunda bırakmışlar. Acayip bir rüzgar...

Bu rüzgarın gücüyle Kale gibi banka Hisarbank, “centilmenlik anlaşmasını” yırtıp atıyor, duyuyoruz ki masa altından yüzde 70 faiz veriyor.

Ben veriyorum yüzde 56...

Onlar veriyor yüzde 70...

Beynimden vurulmuşa döndüm.

“Saat 9’da buluşalım... Faizleri konuşalım...” ilanının çıkmasından üç gün sonra Kastelli bürolarına hücum başladı, parasını çeken “Kale gibi bankaya... Faizleri konuşmaya...” koşuyordu. 16 Haziran gününe kadar dayandık. Ödedik. 16 Haziran günü kaynaklar tükendi. Fakat kaçış hızı tükenmedi. Günde 250 milyon liralık çekiş oluyor. İlk defa bu kadar korkuyorum. 22 yıldır gerçekleşmesine omuz verdiğim sistemim elimin altından kayıyordu.

YARIN

VE BANKER KASTELLİ İSVİÇRE’YE KAÇIYOR

Haberin Devamı