Rapor değil, dost mektubu!

Cengiz Alper'in son görevi Ziraat Bankası'nın New York şubesini açmak oldu. Hazine Müsteşarlığı'ndan emekli olduktan sonra, özellikle mali konularda çok güvendiği Cengiz Alper'den bu görevi, o tarihte Başbakan olan Turgut Özal istemişti

Haberin Devamı

Cengiz Alper'in son görevi Ziraat Bankası'nın New York şubesini açmak oldu. Hazine Müsteşarlığı'ndan emekli olduktan sonra, özellikle mali konularda çok güvendiği Cengiz Alper'den bu görevi, o tarihte Başbakan olan Turgut Özal istemişti. Planlama yıllarımdan beri tanıdığım maliyecilerin en iyilerinden ve bütün yaşamını devlete hizmetine adamış bir yurtseverdir. Çocukluk arkadaşım olarak onunla, önceleri mektupla şimdilerde bilgisayarda yazışarak sohbet etmekle, hem mutlu oluyorum hem de bilgileniyorum. Geçmişte bir mektubunu okurlarıma iletmiştim. Sade bir dille yazdığı bu mektubunu da paylaşmak istedim. Dilerim, başta şimdilerde ülkemizi yöneten ve kendilerini rahmetli Özal'a benzetenler okur da, belki aynaya bakmayı gereksinirler!

***

"İki gündür son mesajını düşünüyorum. Diyorsun ki, -bugünün siyasi sorunları güzel yurdumuzu, halkımız için yaşanmaz hale getiriyor- anlaşılan, bu nedenle kızlarının yakınında bulunmamalarından dolayı duyduğun özlem, buradaki esenlikleri kaşısında sana teselli oluyor. Bu tespitini genellersek, ülkemizde senin kızların gibi lisan bilir, iyi eğitim almış, güzel, zeki ve varlıklı insanların mutlu olmalarının zorluğu karşısında, acaba vasat vatandaşlarımız kendilerini nasıl hissederler. İşte burada umutsuzluk başlıyor ve orta ve alt gelir gruplarındaki insanların mutsuz olduğu bir toplumun gelişmesi, ileri gitmesi fevkalâde güç oluyor. Çünkü onların esenlik bulma olanağı senin kızlarınınkine göre hiç yok. Ülkenin geldiği duruma bir bak ki, karışık dediğin siyaset böyle bir tablonun yönetimine talip olmaya çalışıyor.

Etkin bir hükümetin bu tabloyu değiştirebilecek ne gibi yetkileri var, nasıl yapar da mutlu ve müreffeh bir toplum yaratabilir? Bu suallerin cevabı zor. Zira, bugünkü görünümü ile; dış politikamız Ermeni meselesi, Kıbrıs, PKK, Irak, AB konularına bağlı olarak devamlı defensive (savunmacı) bir tutumda ve bizim dışımızda, genellikle de aleyhimize gelişiyor. Ekonomide bağımsız kamu kurumları kendi başlarına ve yaptıklarını koordine dahi etmeden bir kavga sürecinde çalışıyor. Hükümetler, yetkili bağımsız kurumların aldığı faiz, kur ve sair ekonomik tedbirler karşısında sadece seyirci durumunda. Aylarca hazırlanıp tartışılan genel bütçe, bir maaş ve faiz ödeme bütçesi haline gelmiş, bütçedeki her kalem nerede ise donmuş. Devlet kadroları ehliyetsiz kişilerce doldurulmuş. Tarikat, türban, namaz niyaz insanların seçilmelerinde önemli kriterler olmuş. Belediyeler borç içerisinde. Kurumlar mali iflasın eşiğinde. Devletin her kademesinde rüşvet diz boyu. Polis moralsiz, mahkemeler aşırı yüklü ve adalet adil değil. Aş-iş derdindeki sade yurttaşın nazarında, egemenlik ve laiklik tarifi tartışması lüzumsuz yere uzatılıyor. Kafalar karışık, gereksiz işlere ayrılan zaman heba olup gidiyor. Terör başlı başına çok ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Bu konuları uzat uzatabildiğin kadar. Bu kadar sorunlu bir ülkede 75 milyon insan yaşıyor ve üstelik bunun 20 milyonunun günlük geliri bir dolar civarında. Diğer taraftan birkaç milyon kişi yaşamında aşırı lüks içinde, hesapsız harcama ve israfları yürekler acısı, yani tipik görmemişlik göstergesi. Çiftçi, esnaf, emekli, öğrenci, memur ve orta sınıf mucizevi bir başarı ile yaşamını devam ettiriyor. Kredi kartları, banka kredileri limitleri dolmuş vaziyette ve yakında bu kişilerin de iflasları gündeme gelecek. Gelir dağılımı altüst olmuş ve cari sistemle düzeltme şansı oldukça sınırlı.

Bu noktaya bence iki nedenle geldik. 1965'ten başlayarak 70-80'li yılları sağ sol kavgası ile israf ettik. Okulların üç ay açık kaldığı ortamda yetişenler bugünün politikacısı, bakanı, valisi, elçisi, kaymakamı, belediye başkanı, polis müdürü, savcısı, hakimi, müsteşarı, genel müdürü ve sair makamların sahipleri. Yani kamu yönetiminde insan gücü zaafımız aşikâr. İkinci faktor olarak da büyümeyi borçlanmaya dayandırıp milli gelirin yapısını sanayi ve fiziki üretime dayayamadık. Hizmet sektörü ağırlıklı geliştiği için gelir dağılımının çarpıklığı insanları kısa yoldan dolar milyoneri yapma tutkusuna sevketti ve bu da beraberinde hukuksuzluk, hırsızlık, vurgun, hortum ve sair olayları getirdi. Son 20 yılın dış ticaret açığının toplamı, batan banka kredilerinin tutarı, ödenmeyen iç ve dış borçlar, (belki 400-500 milyar dolara ulaşacak) muayyen ellerde toplanan bu paralar ülkenin zengin sermaye sınıfını daha da zengin yaptı. Bunlar, bankacı, ithalatçı, komisyoncu, aracı, simsar vb. aklına gelebilecek hatır ticareti yapan işlerin sahipleri. Yarattığı katma değer ödenen bedele karşın çok sınırlı... Çevre sorunlarını bir kenara bırakıp, rant dağıtımında da ekonomik limitlere gelindiği için seçimi alsa da yeni bir hükümetin, artık kendi yeni zenginini yaratmak şansı da olmayacak. 3-5 sene sadece sorunları tespit edip günlük çözümle uğraşacak ve haliyle ister istemez statükocu olacak.

Siyasi gelişmelerin içinde çok önemli bir rolünün olduğunu bildiğim için, umarım senin gibi kişilerin başını çektiği, kavgacı değil, uzlaşmacı ve yapıcı bir anlayışla günlük yaşamı doğrudan etkileyen konularda sorun-çözüm şeklinde pratik ve uygulanabilir bir programın icrasına talip bir hükümet seçimlerin galibi olabilir. Yoksa Cumhurbaşkanı, o olmuş bu olmuş, pek fazla bir şey değiştirmez. Ayrıca örümcek kafalardan kurtulup, bunamış kafalara teslim olmanın da fazlaca bir yararı olmaz. Yine insanlarımızın umutsuzluğu devam eder. Cesaret ve kararlılık mutluluğu getirmenin ilk şartı olarak algılanmalıdır."

***

Bilgisayarımdaki mektup burada bitiyor. Dostum Cengiz Alper'in, "benim siyasi gelişmelerdeki rolüm" kanısı dışındaki düşüncelerinin ve yorumlarının doğruluğuna sanırım siz de katılırsınız.

DİĞER YENİ YAZILAR