“Erişilmez gücün” sonu...

Haberin Devamı

Oyunu, üst üste artırarak son seçiminde yüzde 49 alan ve ona dayanarak, "erişilmez güce" ulaşan R. T. Erdoğan'ın durumu, yüzde 53 gibi rekor bir oyla başbakanlık yapmış Süleyman Demirel'in politik geçmişini anımsatıyor!

Demirel'in 1975'teki "hayali ihracat" yolsuzluğunda olduğu gibi "17 Aralık yolsuzluk operasyonu" da, Başbakan Erdoğan’ın düşüşünün başlangıcıdır. Dönelim, CHP merkez yönetiminde ve mecliste olduğum, olayı belgeleriyle içinden bildiğim Demirel'in 1975'teki olayına; Önce altını çizmem gerekir ki, yeğeni Yahya Demirel’in hayali ihracat yolsuzluğu Demirel’in Başbakan olduğu 1975'ten bir yıl önce hem de Ecevit-Erbakan koalisyonu hükümette iken 1974'de olmuştu. Üç bakanının oğlunun içinde olduğu 17 Aralık soruşturmasına esas olan, yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları ise, R. T. Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında oldu.
Yeğen Yahya Demirel’in değersiz mobilyaları "yurt dışına ihraç ettim" diye, karşılığında teşvik fonundan 10 milyonlarca dolar aldığı yolsuzluk dosyası ortaya çıktığı 1975’ten sonra Süleyman Demirel, halkın indinde bir daha "o Demirel" olamadı. O Demirel ki, Keban Barajı başta bugün övündüğümüz hemen bütün barajların temelini atan, Ereğli-İskenderun demir çelikler, Aliağa ve İzmit rafinerileri, Seydişehir Alüminyum ve benzeri sanayi altyapı yatırımları ve daha onlarca kalkınmanın ağır taşlarının, bir anlamda sahibiydi. 12 Eylül darbesiyle mağdur duruma düştü, hapis yattı. Geri döndü; tekrar sandıktan çıktı, Başbakan oldu, Cumhurbaşkanı oldu. Ama artık seçmen indinde,"hayali İhracat" olayı öncesi "o Demirel" hiçbir zaman olmadı, olamadı. En son başbakan olduğu 1991 seçiminde aldığı oy ancak yüzde 27 idi. Üstelik hem de kendi siyasal çizgisine sahip çıkan yani muhafazakâr demokratım diyenlerin inkârıyla karşı karşıya kaldı.

Gelelim R. T. Erdoğan'a; 2003'te Başbakan olduğundan beri, Menderes'in, (kendi kabul etmese de) Demirel'in yani, muhafazakâr demokrat politikanın, son ama yeni mirasçısıydı. Öyle olduğu için üç seçimdir merkez sağ seçmenin sahiplenmesiyle, oyunu artırdı. 2014 ağustosunda da, Çankaya’ya çıkmanın heyecanıyla "yoluna devam" ediyordu. Artık, tek başına, her şeyi ve herkesi emri altına aldığından hiç şüphesi yoktu. 17 Aralık 2013 sabahı uyandığından bu yana, işte o yüzden "Demirel 1975" gibi omuzları düştü ve sanki bir kötü rüya görmüş gibi dağılmış durumda. Bugün gibi anımsıyorum, Demirel haberi olmadığı ve kendinden önceki bir yolsuzluk olayı olduğu halde sorumluluğuna yakışır bir tavır gösterdi. Hukuk içinde kalarak kendisini savundu. Asla suçluyu kendi dışında aramadı. Suçu yargının, polisin, kamu kurumlarının üstüne atmaya kalkışmadı.

İlk kez Türkiye, 17 Aralık sabahı bir gün öncesine dek, bütün gücüyle desteklediği ve övündüğü yargının ve polisin içinde "çetelerin" varlığından söz eden 11 yıllık bir Başbakan görüyor; Başbakan, nerdeyse kabinesinin üçte birinin kendileri ya da yakınlarının karıştığı savıyla yürüyen soruşturmanın yargı sürecine karşı hedef saptırma çabasına girdi. Pakistan’a giderken Trabzon’da yaptığı konuşmada, hemşerilerinin gözünden 17 Aralık yolsuzluk dosyasını düşürmek için Karadeniz otoyolundan başladı, saymadık yürüyen proje bırakmadı. Ne var ki, ne kendi yüzünde ne halkta eski güvenli ve sıcak bakış vardı!

Belli ki gitmeden uğradığı kader arkadaşı Cumhurbaşkanı'nı bile yanında görmemişti. Yurda döndüğünde de, solgun ve donuktu. Her zaman olduğu gibi yine, "Şu 17 Aralık'ta hükümetimize karşı yapılan bu operasyonlarda bilesiniz ki bunun perde arkası milli iradeyedir" diyerek, 16 Aralık akşamına dönmek istiyordu. Ama nafile, 6 ay sonra Cumhurbaşkanı seçilse de R. T. Erdoğan, artık "o Erdoğan" olmayacak, olamayacaktır.

DİĞER YENİ YAZILAR