Ben de yazdım (3)

Haberin Devamı

Özellikle DTP’nin mecliste grup kurmasına varan süreçte Ahmet Türk’ün uzun yıllara dayanan bölgedeki etkinliğinin çok önemli bir katkısı olduğunu kimse yadsıyamaz. Onun bu başarısının en önemli nedeni, PKK’dan bir nebze de olsa bağımsız sürdürmeye çalıştığı tutumuydu. Bundan ötürüdür ki genel başkanlıktan uzaklaştırıldı. Çünkü ayrılıkçı ırkçı milliyetçi politika yine baskın çıkmıştı. Anlaşılıyordu ki, PKK özellikle tırmandırdığı saldırılarıyla halkı Kürt kökenli yurttaşlarımıza karşı kışkırtmak için her şeyi göze almıştı. DTP’yi de bu emelleri için yönlendirmeyi başardılar. Diyarbakır’da yapılan Demokratik Toplum Kongresi'nin sonuç bildirgesinde, bu ayrılıkçı politikaya açıkça yandaş olundu. Bu açıklama uluslararası egemen sermayenin, Anadolu insanını, ırkçı milliyetçilik temelinde bölme politikasında ortamı her zamandan daha uygun bulduğunu gösteriyordu.

Ahmet Türk'ü 1973'te çiçeği burnunda sosyal demokrat bir politikacı olarak tanıdım. O, Cumhuriyet Halk Partisi'nin Mardin Milletvekili, ben de Adana Milletvekiliydim. O tarihlerde partinin yapısı, tam anlamıyla demokratikti. Genel Başkan Ecevit ancak yasal hakkı olan sayıda (23) kontenjan adayı gösterebiliyordu. İkimiz de ön seçimde liste başı olduğumuz 1977 seçiminde artık daha deneyimli politikacıydık. 12 Eylül darbesi, demokratik yaşamı altüst etti. Yurttaşın ana dilini kullanmasını bile suç gören baskıcı ve yasakçı bir anlayış, her alanda ülkeye hâkim oldu.

30 yıl sonra demokratikleşmenin önünde hâlâ en büyük engel, 2010’daki değişiklikler de dahil 19. kez değiştirilen 12 Eylül Anayasası ve Partiler Yasasıdır. Partiler arası gerginliğin de, aykırı siyasetlerin ayrılıkçılığı kışkırtma gerekçesi de bu Anayasa oldu. Ahmet Türk de, 12 Eylül'ün ağır baskısını yaşadı. Yine de, 1987'de CHP'nin devamı olan Sosyal Demokrat Halkçı Parti'de politikaya devam etti. Erdoğan hiçbir ön hazırlık yapmadan başlattığı açılım duvara toslayınca hiç de alışık olmadığı halde, “Bizim açılımımız CHP’nin 1989 Raporundan bile geri” mealinde sözler söyleyerek CHP’den medet umdu. 1989'daki "Güneydoğu Raporu"nu Genel Sekreter Deniz Baykal açıklandığında Ahmet Türk mecliste SHP'nin Mardin Milletvekiliydi. Kapatılan Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) ve Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) milletvekillerinden bazıları da, o tarihte partinin merkez ve taşra örgütlerinde önemli görevlerdeydi. Ne zaman ki Ahmet Türk ile arkadaşları 1989’da Paris'teki Kürt konferansına katıldılar, partiden ayrılmaya zorlandılar. Çünkü Anayasa ve Partiler Yasası, onların o konferansa katılmasını, partinin kapatılma gerekçesi sayıyordu. Sonuçta Kürt kökenli birçok sosyal demokrat politikacı bölgesel ve etnik tabana dayanan bir partileşme yoluna girdi. 1989 yılında Halkın Emek Partisi (HEP) ile başlayan bu çıkış, kapana-açıla ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP ve BDP'ye kadar devam etti.

DTP’den önceki partilerin kapanma gerekçesinde, DTP'nin kapatılma dosyasında olduğu açıklıkta, terörle belgesel bir ilişki yoktu. Partinin özellikle İmralı'nın etkisinde kalarak PKK ile doğrudan ilişki içinde olması, dosyada somut belgeli bir hal almıştı. Yasaklanmadan önce, Ahmet Türk, Eş Başkan Emine Ayna'dan çok farklı söylem ve eylem sergiledi. O nedenle, hukuk yönünden ayrıntıyı, yani zamanlamayı izleyemeyen çoğunluk yurttaş, şahinler dururken güvercinlerin önderi bilinen Ahmet Türk'ün yasaklanmasını yorumlayamadı. Politikada bilinmesi gereken gerçeklerin başında şu vardır: Genel başkan bile olsa, hiç kimse o partiyi kendine benzetemez. Partinin temeline harç nasıl döküldüyse sütunlar o yönde yükselir, siz onu değil, o sizi altına alır.

Bir keresinde, Ahmet Türk'e daha önceki önerimi yazarak yineledim: "Bu sorumsuzlara karşı en büyük görev, bizim kuşaktan, bir zamanlar TBMM’de beraber olduğumuz Kürt kökenli politikacılara düşüyor. 1980'lerde Erdal İnönü'nün iyi niyetiyle Meclis'e giren ve sonra ayrılıkçı siyaseti yeğleyen daha genç politikacılar, geçmişten ders aldıklarını söylüyor. Onların sorumluluğu eskilerden daha fazladır. Kardeşlerinin insanca yaşama yolunu yeniden tıkamak isteyenlerin karşısında dik durmaları gerekir. Bu ülkede, hangi kökenden olursa olsun siyasetçilerin temel amaç ve hedefi, bölgelerarası gelir adaletinin sağlanması, demokratikleşme yolunda ilerleme ve insan haklarının korunmasıdır."

Not: Haftaya devam edecek.

DİĞER YENİ YAZILAR