‘Kriz iş ahlakını bozdu, sahte bal gibi sahte mercimek de satılıyor’

Haberin Devamı

Baklİyatta 2008 ve 2009’da satışların düştüğünü söyleyen Reis Gıda’nın patronu Mehmet Reis, krizin iş ahlakını bozmasından yakındı. Reis, “Markalı ürün satmak ve dürüst satıcı olmak her geçen gün zorlaşıyor. Osmancık pirincini baldo diye satarsanız arada üçte bir oranında fiyat farkı vardır. Fasulye diye Çin fasulyesi satılıyor. Sahte pekmez, sahte bal gibi sahte mercimek de var” dedi



Mehmet Reis Kastamonu-İnebolu doğumlu. Balıkçı bir babanın oğlu. 6 çocuklu bir ailenin tek okumuş çocuğu. Babasını erken yaşta kaybeden Mehmet Reis, ailesinin geçimini sağlamak için Hukuk Fakültesi’ni 3’üncü sınıfta bırakmış. ’Çocukluğum yamalı pantalonlarla, plastik ayakkabılarla geçti’ diye anlatıyor. 7 yaşında başlamış çalışmaya. İlk yaptığı iş çay bardağı yıkamak, daha sonra da bulaşıkçılığa terfi etmiş. Yaz aylarında İnebolu plajlarında kabin temizlemek ve garsonluk gibi işler yapmış. Her fırsatta da balıkçı babasıyla denize açılmış.

Yaşamı bir başarı öyküsü... Sermayesi çalışkanlığı, azmi. Türkiye’de kuru bakliyatı ilk paketleyen isim o. Mercimek, bulgur satarak en çok vergi verenler arasına girmiş. Hâlâ her sabah işinin başında. Çalışma prensiplerini anlatırken, babamın bir sözü vardır, “Teknedeysen teknenin kıçında, tezgahtaysan tezgahın başında duracaksın” diyor. Küresel ısınma, global kriz bir yana Mehmet Reis büyük bir tehlikeden bahsediyor. ’Yemek kültürümüzü kaybediyoruz, Avrupa’nın en hızlı şişmanlayan ülkesiyiz. Çocuklarda obezite oranı yüzde 15’i buldu’ diyor...

* Hukuk okurken Unkapanı’nda çalışmaya başlamışsınız... Başarı öyküsü hayatınız... Kitap yazmalısınız diye düşündüm...

Düşünüyorum... Ailemin tek okumuş çocuğuyum. Bizim oralarda o dönemde ortaokuldan sonra çocuklar okutulmazdı. Babam okumamı çok istedi. Bir gün annemle odun kesmekten geliyorduk, babam bir arkadaşıyla sohbet ediyordu, arkadaşına, “Ceketimi satarım, Mehmet’i okuturum” diyordu. Babam ben 19 yaşındayken vefat etti. Ve halen babamın bana yazdığı mektupları okurum. 4 erkek, 2 kız kardeştik. Babam balıkçıydı. Babamdan çok şey öğrendim. Çocukken ilk ticari kazancımı hamsiye naylon satarak sağladım. O dönemlerde kese kağıtları vardı, naylon yeni çıkmıştı. Hep çalıştım. Buraya bir mezuniyet belgesi asmak isterdim. Hakim, savcı olmayı da çok isterdim ama olmadı. Şimdi neredeyse 5 bin çiftçiden alım yapıyorum, bu da kutsal bir iş.

* Unkapanı’nda çalışmaya nasıl başladınız?

Unkapanı’nda pirinç ticareti yapan bir ticarethanede üniversite döneminde çalışmaya başladım. Orası için kurt kapanı, kurtlar sofrası derler. İnanın köpek balıklarıyla mücadele ettim, desem yanlış olmaz. Bir ticarethanede 7 yıl muhasebecilik yaptım. Toptan iş yapıyorduk. 1984 yılında Reis Gıda adıyla kendi şirketimi kurdum. Eşime de evlenirken, ’kasayla portakal satarım, senin geçimini sağlarım’ demiştim, hep çalıştım.

* İşinizin dönüm noktası ne zaman oldu?

Unkapanı’nda toptan satışlar yapıyordum. Marketler yoktu o dönemde. 90’lı yılların başında tüketicilerin talepleri değişmeye başladı. 1993 yılında değişiklik yapmam gerektiğini gördüm. Hatırlar mısınız bilmiyorum, her şey açıkta satılırdı eskiden. Biz paketli ürüne girdik. Markalaşmak gerekiyordu. Herkesin gittiği yerden gitmemek gerekiyordu. Türkiye’nin duayen işadamları bana ’Mercimeğin, pirincin markası mı olur?’ dediler. Ben ‘Olur’dedim. Şimdi farklı şirketlerin yaptığı araştırmalarında sektörde bilinirlikte uzak ara öndeyiz. Dünyanın her yerine ürün satabiliyoruz. Dönüm noktalarından biri paketli ürüne geçmekti.

* Müşterilerin tepkileri nasıl oldu? Paketli ürün yüksek fiyatlı üründür algısını nasıl kırdınız?

Bizden önce açıkta satılan makarna vardı. 70’li 80’li yıllarda salça, yağ da açıkta satılırdı. İlk makarna markalaşma yoluna girdi. Çok da başarılı oldu. Biz ilk paketli ürüne girince çok zorlandık. Makarna gibi olmadı. Açıkta satılan ürün ile paketli ürün arasındaki farkı zamanla anladı müşterilerimiz.

* Neydi yarattığınız fark?

Yalnızca pakete koymak değildi. Bir kere kaliteli ürün alıyoruz, çöpü ayıklıyoruz. Eskiden açıkta, ürünlerin içinden çöp çıkardı... Ama 1994 krizi bizi çok etkiledi. Kuru gıda paketli olma yolunda yine de ilerledi.

2 yıl bekleyen ürünler geliyor

* 2001 krizi ve son kriz... Karşılaştırma yaptığınızda en çok hangisi etkiledi?


’En ucuz ürün en çok satar’ düşüncesi 2001’de hakim oldu. Perakende noktaları raflara bakmadan en ucuz ürünleri raflara taşıdı. Bu çok büyük bir bozulmayı getirdi...

* Kalite kaybı mı?

Bu ürünler hile yapılabilen ürünler...

* Nasıl yapılıyor hile?

Pirincin, fasulyenin, nohut, bakliyatın özellikleri var. Yöre en önemli özelliği, ikincisi boyutlar, nem oranları. Analiz lazım. Nevşehir nohutuyla, Erzincan fasulyesi farklıdır.

* Yurtdışından da çok daha ucuz ürün geliyor...

Evet. Yurtdışından gelen de farklıdır. Yurtdışından gelen ürünler fiyatları düşürmek için gelen ürünlerdir. Yurtdışından gelip 2 yıl bekleyen ürünler var. Çin’den örneğin fasulye geliyor satılıyor.

* 2 yıl beklemiş ürünün sağlığa zararı nedir?

Eski nohut ve fasulye yendiğinde şişkinlik yapar. Sindirimi zordur. En çok yeni ve eski ürün karıştırılarak hile yapılıyor. Osmancık pirincine uzun tane Pakistan pirinci karıştırılıyor. Pakistan’dan gelenler yarı fiyatına. Ayrıca nem oranları da önemli.

* Kanserojen olabiliyor mu?

Rutubetli de olmamalı. Rutubet oranları da ölçülmeli. Bulgur başta olmak üzere küf ve aflatoksin oluşur. Sağlık açısından sakıncalıdır. 2001’den sonra açıkta ürün sattı marketler ve fason üretime girdiler.

* Buna karşı mısınız?

Ben karşı değilim, istedikleri kadar fason üretim yapsınlar. Ama kaliteli olsun, denetimleri yaptırsınlar. Yöreler yazılsın.

* Son kriz?

2008 ve 2009’da satışlar düştü. Biz de yüzde 5 kayıpla bitirdik. Birçok şirket bu oranda bir kayba dayanamaz. Bu kriz bence en çok iş ahlakını bozdu. Markalı ürün satmak ve dürüst satıcı olmak her geçen gün zorlaşıyor. İnsan sağlığı düşünen, tüketiciyi düşünen çok az. Osmancık pirincini baldo diye satarsanız arada 3’te bir oranında fiyat farkı vardır. Fasulye diye Çin fasulyesi satılıyor. Arada çok büyük bir fiyat farkı var. Amerika’nın pirinciyle bizimkinin lezzeti aynı değildir. 1981 yılından beri Amerika’dan Carlose pirinci alıyoruz, biz ise oraya Gönen’in baldosunu, Trakya’nın da Osmancık’ını gönderiyoruz. Ege’deki sarı mercimeğin tadını bilirsiniz, yeşil mercimek soyulup sarı mercimek yapılıyor. Aşurelik buğday İzmir’den geliyor, bu ülkede ekmeklik buğdaydan bulgur yapıldı. Denetim var deniliyor ama maalesef böyle şeyler oluyor. Her şey para kazanmak değil. Sahte pekmez, sahte bal gibi sahte mercimek de var. “Az malla nasıl çok para kazanabilirim” diyorlar.

* Bir yandan da ürün bazlı krizler yaşanıyor. 2008’de spekülatif bir pirinç krizi oldu...

2008’de pirinç, 2009’da mercimek, şimdi de kırmızı et... Spekülasyon yapılıyor çok. 20 milyon ton buğday tüketen bir toplumuz. Hâlâ ben Türkiye’nin tarımda şanslı olduğuna inanıyorum. Eğer siz verimliliği artırıp arzı sunarsanız hile kalmaz, spekülasyon olmaz. Üretimi ve verimliliği artırmak lazım. Kırmızı mercimek 2 yıldır Kanada’dan alınıyor. Pirinç de alınıyor. Geleneksel ürünlerimiz yetersiz kaldı. Halkın sağlıklı ürün yemesi için, üreticinin kazançlı olması için tarım politikalarının gözden geçirilmesi gerekiyor. Önemli adımlar atılmalı. Kırmızı ette de üretim ve verimlilik artsa spekülasyon olmaz.



Herkes hemen köşeyi dönmek istiyor



* Sıfırdan yarattığınız bir işiniz var. Gençlere ne söylemek istersiniz?


Üniversitelere konuşma yapmaya gidiyorum, bakıyorum herkes hemen köşeyi dönmek istiyor. Deniz hep dalgalı, hiç durulmaz, iş hayatı da öyle. Hiç durmayacaksın. Onlarca gıda mühendisim var ama her gün yeni ürünler benim önüme gelir. İşimin hamalıyım ben. Bazen Pazar günleri bile işe gelirim.



Amerİka’ya humusluk nohut gönderİyoruz



* Siz Amerika’ya ihracat yapıyorsunuz değil mi?


Amerika’ya ayda bir konteyner frig gönderiyoruz. Börülce, fava, humus yapımında kullanılan nohut gönderiyoruz Amerika ve Kanada’ya. Ben kendi topraklarımızda yetişen ürünleri gönderiyorum. 5 bine yakın çiftçinin ürünlerini değerlendiriyoruz.

* Bir de sarımsak işiniz var...

2000 yılında Türkiye’de ilk defa sarımsak fabrikası inşa ettik. Kastamonu Yatırım A.Ş’yi Cem Boyner ve Şükrü Elekdağ ile birlikte kurduk. 2 yıla kadar sarımsak üreticileri sarımsaklarını ırmaklara döküyordu, fabrikanın açıldığı günden beri sarımsak zararına satılmıyor. Ürettiğimiz ürünü mutlaka işleyerek satmalısınız. Türkiye tarım gerçeğini görmeli. Önceden tırnakta soyuluyordu, şimdi el değmeden soyuluyor sarımsaklar. Katma değer yarattık.

* Kendi memleketinize de yatırım yapmışsınız...

Yalnızca o değil. İnebolu’da bir turizm tesisi açtık. İstihdam yarattık. Ayrıca 600 öğrenciye burs veriyorum. Bunları da övünmek için değil, örnek olması açısından anlatıyorum. Pirinç, mercimek satarak ilk vergi ödeyenim. Şans ve başarı çalışanın ayağına gelir.



Çocuklar obez, tencere yemekleri unutuldu


* Sizin bir reklamınız var. Alican ile Mertcan. Biri obez, biri sağlıklı. Biri fast food yiyor, biri nohutlu pilav...

Türk damak zevki bozuldu. 1982 yılında kişi başına 4.2 kilogram pirinç tüketen Türkiye, 2000 yılında 10 kilograma çıktı, şimdi 6.5 kilograma düştü. Türkiye 550 bin ton pirinç tüketiyor. Bazı ülkelerde 100 kilograma çıkıyor. Ortalama genelde 20 kilogram civarında kişi başına tüketim. 20 milyon ton buğday, 1.5-2 milyon tona yakın makarna ve bulgur tüketiliyor. Sofra kültürü kalmadı. Vedat Başaran’la toplantı yaptık. ’Damak genlerimizi deşifre ettiler’ dedi. Bize ne sunulursa onları yiyoruz. Atıştırmalıklara yöneldik. Hazır gıda tüketiyoruz. 100 bin kitap dağıttık geleneksel lezzetleri anlatmak için. Reklama Alican ile Mertcan’ı bilerek koyduk. Çocuklardaki obezite oranı çok yüksek.

* Ne kadar biliyor musunuz?

Yüzde 15’e çıktı. Avrupa ülkeleri içinde en hızla şişmanlayan ülkeyiz. Bu rahatsızlık yanında birçok hastalığı getiriyor. Araştırma yaptırdık ev hanımlarıyla 13 ilde, yarısına yakını bulgur, nohut, fasulye yapmayı bilmiyor. Dumansız Hava Sahası gibi doğru beslenme kampanyası yapılmalı. Özellikle de okul kantinlerinde. Çocuklar ambalajlı gıdalara yöneliyor. Gençler börülce nedir bilmiyor...


DİĞER YENİ YAZILAR