‘Eğer kusuru tespit edilirse Çiller de sorgulanamaz değil’

Haberin Devamı



AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, “Bizim derin devletin tavrı, Dr. Frankestein’a benziyor. Önce canavarı icat ediyor, sonra kontrolden çıkınca onu imha etmek için akla karayı seçiyor” yorumunu yaptı. Çelik, faili meçhullerle ilgili de “17 bin sayısı hayal. Bu konuda Çiller’in dillendirilmiş bir kusuru varsa, o da layüsel değil” dedi

AK Parti Gaziantep Milletvekili, Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, faili meçhullerle ilgili 17 bin sayısı için ‘Hayali’ dedi. Çelik, gündemdeki konulara ilişkin VATAN’ın sorularını yanıtladı:

- Diyarbakır’da kazılarda 23 kafatası bulundu. “Arkeolojik” diyen de var, “90’lı yıllardaki cinayetler” diyenler de...

Adli Tıp’taki incelemeleri beklemek gerekiyor. Ama varsayalım ki 90’lı yıllara ait. AK Parti’nin farkı şudur; asit kuyuları dediler, açtık. Kim ne ihbarda bulunduysa kararlılıkla üzerine gittik. Geçmiş dönemlerin karanlık ilişkilerini, pisliklerini, devlet adına işlenmiş cinayetlerini görmezlikten gelmedik. Kendi dönemimizde faili meçhul diye bir kavram bırakmadık. Eğer iktidar bir şeyi örtbas etmek isteseydi, Hrant Dink’in ölümü, Uğur Mumcu’nunkine benzerdi. Ama katil 36 saat sonra yakalandı. Hükümetimiz, “Devlet yanlış yapsa da örtelim” zihniyetine sahip olmadı, olmayacak. AK Parti Diyarbakır’da kazıların yapıldığı alana bakanlarını gönderiyorsa, bu önemlidir. Gerçekten 90’lara aitse, hesabının sorulması lazım. Bu memleket, bu devlet kendi geçmişi ile hesaplaşmak zorunda. Yanlış yapan cezalandırılmalı. Bundan sonrası için, ibreti alem olsun diye yapmalıdır. Başka türlü bu safralarımızdan kurtulamayız. Türkiye bir bağırsak temizliği yapmak zorunda.

Sayın Çiller döneminde faili meçhullerin tavan yaptığı gazetelere yansıyor. Tansu Çiller hesap vermeli mi?

Bu tür toplumsal olaylarda sadece hatayı bürokratik iradede bulmak doğru değil. Bürokrasi, siyasi iradenin emrindedir. Ben birisiyle ilgili kesinleşmiş bir hüküm olmadığı ve ortada delil olmadığı sürece yorum yapmayı doğru bulmam. Ama eğer Sayın Çiller’in gerçekten bu dediğiniz süreçte ortada bir iradesi varsa, delillendirilmiş bir kusuru tespit ediliyorsa, Sayın Çiller layüsel (hesap sorulamaz, sorgulanamaz) değil. Dönemin askerleri, valileri, siyasileri de öyle... Bu faili meçhuller bir gün aydınlanır, arkasındaki sır perdesi aralanırsa, herkes yaptığının hesabını vermeli. Bu sayın Çiller’in şahsıyla sınırlı olmak zorunda değil.

Dr. Frankenstein’a benziyor...

- Faili meçhul sayısı iddia edildiği gibi 17 bin mi?


Nedense biz rakamları abartmaktan hoşlanan bir milletiz. Bu sadece Kürtçüler’in değil Türkçüler’in de yaptığı bir şey. Mesela “Çanakkale’de 253 bin şehit verdik” diyorlar. Doğru değil. Genelkurmay’da bile 50 bin küsur görünüyor. Vatan için ölmek elbette kutsaldır ama “Bizi çok öldürdüler” demek marifet mi? Çanakkale bir destandır. Teknolojik bir üstünlüğe karşı bir iman, haysiyet mücadelesi verilmiştir. Ama biri yazdı, herkes tekrarlıyor. “Çok öldük”, “Çok öldürdük” demek marifet değil. 17 bin hayali bir rakamdır. Tekrarlandı, tekrarlandı gidiyor. Bir yerde kaydı mı var? Varsa isim isim açıklasınlar. Bu memlekette çok sayıda faili meçhul olmuştur, ama 17 bin midir, emin değilim. Ancak şu gerçek; gündüz vakti, Batman’ın ortasında insanların kafasına sıkılıyordu ve katiller elini kolunu sallayarak gidiyordu. Derin devlet yapılanmalar oluşturmuştu.

- Hangi yapıyı kastediyorsunuz?

Mesela PKK, derin devlet desteğinde kurulmuş bir örgüttür, sonra kontrolden çıkmıştır. Hizbullah, derin devlet tarafından PKK’ya karşı oluşturulmuştur, ama o da kontrolden çıkmıştır. Sonra devlet, kontrolünden çıkan örgütlerle mücadeleye başlamıştır. Bizim derin devletin tavrı, Dr. Frankenstein’ın tavrına benziyor. Önce canavarı icat ediyor, kontrolden çıkınca onu imha etmek için akla karayı seçiyor.

- Ahmet Altan, Harvard’da “Devlet vatandaşını öldürüyor” dedi...

Uludere olayının hemen arkasından MKYK vardı. Açıklamayı ben yaptım. Ama Kürt olmamdan dolayı, “Bir Kürt’e bu açıklamayı yaptırdılar ki, meşrulaşsın” yorumu yaptılar. Benimle ilgili Kürtçü- bölücü çevrelerden çok çirkin ifadeler geldi. Onları ciddiye almıyorum. Orada ben “Operasyon kazasıdır, öldürülenler terörist değil kaçakçılık yapan vatandaşlarımızdır. Asla ört bas edilmeyecektir, gereği yapılacaktır, bu olaydan derin üzüntü duyuyoruz, çok rahatsızız. Başsağlığı diliyoruz, ailelere sabır diliyoruz” dedim. Başbakanımızın Genelkurmay’a teşekkürü ahlaksızca istismar edildi.

- “Teşekkür etti” polemiğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

1990’larda yanlış bir bombalamada Şırnak’ta 12 vatandaşımız ölmüştü. O günkü askeri yetkililer burunlarından kıl aldırmadılar. Ama bu olayda Genelkurmay hatasını kabul etti, başsağlığı, taziye mesajı yayımladı, yılbaşındaki tüm eğlenceleri iptal etti ve askeri tahkikat başlattılar. Sayın Başbakan, TSK’ya ve Genelkurmay Başkanı’na siyasi iradenin ortaya koyduğu hassasiyeti paylaştığı, aynı hassasiyeti kendileri de ortaya koyduğu için, meseleyi ört bas etmeden özeleştiri konusu haline getirdiği için teşekkür etti. Yoksa “İyi ki böyle bir olay oldu” diye teşekkür etmiş olabilir mi? Ahmet Bey’in iyi bir entelektüel olduğuna inanıyorum ama sözleri bana göre maksadını aşmış, dozu kaçmıştır. Bilsem ki devlet kasti olarak benim vatandaşımı terörist numarasıyla öldürüyor, en önce Genelkurmay’ın, TSK’nın, polisin karşısına ben çıkarım. Birileri ölen bu insanların canı ve kanı üzerinden ideolojik, birileri siyasi rant elde etmeye çalışıyor. Biz ise bu insanların maddi ve manevi olarak yaralarını sarmaya çalışıyoruz. Doğu ve Güneydoğu’da terör mağduru, terörden zarar görmüş olmuş insanlara 5233 sayılı yasa kapsamında 6 yılda, 2 milyar TL’şi aşkın tazminat ödedik. Daha önce bu insanların gidip dertlerini anlatabileçeği bir kapı yoktu. Bizden önceki iktidarların yanlış politikalarının hesabını biz ödüyoruz.

Biz ilkokulda Türkçe’yi öğrendik

- Milli güvenlik dersleri kaldırıldı. Askerle hükümet ilişkisinin geldiği nokta nasıl?

1 Eylül 2011’de verdiğim mülakatta ileri demokrasiye geçmek için sivil -asker ilişkileri açısından yapılması gerekenler arasında saydığım maddelerden biri bu derslerin kaldırılmasıydı. Öncelikle; sıkıntılı bir coğrafyadayız, üstün silahlarla donatılmış bir ordumuz olmalı. Ama bu ordumuz tamamen halkın iradesine tabii bir ordu olmalıdır. Ordunun başındaki insanların siyasi demeçler vermemesi, toplum mühendisliği yapmaması gerekiyor. Cumhuriyetin sahibi cumhurun kendisidir. Ben Türkiye’de padişahlık özlemi içerisinde olabilecek kadar çağdışı bir zihniyet tahayyül edemiyorum.

- Neden böyle bir yorum yapıyorsunuz?

“Bir hanedan aile gelsin, bizi idare etsin. O gidince 5 yaşındaki oğlu padişah olsun” diyebilecek kim var? Padişahlık sisteminde Van’ın kuş uçmaz kervan geçmez köyünde dünyaya gelmiş Hüseyin Çelik olarak Türkiye’de 7 yıl bakanlık yapabilir miydim? Demokrasi ve cumhuriyet sayesinde bunlar oluyor. AK Parti’nin cumhuriyete karşı olduğunu söyleyenlerin aklını peynir ekmekle yemiş olması lazım. Sayın Gül bir tornacı esnafının, Sayın Başbakan bir taka kaptanının oğludur. Mehmet Şimşek, Batman Gercüş’te dünyaya gelmiştir. Biz ilkokula gittiğimizde Türkçe öğrendik. Bu demokrasinin, cumhuriyetin erdeminden dolayı. Bugün halkın iradesi iktidardadır. Bu hepimizin cumhuriyeti. Ama biz totaliter, sosyalist, teokratik, bürokratik cumhuriyet olmasını değil, demokratik cumhuriyet olmasını istedik hep. Ve bunun için çalıştık, çalışıyoruz. Ordumuz demokratik bir cumhuriyetin ordusu olacak. Ordunun başındaki insanlar da bu ülkenin memurları olacaklar. “Ordu mevzi kaybediyor” diyorlar ama ordu olması gereken bir yere geliyor.

Genelkurmay Başkanı’nın Kürtçe eğitimle ilgili konuşmasını da eleştirdiniz..

Yapmamalı. Onun değil uzmanların ve siyasetçilerin işidir bu. Ben Milli Eğitim Bakanı iken iki korgeneral, üç tümgeneral çağırıp, obüs toplarıyla ilgili toplantı yapsam gülmezler miydi? Peki Aytaç Yalman neden YÖK Kanunu ile ilgili rektörlerle toplantı yapsın?

- Sayın Başbakan “İlker Başbuğ tutuksuz yargılansın” dedi, öyle olması gerekmez mi?

Başbakan insani olarak duygularını söyledi. Ama karar verecek olan hakimlerdir. Ben hala özel yetkili mahkemede yargılanması gerektiğini düşünüyorum. Darbenin zeminin hazırlamak, meşru hükümet aleyhinde kirli propaganda yapmak üzere internet sitesi oluşturmak veya onay vermek mesleki bir görev mi?

- Ama o siteleri kuran Yaşar Büyükanıt deniyor, soruşturma yok ortada...

Ona mahkeme karar verir. Neticede padişahlıkta “Şunu asın” derler, ama kimse padişah değil bu memlekette.

Baykal olayında ‘kirli tezgah’ olduğunu hissediyorum

- Deniz Baykal’ın kaset meselesinin arkasından da örgüt çıktı...

Baykal meselesi ortaya çıktığında Sayın Başbakan çok asil bir tavır sergiledi. Anayasa oylamasının son gecesiydi, beni çağırdı. Aynı cümleyi söylüyorum; “Sakın ola ki arkadaşlarımız bunu medar-ı bahis yapmasınlar, yani söz konusu etmesinler. Biz böyle belden aşağı meselelerle siyaset yapmayız” dedi. Binali (Yıldırım) Bey’i çağırdı, “Bu pisliği oradan kaldırsınlar” dedi. Fakat işin garip tarafı Baykal kendi partisinde mağduriyet psikolojisi yaratmak için Başbakan’ı doğrudan hedef aldı, “Onların marifeti” dedi. O gün eğer Baykal bu tutumu takınmamış olsaydı, biz bir cümle sarf etmeyecektik.

- Buradan da örgüt çıktı sonuçta...

Odatv ile ilgili yazılıp çizilenleri herkes biliyor. Sadece Baykal’a yapılmamıştır bu. “Gazeteci içeride” deniyor ama meslektaşlarının namus ve haysiyetiyle oynadıklarını biliyor musunuz?

- Ama gizli kamera konulması ayrı, dedikodu yapması, iftira atması mahkemeye gider o ayrı...

Neticede Odatv’nın Halk TV pazarlığı biliniyor. Baykal’a gönderilen bir hanımefendi var... Baykal’ın temsil ettiği farklı bir misyon var. Kendisi de Ergenekon’un avukatlığını yapıyordu fakat seçimle CHP’nin kesinlikle AK Parti ile başa çıkamayacağını anladılar. Yeni bir rüzgar yaratabilir miyiz diye Kılıçdaroğlu’nu keşfettiler. Ama açıkçası Baykal meselesinde de böyle bir kirli tezgahın olduğunu başından beri hissediyorum.

Dink’e saldıranların hedefi AK Parti’ydi

-Hrant Dink olayında da tüm kesimlerden tepkiler yükseldi...


Dink olayı da öyle. Dink’in katillerine verilen cezaya, arkasındaki örgütün çözülmemesine tepki gösteren insanlara baktım. Solcular var, gayri müslimler, Müslimler, İslamcılar var, demokrat da var Ulusalcı da... Bu önemli bir şey. Bir yerde vicdan, ideolojik ön yargıların önüne geçiyorsa, bu hayra alamettir. Karardan sonra oluşan kamuoyu budur ve bunu sağlıklı buluyorum. Dink’in öldürülmesini organize eden bir derin yapılanma varsa -ki ben varlığına inanıyorum- bunun Ogün Samast’ın, Yasin Hayal’in kendi arasında organize ettiği bir olay olmadığını düşünüyorum. Savcı, mahkeme başkanı da aslında başka bir şey söylemiyor. Ama buradan hareketle AK Parti’nin ihmali olduğunu söylemek, meseleyi anlamamaktır. Çünkü Dink’e saldıran örgütün hedefinde birey olarak Hrant Dink vardı ama, esas hedef AK Parti iktidarıydı. Yine de Türkiye’nin “şucu” “bucu” demeden, bu olayda kendisini bir vicdan muhasebesinden geçirmesini çok anlamlı buluyorum.

-Bu olay da diğerlerine bağlı mı diyorsunuz?

Dink olayını tek başına düşünmemeliyiz. Tüm bu olaylar bir amaca yöneliktir: Kaos çıkarmak, hükümeti zor duruma düşürmek... Muhafazakar bir iktidar olmasından dolayı, “Bu atmosfer gayri müslim olan insanların öldürülmesine yol açıyor” dedirtmek. Santoro cinayeti, Zirve Kitapevi cinayeti, Dink’e yapılan budurÖ Danıştay saldırısına, başörtü uğruna yapılmış bir saldırı süsü verdiler. Fakat oyun bozuldu. Ben de bir örgüt olduğuna ve tıpkı savcının delillendirdiği gibi Ergenekon’un Trabzon ayağının olduğuna inanıyorum. Deliler de bizi oraya götürüyor.

Fransa’nın tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

1915’te ne olduğunu tartışabiliriz ama, “Benim gibi düşünmeyeni cezalandırırım” demek, düşünce özgürlüğü olmaz. Sarkozy hem oyun oynuyor, hem oya oynuyor. Türkiye’nin yükselişinden rahatsız. Sarkozy’nin iliklerine işlemiş bir Türkiye düşmanlığı var. Fransa önce Voltaire’e ihanet etmiştir. Voltaire’in, “Sizin gibi düşünmüyorum ama görüşlerinizi ifade etmenize engel olana mani olmak isterim” mealinde bir sözü vardır. Voltaire’in memleketinde, aydınlanmayı dünyaya yayan ülkenin insanları, gün geliyor az sayıda vekiliyle bu kararı alıyor.

DİĞER YENİ YAZILAR