Medya ve yandaşlar şimdi yandı

Haberin Devamı

Gün geçmiyor ki Başbakan medyadan yakınmasın. Çoğu kez hiç ayırım yapmadan bütün medyaya bindiriyor. Başbakan’a göre neredeyse bütün kötülüklerin anası medya.

Oysa medya, tarihinde hiç olmadığı kadar iktidarın yanında. Yapılan her şey destekleniyor, başta Başbakan olmak üzere, hükümet üyeleri, AKP milletvekilleri, belediye başkanları, AKP’nin bürokratları sürekli övülüyor.

Öyle ki “Siz beni nasıl kızdırırsınız, sizi açlıkla terbiye edeyim de görün” diyebilecek kadar ileri giden bir Genel Müdür için aynı gün birkaç gazetede birden parlatma yazıları çıkabiliyor.

Patronlar Başbakan’ın “at” dediklerini hemen atıyor, savcılar Başbakan’ı üzen kim varsa hemen soruşturma başlatıyor, hâkimler tereddütsüz tutukluyor.

Buna rağmen Başbakan medyadan hiç memnun değil.

Her gün bir bahane bulup medyaya yükleniyor.

İşin garibi çoğu kez kimi kastettiği bile anlaşılmıyor. Çünkü ağzını “medya” diye açıyor “medya” diye kapatıyor.

Bunun doğru düzgün medyası var, yandaşı var, çıkarcısı var, ajanı var.

Artık kim üstüne alınırsa.

Ayrıca zaten Başbakan hedef gösterirse gereği de hemen yerine getiriliyor.

Başbakan medyaya son yüklenmesini cuma günü Kadıköy Metrosu’nun açılışında yaptı.

Ama bu kez öyle bir şey yaptı ki, bütün medya ama özellikle yandaşlar ne yapacaklarını bilemez hale geldi.

Başbakan aynen şunu söyledi: “...net ve açık söylüyorum, televizyon kanallarına, onların avukatlarını, onların meddahlarını çıkaran medyaya karşı tavrım vardır. Bundan sonra da olacaktır. Herkes net olacak. Kimden yana olduğunu söyleyecek. Sen PKK terör örgütünden yana mısın yoksa milletten yana mısın?”

Yandı mı şimdi medya ve yandaşlar.

Herkes elini vicdanına koysun.

Televizyonlarda boy gösterenlerden teröre, PKK’ya, İmralı’daki kişiye karşı çıkan, bunu eleştiren kaç kişi var?

Bir elin parmakları kadar bile yok.

Buna karşı her gün PKK’yı üstü kapalı haklı gören, dağdakinin hakkını şehitlerden daha fazla arayan, çözüm adı altında ülkenin bölünmesinin daha iyi olacağını söyleyen kaç kişi var?

Yüzlerce.

Üstelik bunların tamamı aynı zamanda AKP yandaşı.

Liberaliyle, dincisiyle, milliyetçisiyle Kürt sorununu sürekli kaşıyan, teröre prim veren, asıl muhatabın İmralı’dakinin olmasını söyleyenlerin tamamı aynı zamanda AKP destekçisi.

Her gece Kürt sorununu irdelemek adı altında Türkiye’nin bütün değerlerini yerden yere vuran televizyon kanallarının ve güya objektiflik iddiasında olan gazetelerin ne yapacağı merakla bekliyorum.

*****


Türkiye Batı’nın Kürt ve Ermeni taleplerini 90 yıl erteledi

Dün yazdığım pazartesi sohbetinde Kürt sorununu “sahibi biz olmadığımız” için çözemediğimizi tarihi bir perspektiften bakarak sizlerle paylaşmaya çalışmıştım.

Yazının yayınlanmasından sonra sabah saatlerinde İlhan Kesici aradı. “Çok ciddi ve önemli bir noktayı ele almışsın ki zaten başlık her şeyi ifade ediyor” dedi.

Kesici “Yazına katkıda bulunmak için birkaç noktayı hatırlatmak isterim” dedi.

Sonra devam etti: “Bu işin temelinde 1918 yılının 8 Ocak gününde dönemin ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson’ın prensipleri yatar.”

Wilson Kesici’nin belirttiği tarihte Kongre’de bir konuşma yapmış ve I. Dünya Savaşı sonunda nasıl bir dünya hedeflediklerini anlatmıştı.

14 maddeden oluşan presiplerde Türkiye’den de söz ediliyordu. Bizimle ilgili maddede şöyle diyordu; “12) Bugünkü Osmanlı Devleti’ndeki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Osmanlı yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Ayrıca Çanakkale Boğazı uluslararası güvencelerle gemilerin özgürce geçişine ve uluslararası ticarete sürekli açık tutulmalıdır.”

Wilson prensiplerinde hedeflenen şuydu; “Türkiye’ye Orta Anadolu bırakılacak, doğuda bir Ermeni devleti kurulacak. Kürtlere ise özerk bölge verilecektir.”

Hatırlanacağı gibi daha sonra Sevr antlaşması ile Türkiye’ye sadece İç Anadolu’nun olduğu bölge bırakılmıştı. Ancak dünya tarihinde ilk kez bir ülke, barış anlaşması ile çizilen sınırlar içinde kalmak yerine bir Kurtuluş Savaşı başlatarak kendi sınırlarını kendi çizmeyi başarmıştı.

Emperyalist güçler Kurtuluş Savaşı sonrası ortaya çıkan fiili durumu kabullenmek zorunda kaldılar, ancak Lozan’da Musul ve Kerkük sorununu çıkmaza soktular. Çünkü buralar geleceğin enerji kaynaklarını barındırıyordu. Genç Cumhuriyet o tarihte artık takadı da pek kalmadığı için Musul Kerkük sorununu “buzdolabına” koydu.

Ancak Atatürk ve Cumhuriyet’in ilk yöneticileri bölgenin önemini biliyor ve fırsat kolluyordu.

İşte 1924 yılında başlatılan Kürt isyanı aslında emperyalist güçlerin, Türkiye’ye Musul ve Kerkük üzerinde hak iddia etmesi hâlinde neler yapabileceklerini hatırlatmalarıydı.

İlhan Kesici ile o günlerin tarihi üzerinde biraz sohbet ettik. Kesici “Atatürk’ün büyük hayali Hatay’ı da Misakı Milli içine almaktı. 1936-37’lerde başlatılan isyanların temelinde de yatan budur. Ama başarılı olamadılar, Atatürk öldükten bir yıl sonra Hatay kendiliğinden Türkiye’ye katıldı” dedi.

Kesici bir hatırlatmada daha bulundu; “Türkiye’nin kararlı tutumu sonucu Kürt konusu da Ermeni konusu da Batılılar tarafından bir kenara bırakılmıştı. Ama ne zaman Türkiye Kıbrıs’a çıktı, 1976’da Asala, 1978’de de PKK kuruldu. Batı ertelenen iki konuyu tekrar ısıtıp önümüze koydu.”

Geldik bugüne. Global egemenler bölgede haritaları genel savaşsız, iç karışıklıklarla yeniden değiştirmeye soyundu. Bunun içinde elbette bir Kürt devleti ya da özerk bölgesi var. Ama harita tam oluşmadığı için bunun için henüz erken. Vakti gelince bize de söyleyecekler. O tarihe kadar elimizden gelen bir şey olmayacaktır.

NOT: Wilson prensiplerinden sadece Birleşmiş Milletler’in kurulması hayata geçirilebildi. Diğerleri başarısız oldu. Ama sonunda II. Dünya Savaşı çıktı ve paylaşım öyle yapıldı. Şimdi sıra yenisinde. Bu kez muhtemelen savaşsız.

*****


Ya Şehr-i Ramazan ve Elveda

Ramazan bitti. Bugün bayramın da son günü.

Ramazan ayı boyunca hemen her ilde camilere asılan mahyalarda çok sık gördüğümüz bir cümle vardı;

“Hoşgeldin Ya Şehr-i Ramazan”

Şimdi herkese sormak istiyorum.

Bu mahyada geçen “Şehr-i Ramazan” ne demektir?

Kaçımız biliyoruz bunun anlamını?

Çoğumuz bilmiyoruz. Çünkü bayramda birçok kişiye sordum, üstelik hepsi oruç tutan insanlardı, ama ilaç için biri bile bunun ne anlama geldiğini söyleyemedi.

Şehr Arapçada “ay” demek.

Şehr-i Ramazan ise “Ramazan ayı” anlamına geliyor.

Eleştirmek için falan yazmadım bu yazıyı, gerçekten sık kullandığımız birçok kelimenin anlamını aslında bilmiyoruz. İşin tuhafı merak da etmiyoruz.

Ramazan’ın son günlerinde yine birçok caminin mahyasında “Elveda Ramazan” yazısı vardı.

Bu da yanlış kullanım, çünkü “elveda” sözcüğü “Bir daha kavuşulamayacağı düşünülen bir şeyden ayrılırken” kullanılır.

“Elveda” diyorsanız artık ayrıldığınız bir daha gelmeyecektir.

Gelecek yıl mahyalar hazırlanırken dikkat etmeli.

Mahyalarda “Hoşgeldin Ramazan” veya “Özlemle yine bekliyoruz Ramazan” yazmanın sakıncası olabilir mi?

*****


Büyüklerimiz arka arkaya “güvenlik zirveleri” yapıyor. Bu süreçte keşke bir kere de “güvenliğin zirve yaptığını” görsek! (Gani Yıldız)

DİĞER YENİ YAZILAR