Muazzez İlmiye Çığ’dan ağır fırça

Haberin Devamı

BAŞIMDAN GEÇENLER

İlk Kurşun adlı bir haftalık gazete var. Çok ciddi muhalefet yapıyor. Geçen hafta bir tanışma yemeği verdiler.

Beni de davet etmişlerdi. Gittim. Bazı gazeteciler, akademisyenler, Vardiya Bizde Platformu, pek çok sivil toplum kuruluşunun temsilcileri vardı.

Gecenin onur konuğu 90’ı aşan yaşına rağmen dimdik ayakta duran, Türkiye’nin değil dünyanın sayılı Sümerologlarından Muazzez İlmiye Çığ’dı.

Muazzez İlmiye Çığ bütün sevecenliği ile yemek salonuna girdiğinde herkes ayağa kalkarak ve alkışlayarak karşıladı kendisini. Yemek sırasında kendisinden bir konuşma yapması istendi. Muazzez İlmiye Çığ mikrofa gelince “Bir tas yemek ikram edip ille bir de konuşma yapmamı istiyorsunuz” diye espri yaparak başladı konuşmasına.

Sonrası, muhalif olan ama kayda değer hiçbir şey yapmayan, sürekli şikâyet eden büyük bir kesime ders niteliğindeydi.

“Hiç kimse taşın altına elini sokmak istemiyor” dedi Muazzez İlmiye Çığ “Tepki vermiyorsunuz, harekete geçmiyorsunuz, öylece oturuyorsunuz” diye sürdürdü.

Çığ “Ben 93 yaşıma geldim, Hayrettin Karaca 86 yaşında. Ama biz Ankara’nın dondurucu soğuğuna hiç aldırmadan, battaniyelerimize sarınıp Meclis’in önünde oturma eylemi yaptık, peki siz ne yapıyordunuz o sırada” dedi.

Salon büyük bir sessizlik içinde Muazzez İlmiye Çığ’ı dinlerken o devam etti:

“Biz eylemi bitirdik, ama bizden sonra Meclis’e bir kişi bile bir mektup yazmadı, bir mesaj çekmedi. Oysa yüz binlerce insan Meclis’i mektup yağmuruna tutsaydı, siz o zaman görürdünüz.”

Çığ bugünkü iktidardan şikâyet eden herkesin korkmadan, çekinmeden, demokratik eylemlere geçmesi gerektiğini belirterek “Hangi konuda olursa olsun duyarlılığınızı göstermelisiniz, öyle oturmakla bir şey olmaz, hiçbir şey yapamıyorsanız tepkinizi gösteren mektuplar yazın, mesajlar gönderin, ama birbirinize değil, Meclis’e, Başbakan’a, hükümete” diye konuştu.

Koca salon “Tamam, bu kadar konuşacağım” diyen Muazzez İlmiye Çığ’ı ayakta alkışlarken, yüzlerde “Gerçekten biz üzerimize düşeni korkmadan yapabiliyor muyuz” diyen şaşkın bakışları izliyordum ben de...

*****


KAFAMI BOZAN ŞEYLER

İşin tadı kaçıyor

Meraklı okurlar ya çok gazete alarak ya da internet üzerinden medyayı izliyordur. Ve sanıyorum gazeteciler arasında devam eden müthiş savaşı da fark ediyorlardır.

Gazeteler ve gazeteciler arasında polemikler, tartışmalar hatta ağır kavgalar hep olmuştur.

Ancak son zamanlarda işin tadı çok kaçmaya başladı.

Fikirlerle, görüşlerle, yazılıp söylenenlerle ilgili bir tartışma yok artık, bunun yerine kin ve nefret duyguları, intikam alma hevesleri, herkes adına “racon kesme” çabaları var.

Ahlaksız, aşağılık, rezil, şerefsiz, yalancı, iftiracı, mide bulandırıcı gibi tanımlamalar bazen bir yazıda defalarca tekrarlanıyor.

Yeni bir “gazeteci!” tipi türedi son zamanlarda. Genellikle iktidardan beslenen ve bunun karşılığını vermeye çalışan bu kesim bütün medyaya ayar vermeye, kimin kalıp kimin gitmesi gerektiğine karar vermeye çalışıyor.

Ancak unutmamak gerekir ki, ne zaman ortaya bu tipler çıksa, belki “meraktan” biraz ilgi görüyorlar ama sonları bu mesleğin çöplüğünden başka yer olmuyor. Göreceksiniz yine öyle olacak, ne yazık ki bazı gerçek gazeteciler alacakları maddi manevi yaralarla kalacaklar.

*****


GİTTİM GÖRDÜM

Yaşam günlüğü: Küçükkuyu Adatepe


Üzerinden neredeyse bir ay geçti, ancak yazmaya fırsat bulabiliyorum. Atatürkçü Düşünce Derneği Marmara Bölge Sorumlusu değerli dostum Vahit Ak “Akçay ve Küçükkuyu’da İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’la birlikte halk sohbetlerine katılır mısın?” diye sorduğunda “Tabii” demiştim. Sadece tarihe dikkat etmemişim. Uzun Şeker Bayramı’ndan sonraki ilk gün. Neyse ki bir tatil programı yapmamış olduğumdan sorun çıkmadı.

İlk gün Akçay’da sahildeki büyük bir çay bahçesinde yüzlerce kişiyle sohbet ettik. İkinci gün Küçükkuyu’daydık ama bu kez mekân kapalı salondu. 400 kişi alıyormuş, ama dışarısı bile doluydu.

Tabii böyle canlı kalabalıklarla birlikte olmak insana çok keyif veriyor.

Fırsattan istifade boş zamanlarda çevre gezintileri de yaptık. Edremit Körfezi “Tanrıların mekânı” olarak biliniyor. Körfeze hâkim Kaz Dağları Zeus ve diğer mitolojik tanrıların bölgesi.

Vahit Ak “Adatepe’ye de çıkalım” dediğinde, buranın körfeze hâkim manzarası olan bir kır bahçesi olduğunu zannettim.

Meğer dağın tepesinde, denizi görmeyen ama müthiş doğası olan bir tarihi köymüş. Köyün ilk sahipleri Rumlarmış. Ama oranın yerleşikleri değil. 300 yıl önce savaşmaya gelmişler ve dönememişler. Osmanlı da onlara burada oturma izni vermiş. Yıllar içinde Rumlar gitmiş, ama Osmanlı mimarisiyle karışmış yapılar kalmış. Şimdi hepsi koruma altında.

Köyün ortasındaki dev çınar ağacı neredeyse tüm köyü sarmalıyor gibi.

Köyün tepesinde 18. yüzyıldan kalma bir Osmanlı Konağı’na gittik. Şimdi 20 odalı 50 yataklı bir butik otel olmuş.

Hünnap Han. Adını bahçesindeki Truva Efsanesi’nde kutsal olarak tanımlanan 170 yıllık Hünnap ağacından alıyormuş.

Konak aynen korunmuş. Sahipleriyle tanıştım. Şükran Bayraktar kimya mühendisi, Muzaffer Bayraktar ise eczacı.

İkisi de asıl işlerini bırakmışlar, önce “çok keyif alıyoruz” dedikleri restorasyon işine girişmişler, sonra da bu oteli ortaya çıkarmışlar.

İstanbul ve Ankara’dan özellikle hafta sonları için gelen pek çok müşterileri varmış.

O taraflara gittiğinizde Adatepe’yi ve Hünnap Han’ı görmenizi, köy meydanında bir çay içmenizi ve meydana bakan Zeus Han’da yemek yemenizi tavsiye ederim.

*****


Bizde klasik laftır: “Yağmur yağdı, böyle oldu” deriz. Yanlış! Zaten hep böyleydi... (Gani Yıldız)

*****


MERAK ETTİKLERİM

Piri Reis nerede?


Kıbrıs Rumları Akdeniz’de petrol aramaya başladığında ayağa kalkmıştık. Hükümet sanki Rumlar dün karar vermiş de bugün platform kuruyormuş gibi “Bu bir provokasyondur” diyerek alelacele Piri Reis adlı sismik araştırma gemisini yollamıştı. Refakatine de donanmanın gemileri verilmişti.

Gerçi Rumlar petrol arama çalışmalarına 2003’te başlamıştı, geçen sürede Türkiye hep “Yapma sakın, karışmam haa” diye güç göstermişti, çalışmalar son aşamaya geldiğinde de iktidar bunu bir emrivaki gibi sunmuştu kamuoyuna.

İktidar bunda bir sakınca görmüyor çünkü artık ne söylese inanmaya ve arkasında durmaya hazır bir kamuoyu oluşmuş durumda. Ne soruyor, ne sorguluyor ne de merak ediyor artık halk. Söylenenle yetiniyor.

Örneğin Piri Reis şu anda nerede, ne yapıyor, sismik araştırmalardan bir sonuç çıktı mı? Kimse merak etmiyor.

Gazeteler televizyonlar da sormuyor.

Aynı bölgede görev yapan donanmamıza ait gemilerin durumu ne, hâlâ bölgedeler mi, döndüler mi, İsrail gemileriyle karşılaşıyorlar mı, İsrail jetleri taciz uçuşları yapıyor mu, bizim jetler hareketlenniyor mu?

Bunları da bilmiyoruz. Piri Reis’i ve savaş gemilerimizi törenle uğurlayanlar lütfedip ara sıra kamuoyuna (onların böyle bir talebi olmasa bile) bilgi verebilirler mi acaba?

DİĞER YENİ YAZILAR