Hepsi biliyormuş da meğer yazmamışlar

Haberin Devamı

WikiLeaks ile ilgili ilk gün yazdığım yerde durmaya çalışıyorum. Dünyayı sarsan sızıntıların daha çok az bir bölümü ortaya döküldü. Biraz birikmeden bir yorum yapmak yanlış olur. Bugün dört elle sarıldığınız bir konu yarın elinizi yakabilir.

Ama gördüğüm kadarıyla bu görüşüm pek değer bulmadı. İlgili ilgisiz, yetkili yetkisiz herkes konunun üzerine atladı. Tufan çıktı. Yapacak bir şey yok.

Ben bir süre daha iddiaların doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine gitmeden beklemeyi, sabretmeyi tercih ediyorum.
Buna karşı günlerdir izlediğim saçmalıkları da yazmadan edemeyeceğim.

Öncelikle, özellikle iktidar kanadı ve yandaşlarının gayretkeşliğini kahkahalarla izlemek herhalde benim gibi birçok kişiye keyif veriyordur.

Başbakan’ı aklamak için birbiriyle yarışanlar, iddiaları yalanlamak için çareler arayanlar, kafa karıştırmak için olmadık komplo teorileri üretenler, hızını alamayıp WikiLeaks’i bile Ergenekon’a bağlı gösterenler.
Eh bunları kahkaha atarak izlemeyip de ne yapacaktık yani?
Yandaşlar, maskeliler, çıkarcılar, avantacılar günlerdir WikiLeaks’i küçültmek, etkisiz hale getirmek için elinden geleni ardına koymuyor. Belgeler için yapılan tanımlamalardan aklımda kalanlar şunlar:
Yalan, iftira, safsata, soytarılık, hezeyan, tuzak, dedikodu, kaynağı belirsiz.

Ama en hoşuma giden anlatım “Biz bunları biliyorduk, Allahaşkına burada yeni ne var?” diye soranlar.
İşe bakın Türkiye İran’a silah satmış,
Türkiye El Kaide’ye yardım ediyormuş,
Türkiye’de nükleer silah varmış,
Bir bakanımız avantayı çok seviyormuş,
Bir başka bakanımız zevk âlemine pek düşkünmüş,
Yine bir bakanımız enerji alanında yolsuzluklara karışmış,
Bir bakanımız tehlikeliymiş,
Meğer bunların hepsini biliyormuşuz. Öyle yazıyor birçok yandaş ve aslında yandaş olmadığı halde olayın heyecanına kapılıp köşe yazanlar.

Harika bir ülkeyiz değil mi? Mümtaz medyamız Amerikan kaynaklarından çıkan bilgileri biliyormuş ama hiç yazmamışlar, dile getirmemişler. Hep aralarında konuşmuşlar, dedikodu yapmışlar.

Oysa sadece 30 belgeden çıkan ve yukarıda saydığım birkaç olay bile “demokratik bir hukuk devletinde” deprem yaratır. İktidarlar devrilir, nice “sözde ünlü” kişi yok olup gider.
Bizde ise “Ne var yani bunlarda, yıllardır biliyoruz” diyorlar.

Bu arkadaşların hepsi Haliç’teki Simon olmuşlar da bizim haberimiz yok.

*****

Belgeleri çürütme yarışı

Henüz 30 belge çıktı ama, iktidarda ve yandaşlarda müthiş bir telaş başladı. İbretle okuyorum bazı köşeleri ve aynı duygularla TV ekranlarında çırpınanları izliyorum.
Hepsinde bir “belge çürütme” yarışı var. İçerikle ilgilenen pek yok bu kesimde. Varsa yoksa “Arkasında Amerika mı var yoksa İsrail mi” sorusu ya da iddialar için “dedikodu, yalan, iftira” deme yarışı. Bir kısmı da ajan gibi “köstebek” avlamaya çalışıyor.

“Kimdir bu bilgileri üfleyenler?” diye sorup kendi kendilerine cevap veriyorlar “Ergenekoncular, AKP’den yüz bulamayanlar, AKP’den ayrılanlar.”

Başbakan da katılıyor bu çürütme kervanına ama onun öfkesi tek konuyla sınırlı. İsviçre’de parası olduğuna inanmamız zaten mümkün değil ama, örneğin El Kaide’ye yardım, İran’a silah satışı, bazı bakanların adlarının yolsuzluğa karışması iddialarına neden bu kadar öfkeli cevap vermedi, anlamak pek mümkün değil.

En komiği de WikiLeaks yandaş kesimin kimyasını öyle bir bozdu ki, kendi aralarında da çatışmaya başladılar. Bir gazete ilk kez gazetecilik yapmaya kalktı, bir günde 30 binden fazla tiraj kaybetti örneğin, kızdı AKP tabanı herhalde. Yazarları da birbirlerini suçluyor bu kesimin, eline tutuşturulan Ergenekon belgelerini yayınlayanlara bile Ergenekoncu damgasını yapıştırmaktan çekinmiyorlar.
Tabii bir de bu yandaşların gazeteci olmadığı ortaya çıktı. Örneğin iktidara yaranmak için insanların hak ve özgürlüklerini, onurlarını hiç düşünmeyenler, “belgesi nerede bu iddiaların” diye sormazlar mı? Tek tesellim belki bu sayede meslek ahlâkını da öğrenmeye başlamaları olabilir.
WikiLeaks’ın “ahlâki bir temizlik yaratabileceğini” yazmıştım ilk gün. İnanıyorum ki WikiLeaks sayesinde medyada da “ahlâk konusunun ne kadar önemli olduğu” ortaya
çıkacaktır.

*****

Bugün 15.00’te CKM’deyiz

Bugün saat 15.00’te Mustafa Mutlu ile birlikte Caddebostan Kültür Merkezi’nde olacağız. Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği söyleşide Kadıköy halkıyla buluşacağız.
Söyleşinin temel konusu “medya ve demokrasi.” Mustafa Mutlu’yu bilmem ama benim tercihim bir konuşma yapmaktan ziyade, bizi dinlemeye gelecek olanların bu konuda çok merak ettiği sorulara cevap vermek.

Bu arada programdan sonra Mustafa Mutlu “Rica Etsem Saçımı Okşar mısınız” romanını da imzalayacak. Bakarsınız o imzalarla uğraşırken biz sohbetimize devam ederiz.

*****

Memlekette demokrasi var

Böyle bir “absürt” komediyle bu kadar mı güzel mesaj
verilir?

Müjdat Gezen öyle bir filmde oynamış ki, hem gülmekten katılıyorsunuz, hem gözleriniz yaşlarla doluyor duygusal finalde hem de harika bir demokrasi mesajı alıyorsunuz.
Müjdat Gezen’in başrölünü oynadığı “Memlekette demokrasi var” filmini izledim önceki gün. Süleyman Nebioğlu’nun yazıp yönettiği filmde İlker Ayrık, Gülçin Santırcıoğlu, Nejat Birecik ve Semür Tilmaç enfes bir oyunculuk çıkarmışlar.

Adnan Menderes’i idamından hemen önce Yassıada’dan kaçırmaya kalkan bir “deli” ile yardımcısı “başka bir delinin” çok absürt macerasını konu alıyor film.
Deli, “demokrasi adına” kurtarmak istiyor Adnan Menderes’i. Yoksa Menderes olduğu için değil. Çünkü Adnan Menderes’in “milli irade sandığı” oy tabanının aslında ne demokrasiden ne hukuktan ne insan haklarından haberinin olmadığını biliyor o “deli” ve “Seni sallandırdıklarında bunların hiçbiri olmayacak arkandan” diyecek kadar da cesur konuşuyor, üstelik Adnan Menderes’in yüzüne karşı.
Korktuğu oluyor sonunda delinin. Adnan Menderes gerçekten sallandırılıyor. Tek başına... Umutsuzca. Terk edilmişlik duygusu içinde.

İş başa düşüyor ve o “deli” Menderes’i kurtarmak için akla hayale gelmez bir planın içinde buluyor kendini. Öncelikle “yüz bin kibrit” bulması gerekir delinin. Gerisini mutlaka gidip izleyerek kendiniz görün.
Filmin sonuna kadar gülmekten ağlayacaksınız, ama müthiş finaldeki duygu selinde gözleri sulanmayacak bir kişi bile çıkabileceğini sanmıyorum.

Ve bir küçük not: Elbette senariste akıl vermek haddim değil. Ama filmde gördüğüm için çok mutlu olduğum Ateş Böceği Ercan için 10 saniyelik fazla bir replik yazardım ben. Film boyunca sadece uyuyan Ateş Böceği Ercan, kibritlerin toplandığı sahnede keşke “uyanıp” cebindeki son kibrit tanesini koysaydı masanın üzerine.

*****

İstediğiniz kadar sistemi değiştirin, kişiler değişmedikçe sonuç hep aynı çıkacaktır
(Fur KANER)

DİĞER YENİ YAZILAR