Şûra sonucu sanki 27 Nisan

Haberin Devamı

ANALİZ

Yüksek Askeri Şûra’da neden kriz çıktı ve kriz çözüldü mü? Bunlar pek anlaşılamadı. Asker açısından bakılınca “hangi konuda pürüz çıkarmışlardı” sonra ne oldu da bu pürüzler giderildi? Bunu anlayan yok herhalde.

Sonuca bakalım: Alevi olduğu ileri sürülen Orgeneral Hasan Iğsız emekli edildi, Kara Kuvvetleri Komutanı olmasına önce kesin gözle bakılan Orgeneral Atilla Işık “kendiliğinden” elendi. “Asker galiba gurur sorunu yapıyor” denildi, ama 28 Şubat’ın “tank yürüten paşası” böyle bir duyguya sahip olmadığını göstererek Kara Kuvvetleri koltuğuna oturdu, Tayyip Erdoğan’ın “2013’te Genelkurmay Başkanı olarak görmek istediği” Orgeneral Necdet Özel “özel olarak” korundu.

Peki kriz neydi? Gerçekten bir kazananı kaybedeni var mı?

Yok.

O zaman belli ki işin özeti şu:

İktidar, referanduma giderken, en önemli propaganda silahı olarak “darbelere karşı olmayı, 12 Eylül’den hesap sormayı” kullanıyor. Bu nedenle ordu üzerinde ciddi bir güç gösterisi yapması ve “askeri hizaya sokması” kendi adına çok gerekliydi.

İktidar, Şûra’da gösteri olarak “Bugüne kadar asker istediği gibi terfi ve atamaları yapıyordu, bu sefer başımızı sallayan olmayacağız” diyerek “terfi ve atamalara müdahale!” etti.

Oysa bu asla gerçek değildi. Çünkü bugüne kadar siyasi otorite defalarca Şûra’ya müdahale etmişti ve askerin kendi içinde oluşturmaya çalıştığı terfi-atama silsilesini bozmuştu.

Buna rağmen doğru olmayanı söylemekten çekinmeyen iktidar kamuoyunda “askere ilk kez söz geçiren hükümet” imajını pekiştirdi. Bu açıdan müthiş bir başarı kazandı.

27 Nisan’da Büyükanıt bir muhtıra yazmış ve bu AKP’ye yaramıştı. Üstelik askerin itibar kaybının da başlangıcı olmuştu. Bu Şûra da bir tür 27 Nisan etkisi yaratabilir. Askere boyun eğdirmiş bir iktidar bundan prim yapmayı düşünecektir mutlaka.

Tabii manzaranın böyle olacağı üç aşağı beş yukarı herhalde birkaç hafta öncesinden belliydi. İlker Başbuğ, Başbakan’la defalarca görüştü. Savunma Bakanı ile sayısız toplantılar yapıldı. Bu konuların görüşülmemiş olması ve her şeyin Şûra günü başlamış olması hiç mantıklı değil. Yani aslında her şey önceden belliydi.

Zaten Cumhurbaşkanı ve Savunma ve Adalet bakanları “Hiçbir sorun yok, doğal akışında sürüyor” demediler mi? Çünkü işin aslını biliyorlardı herhalde.

Tahminim, Şûra’ya katılan her komutan bu denli bilgili değildi. Bazıları “pürüz” çıkarmış olabilir.

İşte o aşamada da “yargı sopası” devreye girdi. Başbakan Erdoğan “aranmakta olan generallerle” aynı “resmi masada” oturmaktan çekinmedi ama, bu yargı sopasıyla da onları hizaya getirdi. Yine tahminim, Başbuğ da “herhangi bir soruşturmanın konusu olmayacağı” güvencesini aldı.

İkinci yargı sopası da Hasan Iğsız‘ın Kuvvet Komutanı olmaması için devreye sokuldu. Galiba “istenmeyen” generallerden biri de Aslan Güner‘di. Onun için de yeni bir kriter belirlendi ve “devlet büyüklerinin eşlerine saygısızlık” maddesi uyarınca kendisi safdışı bırakıldı. Böylelikle asker “büyüklerin eşlerine saygı” konusunda da hizalandı.

Sonuç şudur: İktidar “zafer kazanmış” olmanın haklı gururuyla 12 Eylül’deki referanduma elini daha da güçlendirerek girmektedir.

Asker ise kendi içinde temizlik yapmış, iktidarın istediği kişilerin önünü açmış, “direniyormuş” gibi yaparak halkın gözündeki güven ve itibarını biraz daha aşağı çekmiştir.

Bundan sonra sık sık tekrarlanan “Muhammed’in ordusunu kurma” fikri daha da güçlenecektir.

*****


BUNU YAZMAK GEREK

BEN SANA DEMİŞTİM RASİM OZAN

Bir konuda “Ben dememiş miydim” demeyi pek sevmem ama bazen yeri geliyor mecbur kalıyorsunuz. Belki bilen ve izleyen vardır, cuma geceleri saat 22.00’de Ankara’daki Beyaz TV’de, Rasim Ozan Kütahyalı ile karşılıklı bir tartışma yapıyorum. Zaman zaman çok elektrikli anlar yaşıyoruz.

Gerçi bazı izleyicilerim bana kızıyor, “Niçin bu kişiyle aynı ekranda tartışıyorsun?” diye soruyorlar. Aslını anlatayım: Rasim Ozan Kütahyalı çok genç bir yazar. Taraf’ta çalışıyor. Yeni nesil liberal görüşlere sahip. AKP veya zihniyeti ile uzaktan yakından ilgisi yok ama, olaylara sadece kendi liberal anlayışı ile bakınca AKP’yi demokrat, özgürlükçü, yenilikçi ve çağdaş bir parti zannediyor.

Bunu ifade ederken cesur da davranıyor. Bu nedenle AKP ve aynı zihniyetteki yandaşların gözbebeği oluyor. Bu kesim Rasim Ozan’ı koyacak yer bulamıyor, el üstünde taşıyor, oradan oraya gezdiriyor.

Program öncesi sohbetlerde öyle bir Türkiye anlatıyor ki, şaşırıyorum. Zannedersiniz ki tüm Türkiye AKP’li üstelik hepsi de demokrat, liberal, çağdaş, AB yanlısı.

Bu sohbetler sırasında biraz da yaşıma ve deneyimlerime güvenerek “Rasim, sen heyecanlısın, öfkelisin, dilini de tutamıyorsun ama destek verdiğin bu kesimi çok iyi tanımıyorsun. Şu anda onlar adına yüksek sesle propaganda yaptığın için seni seviyor gözükürler. Ama inan bana, ilk seçimde tekrar tek başına iktidar olurlarsa, artık sana ihtiyaçları kalmayacak, ayrıca onların istediklerinin dışına çıkarsan da anında satarlar, yok başkaları iktidara gelirse, sana pek iyi gözle bakmazlar” dedim kim bilir kaç kez.

Ama beni dinlediğini söyleyemem. Tam tersine hem yayında hem yayın dışında sürekli AKP ve yandaşlarını övdü durdu. Hele bir başka kanalda program yaptığı yandaşlara toz bile kondurmadı, onları nasıl korudu anlatamam.

Dün Rasim Ozan‘ın bu kanaldaki programdan çıkarıldığını öğrendim. Diğerleri devam ediyormuş. Üstelik o kanalın devlet görevlisi müdürü Rasim Ozan için hayli ağır sözler söylemiş, “Seviyesiz” bile demiş. Ama işin ibret verici bölümü, Rasim Ozan’ın o toz kondurmadığı iki program ortağının sözleri. Anında satmışlar bu öfkeli delikanlıyı.

Şimdi “Ben sana dememiş miydim?” sözü yanlış mı?

*****


Dünyanın en pahalı taksisi

Bunun “nerede” olduğunu sorarsanız söyleyeyim, Bodrum‘da. Önceki hafta iki günlüğüne kaçmıştım Bodrum’a. Havaalanına erken gelince vakit geçirmek için dış hatlar bölümünün önündeki açık hava kafeteryasında oturdum biraz. İç hatlar tarafında böyle bir yer yok. Uçak rötar yaptığında gidecekler ya da gelenleri karşılayanların açık havada bekleyebilecekleri bir yer düşünülmemiş.

İnsana saygı olmayınca böyle oluyor. İlle içeri girecek ve ancak 10 kişinin oturabileceği kafeteryadan yararlanacaksınız. Hava alamazsınız.

Neyse, o ayrı konu. Uçak saati yaklaşınca dış hatlardan iç hatlara o sıcakta yürümemek için bekleyen bir taksiye bindim. İstanbul’daki alışkanlıkla 5 lirayı da önceden verdim.

İstanbul’da bazen yapıyorum. Çok kısa mesafeye gideceksem, beş lira verip iniyorum, oysa o sırada 3.60 yazmış oluyor örneğin. İç hatlarda tam ineceğim, şoför mahcup bir sesle “11 lira 40 kuruş tuttu” demez mi. İç hat dış hat arası 300 bilemedin en fazla 400 metre ve taksimetre 11 lira yazıyor.

Şoför 10 liranın yeteceğini söyledi yine mahcup biçimde. Onlar da şikâyetçiymiş aslında bu tarifeden ve bu nedenle belli noktalara özel fiyat uyguluyorlarmış taksimetle açmadan. Çünkü bu taksimetre ile havaalanından Bodrum’a gitmek 150 lirayı geçer, ama fiks 85 lira alıyorlarmış.

*****


İktidara yakın araştırma şirketlerinin kamuoyu anketlerine göre “Evet” yüzde 60’lardaymış. Buna, “Kamuoyunun nabzını tutmak” değil, “Kamuoyu araştırması ile halkın kafasını karıştırmak” denir! (Gani Yıldız)

DİĞER YENİ YAZILAR