Simgeler ve gerçekler

Geçen yıl haziranın sonlarında, Saraybosna'dan Mostar'a doğru yola çıkmıştık. Boşnak kılavuzumuzdan, savaş sırasında orduda görev yapmış şoförümüzden acı dolu günlerin öykülerini dinleyerek yol aldık

Haberin Devamı

Geçen yıl haziranın sonlarında, Saraybosna'dan Mostar'a doğru yola çıkmıştık. Boşnak kılavuzumuzdan, savaş sırasında orduda görev yapmış şoförümüzden acı dolu günlerin öykülerini dinleyerek yol aldık. Gözlerimiz Neretva Irmağı'na dalıp gitti. Sıcaklığın 40 dereceyi bulduğu öğleyin girdik taş-tuğlalı damlarıyla alışılmadık bir mimari örneği sergileyen Mostar'a. Soluğu şantiyede aldık. Özenli, özverili bir çalışma sürüp gidiyordu. Saraybosna'ya dönmeden Blagay'a, tipik bir Osmanlı köyü olan ve savaşın yıkımı öncesinde ressamların atölye çalışması için kullanılan Pocitelj'ye uğradık.

Bütün o saatler boyunca kafamın içinde dolanıp duran tek bir görüntü vardı: Yol boyunca elektrik direklerinde asılı duran Hırvatistan bayrakları ("Bunları indiremiyor musunuz?" diye sorunca şoförümüz bayağı alındı: "Her gün indiririz, gece gelip yeniden asarlar!") ve Mostar'ın girişindeki tepede yükselen devasa -ama estetik yanı pek de gözetilmemiş olan- betondan haç.

O haç, savaş bir "simgeler savaşı"na dönüşünce neler olabileceğini tek başına anlatır gibiydi. "Simgeler savaşı" aslında kültürel açıdan birbiriyle pek de ayrışık sayılamayacak Sırp, Hırvat ve Boşnak topluluklan arasına akıl almaz nefret tohumlan ekmişti. "Simgelerin savaşı" böyledir. Çoğunlukla daha anlaşılır bir gerekçeyle başlar: Eşitsiz paylaşımla, baş edilemez yoksullukla, dayanılmaz baskıyla, dünya nimetlerine göz dikmeyle, açgözlülükle. Böyle başlar ama sonradan bir "simge"nin konusu oluverir, insanlara gerçekte ne için çarpıştıklarını unutturan bir simgenin. Öyle olunca da gamalı haç, orak-çekiç. sarı-kırmızı-yeşil bayrak bambaşka bir savaşımın, akıldışı bir saldırının, akıldışı bir direncin konusu olup çıkar.

Bosna-Hersek'te geçirdiğim günler, bunu derinden duyumsamamı sağlamıştı. Umarım Mostar Köprüsü bunun tam tersini hedefleyen bir anlayışın simgesi olur. Bir de "simgeler savaşı"nın konusu olamayacak çatışma alanları var. Örnekse, bir "tren kazas" nın kaçınılmaz bir siyasal tartışmanın konusu olması gibi.

İktidar aynı anda hem "olumluluk" hem "olumsuzluk" üretir. Salt "olumsuzluk" ya da salt "olumluluk" üreten bir iktidar yoktur. Ama kimileri, pay almadıklarını düşündükleri için iktidan "salt olumsuz" sayar. Kimileri de pay aldıklarına emin olarak, "salt olumlu" bir kipte okur iktidan. Oysa gerçek çoğun arada bir yerdedir, doğrular da! Akılcı olanı ıskalarsak, toplumun gözünde "tren" de, tıpkı "Aralık ayı" gibi bir "simge" olup çıkıverir. Oysa yeni bir gelecek için akla ve ilkeye gereksinimimiz var. Keşke bir "trajedi"yi bu yönde kullanılacak bir "fırsat'a dönüştürebilseydik!

DİĞER YENİ YAZILAR