Başbakan Tayyip Erdoğan’dan 5 önemli mesaj

Haberin Devamı

Başbakan Tayyip Erdoğan, Almanya dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlarken beş önemli konuda kritik mesajlar verdi.

Yeni anayasa konusundaki çalışmaları değerlendirirken “umudum her geçen gün azalıyor” diyen Başbakan Erdoğan, dört partili uzlaşmanın çıkmaza girmesi halinde, MHP veya CHP’den biri ile mutabakat arayışına girebileceklerinin mesajını verdi.

Suriye konusunu başından itibaren dikkatle takip ettiklerini söyleyen Erdoğan, bir soru üzerine bu ülkenin “Iraklaşması”na, Türkiye sınırının güneyinde PKK güdümünde bir Kürt özerk bölgesi oluşumuna asla izin verilmeyeceğini söyledi.

Avrupa Birliği konusunda da kafasında bir tarih olduğu anlaşılan Erdoğan, “Türkiye 50 yıldır kapıda bekletiliyor. Sonsuza kadar kapıda beklemeyiz. AB Türkiye’yi kaybedebilir” dedi.

Başbakan Erdoğan, 29 Ekim kutlamalarında Ulus’taki polis barikatının kaldırılması konusundaki talimat polemiği ve “çift başlılık” tartışmaları ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün önceki gün yaptığı açıklamayı da değerlendirdi:

“Cumhurbaşkanı ile aynı şeyleri söylemişiz. Demek ki bir çiftbaşlılık yok...”

Başbakan Erdoğan soruları şöyle yanıtladı:

- Almanya’nın Çin ve Rusya ile iyi ilişkileri üzerinden Suriye’ye dair hassasiyetin arttırılması için bir öneriniz olduğunu konuşmanızdan anladık. Merkel’den ne yanıt geldi?

Rusya ve Çin ile bu konuyu görüştüklerini söyledi sayın Merkel. Bu görüşmelerin devam edeceğini söylediler. Hem kendisinin hem de arkadaşlarının, oralardaki ilgililerle Suriye konusundaki temaslarının sürdüğünü beyan etti. Bizim de biliyorsunuz, hem Rusya Federasyonu hem Çin Halk Cumhuriyeti ile yoğun görüşmelerimiz var. Ayrıca İran ile de görüşmelerimiz var. Bakü’deki zirvede Ahmedinejad’la temaslarımız oldu. Bir hafta önce de yardımcısı Rahimi ile görüşmelerimiz olmuştu. İran’ın Suriye konusunda görevli elemanları var. Onlarla da görüşmelerimiz oluyor.

- Esad’ın şu an ki pozisyonunu nasıl görüyorsunuz?

Bizim farklı kanallardan edindiğimiz izlenim o ki Esed, kendini bir hayal aleminde hissediyor. Bu hayal aleminde “ben bu işi kotarırım” diyor. Ama siyasi tarihe baktığımız zaman hiçbir siyasi iktidar halka rağmen kalıcı olamaz. Suriye halkını muhalif cephe olarak değerlendirecek olursak, hiçbir imkanı, gücü olmamasına rağmen bu halk 20 aydır direnişini sürdürüyor. Hem de güçlenerek sürdürüyor. Hangi ilde kim daha güçlü diye baktığınızda, bir çok yerin muhaliflerin kontrolü altına geçtiğini görüyoruz. Rejimin elindeki tek güç uçaklar ve helikopterler; bunlarla vuruyor. En son artık herhalde füzeleri, kimyasalları kullanacağını düşünüyor. Böyle bir ruh hali var. Ama buna da insanlığın müsaade etmesi mümkün değil. Nitekim, Rusya da kimyasal silahların kullanılmasına müsaade edemeyeceğini belirtti. Buna karşı tavır koydu.

Almanya’daki temaslarımızda tabii meselenin NATO boyutunu da konuştuk. Dedik ki: Siz de biz de NATO ülkesiyiz. Bizimle ilgili bir sıkıntı aynı zamanda NATO’nun sıkıntısıdır. Dolayısıyla bu husustaki hassasiyetinizi gündemde tutmanız lazım; yaklaşımlarınızı buna göre daha ileri dereceye taşımanız lazım.

- Suriye’de çıkacak bir etnik veya mezhepsel çatışma Türkiye için nasıl sonuçlar doğurur? Türkiye sınırında Irak’taki gibi özerk bir Kürt yapılanması oluşabilir mi?

Şu andaki durum Irak’taki gibi değil; Suriye farklı noktada. Irak gibi olacağına ihtimal vermiyorum. Kaldı ki biz de burada böyle bir senaryonun oynanmasına müsaade edemeyiz. Bunu Barzani’ye de söyledik. Orada artık farklı gelişmeler olabilir farklı adımlar atılabilir, dedik; bunun bilinmesini istedik. Barzani ise öyle bir şey olmadığını, olamayacağını, hatta PYD’nin PKK olmadığını anlatmaya çalıştı bize. Böyle bir şey olması halinde tavrımız Irak gibi olmaz dedik.

- İsrail konusunda Merkel’in bir ricası mı oldu?

Evet , İsrail-Türkiye ilişkilerinin daha iyi bir noktaya taşınması konusunda Sayın Merkel’in bir ricası oldu. Oradan tabii biz İsrail-Filistin konusuna da girdik. Bizim 9 şehidimizle ilgili mesele, üstü örtülecek bir konu değildir. İsrail normalleşme istiyorsa, her zaman söylediğimiz gibi, üç şartı yerine getirmeli: Özür dileyecek, tazminatı ödeyecek, ambargoyu kaldıracak. Bu üç madde yerine gelmediği sürece İsrail’le ilişkilerimizin normalleşmesi mümkün değil. Bunu Sayın Merkel’e de ifade ettik.

Bu konuda İsrail, Sayın Netanyahu, çok ilginç kişileri devreye sokuyor. Bunlarla görüşmeler yaptık. Onlara da ben bu üç başlığı söyledim. Ayrıca üçte üç olacak dedim; yani “ambargo kalsa da özür ve tazminatta uzlaşılsa” gibi seçeneklere açık olmadığımızı gayet net ifade ettim. Biz Filistin’de insanlığın açık hava hapishanesinde tutulmasına razı değiliz. Bizzat gittim gördüm oranın halini. Eğer gerçekten küresel barış istiyorsak -ki Amerika’nın tezi budur-, gelin bu işi çözelim.

- Gazze ile ilgili planınız var mı? Katar Emiri yakınlarda Gazze’yi ziyarete gitti, görüşünüz?

Katar Emiri’nin Gazze’ye gidişini çok olumlu buldum. Üstelik hanımı ile beraber gitti. Hatta kendisini arayıp tebrik etmeyi düşündüm. Bayram araya girdi. Ben de belli bir süre sonra Gazze yönetimi ile karşılıklı bir mutabakat içinde, orayı ziyaret etmek istiyorum. Böyle bir planım var. Hatta ben, Mahmud Abbas’a bir ara, Gazze’ye beraber gidelim teklifini de yapmıştım. Konuştuğumuzda o da sıcak bakmıştı buna.

- AB konusunda önemli mesajların verildiği bir seyahat oldu bu. Fransa’daki lider değişimi, Türkiye’nin katılım müzakerelerine bakışı olumluya çevirebilir mi? Ayrıca 2013 yılı şubat ayında Merkel’in Ankara’yı ziyaret edecek olması Türkiye ile AB ilişkilerine yeni bir ivme kazandırabilir mi?

Beklentimiz o yönde. Fevkalade bir durum olmazsa Angela Merkel 25 Şubat 2013’te Türkiye’yi ziyaret edecek. Ondan önce 30 Kasım’da Almanya ve Türkiye’nin Dışişleri Bakanları bir araya gelecek. İki ülke arasında stratejik konsey gibi bir şey oluşturmak istiyoruz ve o tarihten sonra gerçekleşecek olan Merkel’in ziyareti ile de bu ilişkileri zirveye taşıyalım istiyoruz. AB konusunda da Merkel’in tavır ve hareketlerini önceki dönemlere oranla çok daha olumlu gördüm. Dikkat edildiyse yaptığımız ortak basın toplantısında, Türkiye ve imtiyazlı ortaklık meselesini üstüne basa basa vurgulamadı, savunmadı, hatta es geçti. Oysa daha önceleri sıklıklıkla bu seçeneği vurgulardı.

Hollande ile Meksika’da yaptığım görüşme de olumlu geçmişti. Hollande bir Sarkozy değil. Artık önceki Fransa yok. Bu anlamda Hollande’ınTürkiye’ye gelecek olması da önemli. Hollande’ın tavrını, ziyareti sırasında daha net göreceğiz.

Mesela biz eski Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ve eski Almanya Başbakanı Schröder ile üçlü olarak oturup Türkiye hakkında konuşabiliyorduk. Ama Schröder sosyal demokrattı, Chirac Hristiyan demokrattı. Şu anda tam tersi bir durum var: Merkel, Hristiyan demokrat, Hollande sosyal demokrat. Ama Sarkozy ile olan süreçte iki lider de Hristiyan demokrattı. Sarkozy dönemi kötü geçti. Sarkozy, Chirac ile aynı partiden olmasına rağmen, hiç olumlu bir tavır sergilemedi. Sarkozy ile hiç mesafe alamadık. Sarkozy Türkiye’ye karşı hiç pozitif olmadı. O yıllar kayıp yıllar oldu resmen. Sarkozy ile AB de çok şey kaybetti. AB o dönemde kan kaybetti ve bugün geldiği nokta da onunla ilgili.

- AB için limit nedir, nereye kadar bekleyecek Türkiye?

Türkiye olarak şu anda biz, AB’ye üye 27 ülkenin yarısından fazlasından çok daha uygunuz AB müktesebatına. Ama bize çok farklı engeller çıkarıyorlar. Bir defa AB müktesebatına göre Kıbrıs diye bir ülke yok. Kıbrıs dediğiniz yerin ortasından yeşil hat geçiyor. Bu ne demek? BM orada demek. Böyle bir yönetimi sen devlet diye Kıbrıs adıyla AB’ye alıyorsun. Nitekim Schröder, “Bu konuda Türkler’e yapılan şey ahlaksızlıktır” diyor. Merkel de, “Güney Kıbrıs’ın alınması hataydı” demişti....

Türkiye, 50 yıldır kapıda bekletiliyor. Bu elbette sonsuza dek böyle gitmez. Bir noktada artık AB, Türkiye’yi kaybetme noktasına gelebilir. Putin’e yaptığım espride de ben bunu ima ettim. Kamuoyu önünde de anlatmıştım bunu. “Niye AB’ye giriyorsunuz” diye bana takıldığında, ben de kendisine esprili bir cevapla “Siz Şangay Beşlisi’ne alın, biz de çıkalım” karşılığını vermiştim.

- Ulus’taki yürüyüş ile ilgili olarak “barikatların kaldırılması emrini ben vermedim” dediniz, bunun üzerine “acaba emri Abdullah Gül mü verdi” şeklinde spekülasyonlar yapıldı, derken siz “yönetimde çift başlılık olmaz” dediniz. Abdullah Gül de “yönetimde çift başlılık diye bir şey yok” dedi ve “Cumhuriyet bayramının nezih bir biçimde kutlanması için yetkililerin dikkatini çekmesinden daha doğal bir şey olmadığını” belirtti. Gül’ün yanıtı hakkında ne söyleyeceksiniz?

Sayın Gül doğru söylüyor, aynı fikirdeyiz. Düşüncelerimiz aynı. Cumhurbaşkanı ile aynı şeyleri söylemişiz. Demek ki bir çiftbaşlılık yok. Herhangi bir fikir ayrılığı yok bu konuda. Aynı şeyleri söylemişiz zaten ve söylüyoruz.

- Seçilme yaşı konusunda 21 yaş üzerinde bir uzlaşma arayışına gidilebilir mi?

Bu konuyla ilgili olarak Almanya’dan da çeşitli örnekler verebilirim. Almanya’da seçme ve seçilme yaşı 18. Bazı eyaletlerde seçme yaşının 16, seçilme yaşının 18 olduğunu öğrendim. Yine AB üyesi ülkelerin 12 tanesinde seçme ve seçilme yaşı 18. AB üyesi 10 ülkede seçme yaşı 18, seçilme yaşı 21, diğerlerinde 25. İlla üniversite bitirmek gerekmiyor milletvekili seçilmek için. Her siyasete soyunan illa parlamentoya girecek diye bir garanti de yok, belediye meclisleri var, çeşitli yerler var. Neden seçilme yaşı ile ilgili böyle bir düzenlemeye gidiyoruz? Daha çok insana özgüven gelsin, insan unsuru daha fazla öne çıksın diye. Neden mesela “üç çocuk” diyorum her yerde? Bunlar daha çok insanın ekonomik ve toplumsal yaşama katılmasını sağlamakla ilgili. Bize ekonomide hep şunu öğrettiler: Ekonominin temel unsurları emektir, sermayedir, üretimdir, tüketimdir. Hayır, insan olmazsa emek olmaz; insan olmazsa sermayenin önemi yoktur; insan olmazsa ne üretim istenen düzeye erişir, ne de tüketim. Ekonominin temel unsuru insandır. Bu yüzden ne kadar çok insanı ne kadar çeşitli süreçlere dahil edebilirseniz o kadar iyi. Benim genç nüfus istememin, “üç çocuk” dememin nedeni de bu...

- Yeni anayasa için fazla zaman kalmadı, çok kısıtlı bir zaman sözkonusu. O çalışma nasıl gidiyor, siz durumu nasıl görüyorsunuz?

Doğrusu benim umudum her geçen gün azalıyor. Buna rağmen bu konuda kararlı ve azimli bir biçimde süreci devam ettirmek gerektiğini düşünüyorum. Arkadaşlarıma hep bunu söylüyorum. Masadan kaçmak yok. Yeni bir anayasa konusunda bizim tavrımız net. Burada “azami müşterek” sağlayabilmek önemli. Dikkat edin “asgari müşterek” değil, “azami müşterek.” İlla dört parti bir araya gelsin diye bir şey de yok. Eğer CHP gelirse CHP ile yaparız; MHP gelirse onunla yaparız. Önemli olan “azami müşterek”. Yeter ki yamalı bohça olmasın. Yeni bir anayasa olsun.

Yerel seçim: Pazar günü kararımızı açıklayacağım

- Yerel seçimlerin öne alınması konusu...

Biz bu konudaki samimi düşüncelerimizi Sayın Bahçeli’nin de desteği ile pekiştirmiştik. Ama CHP sözünde durmadı. Demek ki MHP’den de, bizden de fire oldu; beklediğimiz sayıyı tutturamadık. Şimdi biz Kızılcahamam’da konuyu tekrar görüşeceğiz. Sonra Pazar günü yapacağım sonuç konuşmasında kararımızı açıklayacağım.

DİĞER YENİ YAZILAR