Gazete Vatan Logo

'TSK karşıtlığı haddimiz değil'

Son dönemin ençok tartışılan kurumunun başındaki isim konuştu

TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin Milliyet Gazetesi'nden Devrim Sevimay'ın sorularını yanıtladı.

“TRT bu yayınları nasıl, niye yapıyor?” tartışması ilk Sabih Kanadoğlu’nun evinde yapılan aramayla başladı. 8 Ocak 2009’da Eski Yargıtay Başsavcısı’nın gözaltına alındığı yönünde bir haber çıktı TRT’de, ama daha arama bile yapılmamıştı, üç saat sonra yapıldı. Neydi oradaki mesele?

Biz bir yöntem değişikliği yaptık. Göreve geldiğimden itibaren TRT’deki muhabir arkadaşlarımızı organize edip, belli yerlere dağıttık. Eskiden bakanlıklardan haber talebi olursa gidiyorlardı. Şimdi ise biz arkadaşlara diyoruz ki, “Sizi çağırmalarını beklemeyin, siz her yere gidin.” Niye? Çünkü, masa başı haberciliğini yapmamız bizi başarıya götürmez diye.

Habercilik nasıl yapılacaksa, usulüne uygun yapalım diye. Biz bunu uygulamaya başladığımızda tabii haberler de akmaya başladı. Ama iş yaptığınızda tabii ki hatalar da yapıyorsunuz. Biz hatalarımız varsa onları hiçbir şekilde reddetmiyoruz.

Kanadoğlu olayında hata var mıydı?

Kanadoğlu’nda hata yok, izah edeceğim. Şimdi Sayın Kanadoğlu’nun evine polis gittiğinde bizimle beraber TV8 de verdi. Hatta, galiba bizden de bir iki dakika önce verdiler. Fakat kimse TV8’in niye verdiğini yorumlamadı, herkes “TRT’nin böyle bir refleksi olabilir mi?” diye bunun üstüne gitti.

Üç saat sonra meselesi ise şu: Sayın Kanadoğlu, “Ben polise kapımı açmam, savcı gelsin ondan sonra” deyince aradan tabii belli bir süre geçti. Öyle olunca da sanki işte TRT haberi önceden vermiş gibi oldu. Oysa ki kesinlikle oraya gidilmesinden önce verilmiş bir haber değildi o.

Hakaret etme (Baykal’a) demeliydi
“Gözaltına alındı” diye bir alt yazı çıkmadı mı? Çünkü, hatta “Aslında gözaltına almaya gittiler, ama sağlık sorunu olduğu görülünce vazgeçildi” iddiasının da teyidi gibi algılanmıştı TRT’deki yayın?


Hayır, eğer böyle bir haber çıktıysa zaten yanlış, gözaltına alınması söz konusu değildi, haber “evini aramaya gittiler” haberiydi.

Peki sonra kazı meselesi oldu. 12 Ocak 2009’da Zir vadisindeki silah arama kazısıyla ilgili de şu iki soru gündeme gelmişti: 1- Kazıyı niçin TRT naklen yayınladı? 2- Kazıya daha yeni başlanmışken silahların adedini ve tipini TRT nasıl açıkladı?

Zir Vadisi’nden önce de belli yerlerde kazılar yapılmıştı. O kazıları bütün kameralar canlı veriyordu. Fakat Zir vadisindeki savcı, sadece kamu televizyonu TRT’ye müsaade etti. Diğer kanallar da oradaydı, onlar da canlı yayın için gelmişlerdi, ama bizim arkadaşlarımız çekti. Yoksa diğerleri orada yoktu da sadece biz oradaydık değil.
Tabii topluma bu şekilde sunulunca, sanki biz önceden biliyorduk, silah listeleri de vardı, her şey hazırlanmıştı gibi bir algı yaratıldı. Oysa ki her şey canlıydı zaten, çıktıkça bu listeler verildi. Önceden listeler verilip, sonra kazı yapılmadı. Bunlar kayıtlarımızda var, eğer yanlışsa çıkarsınız dersiniz ki, “Bak öyle değil, böyleydi.” Kaldı ki bu konu adliyeye de taşındı, arkadaşlarımız bundan dolayı ifade de verdiler.

Ne oldu sonuç?

Hiç, ne olabilir ki... Sonuçta habercilik yapıyoruz. Ama işte buradaki sıkıntılı algı şu: “Niye TRT böyle şeyleri önceden biliyor?”

Niye biliyor?

Bundan sonra alışacağız buna. Bunları artık hep biz önceden vereceğiz. Çünkü TRT’nin gerçek gücü, kabiliyeti, imkânları bu. Bir bakıyorsunuz bir televizyonun personelinin tamamı 200 kişi; benim sadece bütün yurt çapında çalışan habercilerimin sayısı 760.

Bizim hızımıza yetişmelerine imkan var mı? Bir diğer özel televizyonları izleyin; bir buçuk saati üç dört tane haberle bitiyorlar, ama bizimki TRT ana haberimiz 40 saniyede bir başka habere geçiyor.

Mesela Balyoz, Kafes planları ilk size gelmiş olsaydı, yayınlar mıydınız?

Yani ele geçirdiğimizde onları da veririz, ama orada daha ölçülü davranmak zorundayız biz. Bizim bir kırmızı çizgimiz var. Biz bir defa kamu yayıncısıyız. Bundan dolayı yanlış haber yapmaktan hakikaten son derece üzüntülüyüz. O haber çok küçük de olsa. Mesela Tuncay Güney olayında inanılmaz bir şekilde bize yüklenildi.

Nasıl yüklenildi?

Baskı geldi. Tuncay Güney’le ilgili çok iyi hatırlarsınız ki bazı anchormanlar kavga etti, “Ben çıkaracağım, hayır ben çıkaracağım” diye, Tuncay Güney TRT’yi tercih etti. Ama orada da şöyle bir üzüntümüz oldu: Böyle bir adamın TRT’ye çıkıp birileri hakkında olumsuz şeyler söylemesi, kişilik haklarına saldırması beni üzdü.
O da TRT’deki bazı arkadaşlarımızın reflekslerinin körelmesinden kaynaklanıyor. Oradaki moderatör arkadaş, “Bir saniye kardeşim, sen burada birine (Deniz Baykal) hakaret edemezsin” demeliydi.
Ama bu bir olasılıktı zaten; çünkü canlı yayına çıkardınız?
Bant yapsaydık da etkisi bu kadar olmazdı, bir. İkincisi ben Tuncay Güney’i bizim yayında duydum. Sanırım yurt dışından geliyordum, benim haberim olmadı, ama haberim olsaydı da Tuncay Güney’in geçmişini siz biliyor muydunuz, ben şahsen bilmiyordum.

Bu yayınlar yapıldıktan sonra baktık ki, adam çok derin bir adam. O açıdan arkasını bilmiş olsaydık hiç girmezdik bu işe, “Bırak başkaları yapsın” derdik. Nitekim bizden sonra da birileri kaç kez çıkardı.

Yalnız sizin Tuncay Güney’i çıkardığınız tarih 14 Ocak. 14 Ocak’a kadar aslında bir fotoğraf çıkmıştı onunla ilgili. Evet, özel kanallar reyting kaygısıyla hakkında spekülatif bilgiler olan insanları dahi çıkarabiliyorlar, ama TRT bir kamu kuruluşu değil mi? TRT’nin reytingden daha önemli değerleri, sorumlulukları yok mu?

Sonuna kadar size katılıyorum. Tabii ki dikkat etmemiz gerekiyor, ama TRT’nin de reyting değil, fakat izlenme kaygısı var. Biz çok fazla izlenmek istiyoruz. Dünyanın en iyi kanalı olabilirsiniz, suya sabuna dokunmazsınız ama silik, sıradan bir kanal olursunuz. Biz öyle bir TRT olmak istemiyoruz.



‘Numara yok’ yerine ‘silinmiş’ dedi
TRT olarak risk alırız mı diyorsunuz?


Risk, ama ölçülü bir risk. Öyle kendimizi şuradan aşağıya atalım diye bir risk değil elbette. Ayrıca bir noktada hata yapmak da kaçınılmaz bir şey. TRT olarak tabii ki yanlış haber vermektense geç vermeyi ben kendi adıma yeğlerim. Bu bizim düsturumuz, ama zaman zaman, özellikle canlı yayınlarda bu tarz hatalar oluyor. Mesela, bir muhabir arkadaşımız da son kamyon olayında bulunan bombalarla ilgili “Üzerinde numara yok” diyeceğine “Silinmiş” ifadesini kullandı.

Oraya gelelim, ama deminki konuyla ilgili aklıma takılan bir şey daha var: Tuncay Güney’i canlı yayına çıkardığınız gibi mesela PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan’ı da çıkartır mısınız? O da yurtdışında yaşıyor, o da çok izlenecek açıklamalar yapıyor?

Osman Öcalan’la da yaptığımız var. Çekmecemde duruyor. (Şaşırdığımızı görünce) Somut olarak gösterebilirim, abartmıyorum.

Ne zaman yayınlayacaksınız?

Yeri ve zamanı geldiğinde. Yani siz gazetecisiniz, bilirsiniz; benimle niye röportaj yapmayı bugün yeğlediniz de iki buçuk sene önce değil. Her şeyin daha iyi oturabileceği zaman dilimini gözlersiniz, ona göre yaparsınız. İster istemez TRT de habercilik yapıyor ve üstelik işini de en iyi yapan olmak zorunda.
Açıkçası, ben özel televizyon olsam bu kadar çırpınmam, bir tane kaliteli eğlence programı koyar, oradan reklam gelirini alırım. Ama biz bu kamunun vergisini tüketiyoruz. Harcanan her bir kuruşu hakkıyla harcamak zorundayız. Aksi takdirde döndüğümüzde halka hesap veremeyiz.

‘Yanlış yaptıysak özür de dileriz’

Gelelim ıslak imzaya. Islak imza haberleri verdiğiniz için de eleştirildiniz, ama “Sonunda haklı çıktık” diyor musunuz? (Habertürk Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya’nın aynı gün çıkan haberine atfen)

Hayır, maalesef dün (15 Mart) Muharrem Sarıkaya’yla Genelkurmay’ın sempozyumunda karşılaştık ve dostum, en azından merhabalaştığım biri olduğu için ayak üstü sohbet ettim. Şakayla bana, “Sizi şikâyet edeceklermiş” dedi. Ben de aynı üslupta “En kötü istifa ederiz” dedim, güldük geçtik. Ama, onu öyle bir yansıttı ki Habertürk’te, “TSK’ya rest çekti” diye... Haddimize mi TSK’ya rest çekmek? Bir defa ifade çok çirkin. Bunu manşete çekmek çok çirkin. (Meslektaşımız Sarıkaya yanıt hakkını Milliyet’te kullanmak isterse, hakkı bakidir.)

Üstelik benim kastım kendileri. Çünkü, TRT ıslak imza konusunu gündeme getirdiğinde bu kamyon olayı gibi yerden yere vurdular. Şimdi ıslak imzayı Genelkurmay Başkanımız “Evet, doğrudur” açıklamasında bulundu öyle mi? Peki, şimdi ne oldu, TRT’yi bu kadar hırpalamak kimin yanına kâr kaldı?

Sinirli değilsiniz değil mi; ayağınızı sallıyorsunuz sürekli.

Bu sinirimden değil, ne zaman beni kızdıracaksınız diye beklediğimden.

(Bunu gülerek söylüyor, ama bu arada ayak sallamasının asıl sebebini de açıklıyor. Onu yarınki bölümde okuyacaksınız.)
Peki, biz yine sıradan devam edersek; 10 Aralık-Reşadiye saldırısı. TRT o haberi verirken sürekli Ergenekon’a atıf yaptı ve hatta sonunda da “Bu arada Ergenekon sanığı Albay Dursun Çiçek’in de Reşadiyeli olması dikkat çekici, ayrı bir husus” dedi. Belki bu da olabilirdi, ama asker bu algıya çok tepki gösterdi.

Biz tepki falan görmedik. Askerler TRT’ye hiçbir şekilde tepki göstermez. Şunun için göstermez; bizim askerle karşı karşıya gelebileceğimiz hiçbir şey olamaz. Bunu çırpınsalar da yapamayacaklar, çünkü ben oyuna gelmem.

Kim çırpınsa?

Diğer televizyonlar, kimi köşe yazarları buna çok gayret sarf etseler de başarılı olamayacaklar.

Neden böyle bir gayret sarf edilsin ki?

TRT’nin çıkışı birilerini rahatsız ediyor olabilir. Çünkü bu çıkışı çok iyi gözlüyorlar. Kaliteli bir yayıncılığı kendine rakip gibi görenler, tabii ki bir şekilde elimine yöntemlerini deneyeceklerdir.
Oysa ben mülki idare kökenliyim. Yaklaşık 15 yıl kaymakamlık yaptım ve bunun neredeyse 10 yılı Doğu’da, Güneydoğu’da geçti. Silahlı Kuvvetlerle iç içe çalışmış bir insanım.

Onların ne yaptığını biliyorsunuz yani?

Hem ne yaptığını biliyorum, hem ne kadar fedakârca çalıştıklarını biliyorum. Bugün ufak tefek sıkıntılar varsa da aslında Genelkurmay Başkanımızın açıkladığı çok güzel bir şey var: En disiplinli olduğu dönemi yaşıyorlar. Çünkü siz sıkıntılı unsurları ayıklarsanız daha sağlıklı olursunuz.
Bir elma kasası düşünün ki çürük elmaları ayıkladığınızda en azından diğerlerini çürütmez daha sağlıklı bir yapıya sahip olursunuz.

Siz de öyle mi görüyorsunuz; sizce de TSK en disiplinli dönemini mi yaşıyor?

En azından uzaktan gördüğümde Silahlı Kuvvetler’in artık mecraına çekildiğini, işlerini daha profesyonelce yapabildiklerini düşünüyorum. Aslında Silahlı Kuvvetler’le ilgili yorum yapmayı hiçbir şekilde uygun görmüyorum. Nedeni de yine Genelkurmay Başkanı’nın bugün güzel bir açıklaması var, herkes işini yapsın, diye. Ben nasıl Genelkurmay’la ilgili bir şey söylemezsem, benim yaptığım işle ilgili de başkalarının söylememesi gerekiyor. Çünkü bu gereksiz bir müdahale.

Genelkurmay Başkanı’nın bugünkü mücadelesi, tutumu inanıyorum ki Silahlı Kuvvetler’i çok sevdiği içindir ve Silahlı Kuvvetler’in daha iyi olması içindir. Yoksa birtakım şeyleri örtebilirdi, bunları kamuya çok taşımazdı.
Ben gerçekten tarihi bir misyon üstlenildiği inancındayım, bunu çok samimiyetimle söylüyorum ve kendisini ilk yüz yüze, rahat bir ortamda gördüğümde de söyleyeceğim. Bu işleri yapmak çok zor, herkes cesaret edemez.
Belki de birileri şimdi bu sözlerinizi “Arayı düzeltmeye çalışıyor” diye yorumlayacaktır.

Ama benim tutumu mu biliyorlar. Benim açık sözlü olduğumu herkes bilir. Kaldı ki bugüne kadar Genelkurmayla ilgili benim bir olumsuz cümlemi, ifademi bulamazlar ki. Konuşmam. 1- Aldığım terbiyeden dolayı konuşmam 2- Ben onlarla beraber omuz omuza mücadele ettim.

Hangi yıllardı?

Terörün en yoğun olduğu dönemde. 92-94 yıllarında Kars Arpaçay’daydım. 94-97’de Bitlis’teydim. Ve onlarla gerçekten ciddi mücadeleler verdik. Düşünün, çok rüyalarıma girmiştir çatışmalar. Jandarma komutanı, korucuları beraber topluyor, operasyona gidiyor. Siz “Geri dönmezlerse” düşüncesini siz hiç yaşadınız mı, ama ben çok yaşadım. “Bu ilçenin, bu köyün insanlarına bu gece bir şey olur mu?” düşüncesini çok yaşadım.

Sakarya Fırat dizisini işlerken de hep bu düşüncelerle işledim. Mesela bu çarşamba günü izlemenizi öneririm, gerçekten çok iyi bir senaryo oluşturulmuş. Orada yaşananları neredeyse birebir bize anlatıyor. O açıdan bunlar öyle oturduğumuz yerden ahkâm kesmekle olmaz.
Dün Silahlı Kuvvetler’e düşman gibi gözüken insanların bugün gerek Silahlı Kuvvetler’in gerek TRT’nin omzundan silah atmaya çalışmaları sadece öyle birkaç günlük geçici hevestir. Bunlar heveslerini alacak, ama gerçekler de rayına oturacak.

Şimdi de biraz duygusallaştınız sanki, çok üzülmüşsünüz galiba?

Tabii çok üzüldüm, siz üzülmez misiniz? Silahlı Kuvvetler’le neden karşı karşıya gelelim? Böyle bir şey kimin haddi? Böyle bir gerekliliği niye duyayım? Ben asker düşmanı mıyım?

Ama yanlışları varsa karşı da olunur?

Yanlışları zaten söyleyeceğiz. Zaten Genelkurmay Başkanı’nın mücadelesinin altında da bu var, onu ifade etmeye çalışıyorum. Çok sağlıklı bir şekilde, çok serinkanlı bir şekilde bunu yapıyor.

Peki bana yine de bir yanıtlar mısınız; Reşadiye meselesi niye öyle oldu?

Yanlış hatırlamıyorsam Ankara dışındaydım, bir bakmamız lazım. Burada olmadığım bir zamana denk gelmiş olabilir, ama tarzım gereği ben, yanlış yapıyorsam özür dilemesini bilen bir insanım. Bundan da hiç rahatsızlık duymadım. Bu olgunluğa erişmiş olmamız gerektiği düşüncesindeyim.
Sonradan baktınız mı bu olaya, peki “Acaba ne olmuş?” diye?
Baktım tabii, ama arkadaşlar bana haber metnini getirdiklerinde o olay soğumuştu. Tekrar gündeme getirmenin bir anlamı yoktu. Zaten Dursun Çiçek’in avukatı da konuyu adliyeye taşıdı.

Şimdi konu açıldığı için, bu vesileyle söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Arkadaşlarıma şunu söylerim: TRT çalışanlarına bu tarz konularda daha dikkatli olmalarını öneririm, çünkü haddi aşan ifadeler kullandığımızda sadece TRT çalışanları zarar görmez, bundan suçsuz insanlar da zarar görebilir. Hele suçsuz olup da bu anlamda zarar görenlerin ahından korkarım ben.

Nasıl birileri haddi aşan ifadelerle hak etmediğimiz tarzda bize saldırıyorlar ve bu beni üzüyorsa, bir başkasını da üzer. Ben empatiyi de çok seven bir insanım.

Haberin Devamı