Enflasyon canavarı kadar kararlısı yok!

Haberin Devamı

Canavar demekle haksızlık mı ediyoruz ne? Kendini nasıl ifade edeceğini en iyi o biliyor.. Benim resmi oranım yılda yüzde dokuzdur, dedi.. Orada kaldı.. Dünya yıkılsa bu oran değişmiyor.. Ben istikrar diye, kararlılık diye buna derim..

Şirince Köyü’nü öte dünyanın Araf meydanına çeviren ve son yaprağında “Bugün kıyamet günüdür..” yazan Maya Takvimi haklı mı çıkıyor ne?

İstanbul’un tepesine yarım kova kar düştü.. Benim bahçedeki çam dalları karlanıp da Yeşilçam filmlerinin makyajla ihtiyarlatılmış jönlerine dönmeden hayat felç oldu..

Say ki felaket!

Önce İstanbul’un kaportaları şeker kaplama taksileri piyasadan çekildi..

Özel araç sahipleri tedbiren evlerine kapandı.. Daireler erken tatil edildi.. Eve koşuşturmaca “çaresizce vesait aramaya..” dönüştü..

Bu arada Digiturk gitti..

***


Bizim evdeki “kıyametin” resmi tarifi Digiturk’ün gitmesidir..

Tekrarlana tekrarlana repliklerini dahi ezberlediğimiz filmler, diziler artık nasıl bir bağımlılık yaratmışsa..

Onları yeniden seyretmezsek “eroin krizine” girmiş gibi oluyoruz..

Televizyonun “lâl” olmasına alışmadığımızdan hafızalı yayın kutumuzun içine baktık..

Fener-Galatasaray maçından sonra “Maraton” programını ful kaydetmişiz.. Okey tuşuna basıp, evin içini o programın sesiyle şenlendirdik..

Tartışmalı pozisyonlardan her birini belki elli kere seyredip içinden çıkamadık.. Varsın olsun..

Şansal Abimiz’in yarı uykulu sesi bize dünyada hayatın devam ettiğini gösteriyordu ya! Yetti..

SAYISAL YALAN

Gündemimiz de yüklüydü hani!

Kafamın içindeki sıralamanın ilk sırasında “enflasyon” vardı.. İkinci sırasında da yepyeni bir Türk işi sucuk tekniği..

Önce enflasyona getireyim lafı..

Her ayın üçü dedi mi önce teknisyenlerce açıklanan, ardından siyaset adamlarınca tartışılan enflasyon rakamlarını bilirsiniz..

On yıldan beri nedense bir türlü iki hanelisini görmedik.. Daha doğrusu birkaç kere gördük ama onlar da kısa süreliydi..

Biz kendi kendimize “N’oluyor?” derken hükümet adamları yetişip lafı ağzımıza tıkıyordu..

Enflasyon da onların söz marifetiyle yeniden tek rakamlı bir haneye iniyordu..

Külliyen yalan!

İstedikleri resmi kurucu aracı yapsınlar.. İsterse enflasyon rakamlarını Diyanet İşleri Başkanı’na veya Papa’ya açıklatsınlar..

Tövbe inanmam!

Ben alışveriş yaptığımda cebimden çıkan parayı bilirim..

İhtiyaçlarım basittir ve değişmez.. Bir miktar salata malzemesi yeşillik.. İlla ki çay stoku.. Kahvaltı malzemeleri..

Bir de bekâr bir adamın sofrasına yetecek türden “yapılışı kolay” et çeşitleri.. Hazır köfte veya tavuk..

Üç sene evveline kadar dört market torbasıyla eve taşınabilen bu yük için yaklaşık yetmiş lira ödüyordum..

Birden yüz liranın üzerine çıktı.. Kasiyer kız “Hesabınız yüz on lira..” dediği zaman ilk “market kasası başı kavgamı” çıkardım..

Sanki fiyatlara ayar veren o kızcağızmış gibi..

Söylene söylene torbalarımı doldurup, çekiştire çekiştire eve götürdüm..

***


İlk market kavgamın nedeni olan o “yüz on liralık” ilk hesap yavaş yavaş yüz otuz liralara, yüz kırk liralara çıktı..

Dozajı nasıl da ustaca

ayarlarlar?

Tarife cırtım cırtım arttığından hissetmezsin bile..

Misal.. Şu demlik poşet çaylar.. Üç liradan başladı tırmanmaya.. İki yıl içinde yüzlük paketi on lira oldu..

Müşterinin zihinsel kapasitesine güvendiklerinden 9 lira 90 kuruş yazıyorlar..

Resmi enflasyonu takip etsek, yüzlük kutunun her yıl otuz kuruş artması lazım.. Nerdeee?

Maliye adamı “Yıllık enflasyon yüzde dokuz..” diye bağırıyor..

Marketler onu “aylık enflasyon” gibi algılayıp fiyatlara ona göre ayar çekiyor..

KENDİNİ AŞMAK

Doksan kuruşluk bir litre süt, üç liraya çıktı.. Otuz kuruşluk maydanoz yüz doksan kuruş oldu.. Dört yüz gramlık kalıbı dokuz liradan satılan tulum peynirini yirmi dört liraya gördüğümüz bile oldu..

Yıllık enflasyon ise bir türlü çift haneye geçemiyor.. Daha doğrusu resmi olarak geçemiyor..

Belli ki “Seyrek bıyıklı asabi şahsiyetin..” bağırıp çağırmasından korkuyorlar..

Eti bu kalemlerin arasında saymıyorum bile..

Nasıl bir hayvancılık politikası izliyorlarsa artık.. Kilosu otuz lirayı çoktan geçti..

Et üretenler bile kendi yaptıkları zamlardan utanır oldular.. Artık zam yapmaktansa ete su basıyorlar.. Kilo başına üç yüz gramlık artışla eti pazarlıyorlar..

Suyunu çıkar.. Etin kilosuna verdiğin para aslında yedi yüz gramına verilmiş oluyor..

Hele pirzola.. Nişanda, düğünde geline çeyrek altın takacağına kemiğinden tut pirzola tak.. Düğünde en büyük alkışı sen alırsın..

Böyle böyle.. Cırtım cırtım..

Bizim dört torbalık haftalık mutfak istihkakı yüz yetmiş, yüz seksen lirayı buldu..

Kasa başında “hesapta yanlışlık mı var” temalı fiş incelemesi de para etmiyor.. Hesap kararlı.. Tıpkı bir türlü değişmeyen “yıllık enflasyon oranı..” gibi..

“Seyrek bıyıklı asabi şahsiyet..” sanki ortaya “Enflasyon rakamının çift haneye çıktığını ilk söyleyeni vururum..” demiş..

En nihayet, bir gün önce kendimizi aştık..

Söylemesi ayıptır, içeriği değişmeyen dört market torbasına iki yüz on lira ödedik.. Havar.. Havar..

***


Hep kötü haberleri paylaşacak değiliz.. Türkiye’de iyi şeyler de oluyor..

İnsanlığa taharet musluğunu, pencereden sarkıtılan alışveriş sepetini kazandıran insanımız, sonunda soya fasulyesinden sucuk yapmayı başardı..

Evet.. Bildiğiniz soya fasulyesinin püresini sucuğun içine katıyorlar, ruhun bile duymuyor..

Böylece daha az kırmızı et tüketirken, bünyeye giren bitkisel gıdanın miktarını artırmış oluyorsun.. Birinin zararı diğerinin faydasını götürüyor..

Fiyatta yediğin kazık yanına kâr kalıyor..

Bu arada.. Geçenlerde “sahtecilikten” teşhir edilen ünlü markalardan bir sucuğun kilosu otuz dört liradan, otuz dokuz liraya çıkmış..

Reklamın iyisi kötüsü olmaz, diyenler haklıymış..

DİĞER YENİ YAZILAR