Beni telef eden meteorolojidir..

Her iyi huylu, devletiyle uyumlu, milletiyle barışık vatandaş gibi resmi ağızların "ağzının içine" baktığımızdan gafil avlandık.. Kar gelmeden buraları terkedip Bodrum'lara neyim gitmek varken burada mahsur kaldık..

Haberin Devamı

İstanbul bir haftadır İstanbul değil, sanki Sibirya..

Gafil avlanan ben oldum.. Daha doğrusu meteoroloji teşkilatımızın kurbanı oldum..

Televizyona çıkan meteoroloji paşaları o kadar kendilerinden emin konuşmasa, benim başımı yemezlerdi..

"Cuma günü başlayacak olan kar cumartesi devam edip, pazardan itibaren kuzey bölgelerini terk edecek.."

İyi.. İki günlük bir eziyet.. Onu da çekeriz..

Pazar günü yeni bir yorumla karşımıza çıktılar:

"Pazartesi gününden sonra hava yumuşayacak.. Çarşamba bazı bölgelere kar yağacak.. Yağışlı hava perşembeden itibaren Marmara'yı terk edecek.."

Salı kar kudurdu.. Çarşamba yani bu satırların yazıldığı gün hava iyice haplandı.. Geceden temizlediğim bahçe yoluna yarım günde on beş santim kar düştü..

Meteoroloji hâlâ burnundan kıl aldırmıyor:

"Perşembe de devam edecek olan kar cumadan itibaren etkisini kaybedecek.."

Görürüz bakalım.. Eğer ben o Cuma maçını hava şartları yüzünden oynayamazsam bitersiniz.. Hava tahmini başladığında televizyonu taşlamazsam adam değilim..

Kaçış plânı
Biz meteorolojiye güvenip, karsız bir yere kaçamadık ama gazetenin kurnazlan birer ikişer ortadan kayboldu..

Temsil bizim katın dergici kızları.. Zaten dün hallerinden kıllanmıştım.. Patronları İclâl Aydın süslenmiş, püslenmiş..

Ne kadar aksesuarı varsa hepsini aynı anda teşhire başlamış..

Hani eskiden evlatlık geleneği vardı.. Evlatlık kızları mahallenin kopillerinden biri baştan çıkarır, kız kaçmaya karar verdiğinde bohçasını hazırlar bir kenara saklardı..

Kaçacağı gün de kıyafetinden belli olurdu.. Evlatlık kız en iyi elbisesini giydi mi bileceksin ki o gün kaçacak..

İclâl Hanım benim canım ile yardımcısı "Kızıl Kafa Hanım'ın dünkü halleri aynen böyleydi.. Nitekim baktım bugün hiçbiri yok..

"Aziz" kod adlı kardeşim zaten böyle havalarda uyur.. Necati Doğru makalesini evden yazmaya karar vermiş.. Duygu Asena raporlu, ev istirahatinde..

Tuğçe Baran'ı arandım, ona bulaşırım hiç yoktan iyidir, diye.. O da yok.. İzmir'e gitmiş.. Kurnaza bak! Yazı işlerini nasıl kazıkladıysa artık, kendini sıcak iklimlere atmış..

Şimdi orada İzmir mutfağına dadanır, yer yer.. Kendini bir beden artırıp öyle gelir..

Küçük bir dedikodu.. On gündür pantolon giyemiyor.. Hiçbirine sığmadığından etekle geziniyor.. Etekler de ne etek yani? Ben diksem onun giydiklerinin yanında Versace kesimi gibi durur..

O kaşkol bu mu?
Geriye kala kala bir tek Yüksel Aytuğ kalıyor.. Onun da başına dikilip konuşmak olmaz.. Televizyon yazıyor ya! Odasında monitörler, gözünü birinden birine dikiyor.. Kıpraşmadan bakıyor..

Bir program atlasa yazısı kazaya kalır.. O yüzden rahatsız ermeye kıyamıyorum..

Gazeteye yine ayaklarım sırılsıklam geldim..

Belediyelerin muhteşem hizmeti sayesinde karda slalom yaptığımızdan, benim kunduralar da baharlık kesim olduğundan, çorap niyetine giydiğimiz tozluk sırılsıklam oldu..

Dünden tedbirimi almışım.. Yedeği yanımdaydı..

Yolda yürürken önce bir kadıncağız kesti önümü.. Boynumdaki kaşkolü gösterip "Türkân Hanım'ın ördüğü kaşkol bu mu?" diye sordu.. Belli ki benim okurlardan..

Evet dediğimde de "O kadar da uzun değilmiş.." diye dudak büküp yürüdü..

Arkasından "Belime sardığım kısmı görmediniz ama.." diye seslenip kabanın altından sarkan kaşkol ucunu salladım ama sesimiz uğultuyla kaynadı gitti..

***

Mecidiyeköy'de Finansbank ile Metro'nun bulunduğu düzlüğü kesen sokak tam bir bataklık.. Kar adamı aldatıyor, basınca üstüne altından bataklık suyu çıkıyor..

İşte orada telef ettim kendimi, tam kaldırıma çıkıp paçaları silkeliyordum ki genç bir kızın ciyaklamasını duydum.. Karşısında dikilen oğlana bağırıyordu:

"Lütfen rahatsız etme.. Bırak peşimi.."

Oğlanın karşılığı; hele bir elinde topladığı karı sıkıştırıp top haline getirsin, birazdan gelecek..

Küçük tartışma
Kızcağızda, elimdeki "köpek saldırırsa karşı tedbir" olarak taşıdığım Devrek bastonunu, Migros'tan üç yeni TL karşılığı alınmış turuncu eldivenleri görünce şahsıma karşı güven peydahladı..

"Şuna lütfen söyler misiniz, beni rahatsız etmesin?" dedi..

Oğlana döndüm.. "Kızı rahat bırak.. Yoluna git.." deyip bastonu salladım.. Oğlan pişkin.. "Vaaaay! Selahattin abim!!" Bu sayhayı duyunca anladım ki ben resmen oğlan tarafı sayılırım..

Yine de uyarımı yaptım.. "Kızcağızı rahat bıraksan daha iyi.." dedim..

Oğlan elindeki karı sıkıştıra sıkıştıra cillop gibi yapmış, hacmini de devekuşu yumurtası kıvamına getirmiş.. Hâlâ o kartopunu okşayıp, parlatıyor..

Ulan kerhaneci.. Kartopu mu atacaksın, sahra topu mu? Kızcağız o gülleyi kafasına yedikten sonra sana hayır diyebilir mi? Gerçi bunları aklımdan geçiriyorum ama söylemeye daha fırsat bulamadım..

***

Neden derseniz, oğlan fırsat bırakmıyor ki.. "Abi o reklâmdaki sen miydin? Filmde niye oynadın?"

Soruya boğuyor beni.. Kız da arkama sinmiş.. "Selahattin Bey elindeki kar topunu yere bıraksın.." diye sızlanmakta.. Oğlan ona da cevabı yetiştirdi:

"Telefonunu istedim, vermedi.. Versin madem numarasını.."

Kararlılığın bu kadarı sapıklığa girmez, iradeyi belli eder.. Fikir değiştirdim.. Bu kez bana sığınan genç kıza döndüm, azarlayan bir ses tonuyla:

"Ne diye vermiyorsun numaranı? Bu havada insanlara niye zorluk çıkarıyorsun?" diye terslendim..

Kız dondu kaldı.. Benim karlı gündeki arabuluculuğum bu kadar işte..

Yürümeye başladım, arkamda bıraktığım kız ile oğlan birbirleri ile mutlu mutlu cıyaklaşıyorlardı..

DİĞER YENİ YAZILAR