Altın değerinde üç Cannes kuralı..

İş bu yazı "Çok paran olsa ne yaparsın?" sorusuna "Kebap yerim.." cevabı verenler için yazılmamıştır.. İleride eline para geçip de Cannes'da yaşamaya heveslenenleri eğitmek, topluma faydalı birer Cannes'lı yapmak için kaleme alınmıştır.. Yazar risalesinde Cannes'lı olmanın üç önemli şartını açıklamaktadır.. Allah kabul etsin..

Haberin Devamı

Fransız vatandaşı olup da Cannes'da yaşamanın "yazılı olmayan" kuralları var..

Birinci kural çok zengin olacaksın.. Paranın hesabını bilmeyeceksin.. Dünyanın dört bir yanında hiç kullanmayacağın veya senede birkaç gün gideceğin evlerin olacak.. Açık denizde seyreden bir yatın mutlaka olacak..

Yalnız yaşıyormuşsun, ailen kalabalık değilmiş, bunların önemi yok.. Yeter ki yatın, içinde kaybolacağın kadar büyük olsun..

Bizim zenginlerin medyanın diline düşen 45 metrelik, 50 metrelik yatları burada sandal sefası için kullanılıyor.. Eğer yatın boyu elli metreyi geçmiyorsa sen bir hiçsin..

***

O kadar büyük yatı ne yapacaksın, diye merak edenler olabilir.. O sebepten yazıyorum.. Altı üstü üç kilometrelik yürüyüş yoluna sahip Cannes'da denize gönül rahatlığı ile girilecek yerler az..

Temsil Cannes'ın karşısında iki küçük ada var ki arada kalan deniz suyunun temiz olduğu rivayeti almış yürümüş.. O yüzden tekne sahipleri erkenden kalkıp yatlarına atlıyor.. Birkaç mil ilerdeki o iki adanın arasına gidiyor..

Orada çimiyor, güneş banyosu yapıyorlar..

Gecikene yok
Kuşluk vaktine kadar gittin, gittin.. Gidemedin mi yandın.. Bütün tekne sahipleri oraya üşüşmüş olduğundan öğle saatine kalanın teknesine yer yok.. İşte büyük tekne, laf gelişi yetmiş metrelik bir tekne böyle günler için lazım..

Dalarsın transatlantik gibi yatınla aralarına.. Diğer yatları, tekneleri kaktıra ittire kendine yer açarsın..

Cannes'da yaşamanın yazılı olmayan ikinci kuralı ise bir şekilde Azrail'i atlatmış olmak.. Kesinlikle ahiretin hesabını tutanlara izini kaybettireceksin ki buraya yerleşmek bir işe yarasın..

Dün de anlattım.. Bugün altını çizeceğim..

Buraya bir şekilde kapağı atanlara kolay kolay bir şey olmuyor.. O yüzden Ferrari'ydi, Lamborgini'ydi.. Buralarda 70'lik gençlerin arabası.. Zaten anaları babaları bunlara altmışı geçmeden spor araba almıyor.. Ellili yaşların değişkenliği ile bir çılgınlık yapmasınlar diye..

***

Cannes'da yaşamanın yazılı olmayan üçüncü ve son kuralı da köpekler üzerine.. Burada sokağa çıkacaksan mutlaka bir itin olacak.. Ama bizdekiler gibi Karabaş kırması değil.. Ufaklarından..

Özüme sorarsanız bu güzel şehrin asıl tadını çıkaranlar bu itler.. Çoğu el kadar.. Ama öyle bakımlı, öyle çalımlı ki.. İnsanı adam yerine koyup havlamaya bile tenezzül etmiyorlar..

Sahilde gezinirken 170 yaşında bir kadın gördüm.. (Belki de 165'ti yaşı..) Bol tüylü, el kadar bir köpeği gezdiriyordu..

Köpekteki asalet
Köpek el kadar ama asalet olaraktan Monaco Prensi'nin at uşaklarından ileri.. Sırtında haki renkli bir yelek vardı.. Ünlü bir marka.. Fiyat olarak 300 euro'nun üzerinde..

Eh! Benim gazetenin sağında solunda sırıtırken gördüğünüz tasvirimde yer alan smokini de aşağı yukarı aynı paraya almıştım.. Yaklaşık on altı senedir kullanıyorum..

Aradaki fark şu.. O köpek 300 euro'luk yeleği sadece bir mevsim giyiyor.. Ben smokinimi on alt senedir.. Ve o zevkten asla sırıtmıyor..

Sadece biz insanlara değil, sağından solundan geçen başka itlere de aşağılayarak bakıyor.. Kendisinin bir kademe yukarıda olduğunun farkında.. Neden mi? Onu da arzedeyim..

Bu itin kafasında şöyle bir tutam top kâkül var.. Sahibi tutmuş, bu kaküle röfle yaptırmış.. Köpeğin havasından geçilmiyor..

Eeee! O top kâkülü ben de kafamda gezdirsem, havamla ortamı batırırdım..

***

İki sene önce gazetelerin birinde fotoğrafını görmüştüm.. "Dünya'nın en küçük köpeği"
başlığını atmışlardı.. Bir bira bardağının içine koyuyorsun, köpek mahsur kalıyor.. O kadar küçük..

İngiltere'de meraklısına tanesini 1500 Pound'a satıyorlarmış.. Yani altı, yedi milyar eski Türk Lirası..

Teyzenin biri de ondan iki tane almış, onları gezdiriyor.. Ben böyle bir parayı köpeğe vermem.. Kooperatife girerim, devre mülk kovalarım daha iyi..

Asıl keyif yazın..
Yılbaşı tatiliydi.. Üstelik Avrupa'yı kar basmıştı.. Fransa başta olmak üzere bütün kuzeyin oralara aktığı söyleniyordu.. Yine de bilenler için Cannes çok tenhaydı..

"Buraları asıl yazın göreceksin.." diye anlatıyorlar.. İzmir'in kordonunu andıran o sahilde iğne atsan yere düşmüyormuş..

Hele yatların sıra sıra bağlı olduğu marinanın gezi yerlerinde.. Cennet hurisi kızlar bir aşağı bir yukarı gezinmekte, eşinmekteler ki o moruklardan birinin dikkatini çeksinler de kapağı tekneye atsınlar..

Plajlarda soyunup, taa edep yerlerine kadar çıplak kalanların Cannes Film Festivali etkinlikleri çerçevesinde bu hallere girdiğine inanmıyorum.. Maksat kesinlikle para babalarından birinin dikkatini çekmek..

Bu konuda da şampiyonluk yabancı zenginlerde.. Yerlisi tam tersine, "sekte-i kalpten gitmemek için" evi barkı kapatıyor veya tekneyi alıp daha tenha yerlere kaçıyor..

***

Burada yakayı Rus kızlardan kurtarsan kumarhaneleri atlatamazsın.. Kafayı çevrede iki üç kez dolaştır, mutlaka bir kumarhane var.. Kapısında birikenlere bakarsan ana kraliçe oğul veriyor sanırsın..

Zaten nerede salkım saçak bir kalabalık varsa bil ki orası kumarhane kapısıdır.. Yani şehir senin paranı bir şekilde almaya kararlı..

Burada en zor bulunan şey ne iyi bir otel odası ne de şık bir lokantada yer.. Aracına park edecek yer bulamıyorsun.. Araba sahipleri şehirde bir cırtım yer bırakmamışlar.. Bizdeki gibi vatandaşın yolunu, kaldırımını sahiplenen bir "değnekçilik teşkilatı" oluşmadığı için arabası olan "park yeri bulacağım" diye debelenirken arabasının içinde mahsur kalıyor..

Hallerini seyrederken içim parçalandı..

Cuma: Picasso'nun evine çat kapı gittim, kimseyi bulamadım..

DİĞER YENİ YAZILAR