Diğerleri yaz köşesi.. Bizimki kış köşesi..

Haberin Devamı

Zatım da köşe yazarlığının Konya Paşası.. “Kar geliyor beyler.. Yazılar erken..” dediler, ancak bunu yumurtladık.. Bir de uyarı hizmeti yaptık.. İki vakte kadar bizim köşecilerden biri ortadan kaybolursa nereye bakacağınızı bilesiniz diye..

Kar hafiften dökülmeye başladı..

Daha bahçedeki çamların en geniş dalları yeni kar tutmuştu ki Aytekin Hoca’m doğal olarak telefona sarılıp uyarısını yaptı..

“Beyler, yazıları erken topluyoruz..”

Kar, buğday üreticisi çiftçinin ne kadar dostuysa medya leşkerlerinin de o kadar düşmanıdır..

Kar tanesi düştüğü anda medya birimleri alarma geçer.. Sebebi mi?

Eskiden belliydi..

Sayfa çıkışları matris kalıplarıyla alınırdı.. O matrislerin uçağa yetiştirilmesi gerekirdi.. Ayrıca nerede kurulu matbaan varsa oradan dağıtıma çıkacak araçların da saatlerini geriye alması şarttı..

Sonra bilgisayar üzerinden film geçme icadı çıktı ama reflks değişmedi..

***


Altyapısı yetersiz bilgisayar iletişimi ilk zamanlarda telefon üzerinden sağlanıyordu..

Eh! Telefon deyince orada duracaksın..

Kırklı, ellili, hatta altmışlı yıllarda doğanlar için telefon çağın mucizesidir.. Ona sahip olmak her babayiğidin harcı olmadığından sıraya girilir..

Gözü açık aileler yeni doğmuş bebeklerine nüfus kâğıdı çıkarır çıkarmaz PTT idaresine koşup, bebeyi sıraya yazdırırlardı ki evlenecek çağa gelindiğinde telefon sırası da gelsin diye..

İşte bizim sayfa filmleri de böyle bir kültür üzerinde gelişen telefon hatları sayesinde geçiyordu, doğal olarak güven vermiyordu..

Telefon iletişimi kesildi mi o filmleri göndermenin tek çaresi uçaklara yetiştirmekti.. Sayfalar uçuş ekibine teslim edilir, gazetenin bekası sağlanırdı..

YAZAR NE YAZAR?

Şimdi bilgisayar iletişimi olabileceği en yüksek seviyede.. WiFi denilen bir dalga icat edildiğinden beri.. WiFi’nin açılımı (Wire Fire) şeklinde ki biz bunu “kablosuz iletişim” olarak algılıyoruz..

Yani “Beypazarı’nda, Konya Hadım’da direk devrildi, hatlar kesildi..” diye bir meselemiz yok.. Yine de kar düştüğünde panik olup, yazar milleti için erken uyarı sistemlerini harekete geçiriyoruz..

“Beyler! Kar var, erkenciyiz.. Yazıları sallayın lütfen..”

İyi.. Sallayalım bakalım..

Burada asıl dertli olan gazetenin yazı denetleme masasında oturanlar.. Bizim Aytekin Hoca gibi..

Eski gazetecilikte “Musahhihler” vardı.. Türk Dil Kurumu bunu beğenmedi.. “Düzeltmen” yaptı.. O günden beri durumumuz çok düzeldi..

Yazı tashih eden, yani düzelten musahhihler en çok köşe yazarlarından çekerdi..

Bizdeki köşe yazarlığı sıfatının yanında duran hayali kimlik boşluğunda “Allame-i Cihan” yazar ama bunu kimse bilmez.. Sadece yazarın kendisi bilir..

O yüzden de önüne gelen her mesele hakkında illa bir şeyler söyler..

Bir gazete köşecisi nasıl olur da her şeyi bilir, diye okur da kafa yormaz..

Köşecinin aklına eser, yağmur ormanlarındaki ağaç katliamının ekolojik dengeyi nasıl etkilediğine dair “dört başı mâmur” (çamur da olabilir) bir risale patlatır..

Ertesi gün anayasa tartışmaları üzerine memlekette ne kadar anayasa hukukçusu profesör varsa intiharı düşündürecek bir yazı yumurtlar..

Bir sonraki gün İstanbul’un Mecidiyeköy semtindeki evinden “Global ekonomik kriz nasıl durdurulur?” konulu bir yazı yazıp, Amerika Merkez Bankası Başkanı’nı eleştirir..

Aklına tarihi bir konu düşer..

Vaktiyle okuduğu bir Feridun Fazıl Türbentçi veya Abdullah Kozanoğlu romanından aklında kalanlarla “Tehcir yazısı” döşer..

Bir gün gurmedir, yemek beğenmez... Öbür gün teknik direktördür, milli maç öncesi takım tertibini açıklar.. Modaya dalar, mahalle terziliğinden “tasarımcılığa” yatay geçiş yapanların başına bela olur..

Eğer televizyondan film seyretmişse, bir sonraki yazısında mutlaka film eleştirmenidir..

Sonunda o yazılar mutlaka editör masasına gelir ki o zaman da Aytekin Hoca gibilerin çilesi başlar..

BİTMEYEN ÇİLE..

Okur kısmının durumu yine iyi..

Yazarı beğenmedi mi? Televizyon programını zaplar gibi sayfayı çeviriverir, gider.. Uğurlar olsun yazar efendiye..

Ne var ki Aytekin Hoca’m gibi, ekmeğini gazetenin köşe yazarlarını okuyup düzeltmekle kazanıyorsan, durum öyle değildir..

Aytekin Hoca’m “Çakmışım senin yüksek fikirlerine..” deyip, kendisine internet üzerinden ulaşan yazının kapatma ikonunu tıklayamaz..

İşi bu.. Kahır çekse de sonuna kadar okuyacak.. Okurken de ortalama olarak her paragrafa düşen iki dil yanlışını düzeltecek..

Köşeci muhterem “Tayip” mi yazdı.. Sözcüğü tıklayıp onu “Tayyip” olarak değiştirdikten sonra metinde bırakacak..

Köşeci kısmı kendi yanlışında çok ısrarlıdır..

“Seyrek bıyıklı asabi şahsiyet” üzerine senede yüz yazı yazıyorsa, yüzünde de isim niyetine kendi icadı olan ‘Tayip” sözcüğünü kullanır..

Ertesi gün o sözcüğün nasıl olup da “Tayyip” diye değiştiğini merak etmez.. Dert etmez..

Sadece dil yanlışlıkları değildir düzelttikleri.. Yazarın bilgisi de çaktırmadan, kendisi incitilmeden denetlenir..

Köşeci, Menderes’in kazandığı son seçimi 1969 diye biliyordur.. Onlar her seferinde 1957 olarak düzeltirler

Köşeci Genelkurmay Başkanı olan zatı, kuvvet komutanı diye yazar.. Onlar yanlışı düzeltip komutana iade-i itibar sağlar.. Köşeci de mutlu olur..

***


Aytekin Hoca’nın masasında yirmiye yakın kapsamlı sözlük var..

Oxford’unki başta olmak üzere yirmiden fazla dilin Türkçe açıklamalı sözlükleri de yanında..

Anayasa, Meclis İç Tüzüğü, Ceza Yasası, Ceza Mahkemeleri Usul Kanunu.. Ne ararsan masasının üzerinde..

Ne işe mi yarayacaklar?

Tahminim o ki bir gün Aytekin Hoca’nın sigortası atacak.. Bizim köşecilerden biri elinde kalacak..

Sonra cesedi, ıssız bir köşeye çekip üzerini o kitaplarla kapatacak.. O yazarı daha da kimse bulamaz..

İddialıyım bu lafımda.. Çünkü biz, kitapla dolu bir yere asla sokulmayız.. Kafada böcek yapar..

DİĞER YENİ YAZILAR