Duruş sahibi olmak.. Etrafa boş bakmak..

Haberin Devamı

Başlıktaki bu iki satır, “imaj yapmanın” olmazsa olmaz iki altın formülüdür.. “Gerçek” gözle görünür bir şey olmadığından tartışılır.. İmaj tartışılmaz, kabullenilir.. Bir kere imaj yarattın mı işin kolaydır, herşey onu besler..

Devir “imaj” devri..

Başarılı olacaksan, iz bırakacaksan illa ki bir imajın olacak.. Dahası kendi adının etrafında bir “şehir efsanesi” yaratacaksın..

Ondan sonra sırtın yere gelmez..

Geçmişte iletişim araçları bu kadar yaygın olmadığı, olanın da hızı kaplumbağa standardını aşmadığı için; imaj yaratma meselesi ahalinin çenesine kalırdı..

Bu da ters imajların doğmasına yol açardı..

Temsil, padişahımız birinci ve sonuncu İbrahim.. Saray ulemasının dedikodusu ile imajı bir “delilik” teşhisi üzerine oluştu..

Deli miydi? Tarihi iyi bilen insaf sahiplerine göre değil.. Lakin yaptığı her şey eninde sonunda getirilip bu “deli” yaftasına bağlanırdı..

***


Adam tutmuş, sadrazamına yani devrin başbakanına “Benim arabam yola çıktığında önü kesilmeyecek, tedbirini alasın..” demiş..

Sadrazam da “He.. Hee..” deyip kavuğunu sallamış..

Ne var ki iki vakte kadar Padişah’ın sinirini oynatan şey olmuş..

Arabasının yolu, seyir halindeyken bir köylünün ot arabası tarafından kesilmiş..

Padişah da o öfkeyle oturup sadrazamına “Behey godoş.. Behey karpuz kıyafetli pezevenk..” hitaplarıyla başlayan sert bir name yollamış.. Kaptanzade Mehmet Paşa mıydı sadrazamı ne? Tabii yolcu..

Padişah’ın arabası bir çıkmaz sokakta sıkışınca bu kez kabak yeni sadrazam Salih Paşa’nın kallavi kavuğunda patlamış.. Cezası boğularak idam..

SONUÇ NE Mİ?

Sultan İbrahim’in bizde iki seçim dönemine denk gelen saltanatında akılda kala kala bunlar kalmıştır..

İhtimal dönemin zevzeklerinden biri, iki sadrazamın başına gelenlerden sonra “Bu padişah tırlak yav!” dedi..

“Delilik” imajı Sultan İbrahim’e tarih boyunca silinmemek üzere yapıştı..

Burada sultanın da hatası var..

Başlıkta belirttiğim gibi “duruşu yoktu” ve “karakter yapmayı” bilmiyordu..

Aynı yüz yılın sultanlarından Dördüncü Murat ise ahali tarafından “sofu padişah” diye bilinirdi..

İstanbul başta olmak üzere memlekette içki ve tünün yasağı uyguladı.. İçenleri canından etmecesine sert bir yasaktı bu..

Sofuluk imajı öyle sağlamdı ki alkolik padişahın kendisi içki yüzünden otuz yaşını görmeden dar-ı bekâya gittiğinde ahali işin aslını bilemedi..

Bilse de inanmadı..

Allah verdi, Allah aldı dediler.. “İmaj” denen şeyin gücünü gördünüz mü?

***


Devr-i cumhuriyette “imaj” meselesi daha da kolay hale geldi..

Cumhuriyetin kulları “algıda seçici” olduğundan mıdır yoksa iletişim araçlarının hızlı gelişen teknolojisi kafayı alt üst ettiğinden mi nedir bilmiyorum..

Her şeye daha çabuk inanır, daha çabuk kanar olduk..

Anasını kaybetmiş malak gibi yanık yanık böğüren birini “müzik dünyasının benzersiz sesi” ilan edip Pavarotti gibilerle kıyaslama işi bizde..

Vasat yetenekte, koca kafalı, kısa bacaklı bir oğlanı Avrupa’nın en iyi futbolcusu sanma saflığı bizde..

LİSTE BİTMEZ..

Filmlerinden bir tanesi bile içeride yirmi bin seyirciye ulaşamamış bir yönetmeni “Daimi Oscar Adayı” ilan etme saflığı bizde..

Bir kere bile yurt dışına çıkmamış insanların Türkiye’nin dünyadaki en güzel coğrafya üzerinde oturduğu iddialarına kafa sallamak bizde..

Say say bitmez..

Olayları topluca irdelersek ahalinin kendiliğinden “imaj” beklentisi içinde olduğu, bu ihtiyaca cevap verenlerin de gemisini yürüttüğü ortaya çıkar..

Çiçeği burnunda bir gazete çalışanı olduğum yıllarda, seçim gezilerinde gittiğim köy kahvelerinde “İngilizce tartışmasına” şahit olurdum..

Devrin iki önemli siyasi figürü vardı.. Biri Demirel diğeri Ecevit..

***


Kendi aralarında üç dört yüz kelime ile anlaşan köylülerimiz “Hangisinin daha iyi İngilizce konuştuğunu..” üzerine saatlerce kafa patlatırlardı..

O tartışmalara bir yabancı tanık olsa, doğal olarak bizim köylünün ya İngiliz misyonerler elinde eğitildiğini ya da her köyden beş on kişinin İngiltere’de burslu okuduğunu düşünürdü..

Elin yabancısı “Abesle iştigalin” milli hobimiz olduğunu nereden bilecek?

İMAJ KALKANI

Ahalinin bu hallerini izleye izleye, seyrede seyrede şunu öğrendim..

İmaj yapmak için kendi başına uğraşmana gerek yok, yerinde sakince otur.. Bırak imajını ahali yapsın..

Özellikle siyasetle uğraşanlaradır tavsiyem..

Memleket meseleleri üzerine zırt pırt fikir beyan etmeyin.. Tam tersine herkes car car konuşurken siz susun..

Katıldığınız televizyon oturumlarında diğer konuşmacıların tartışmalarını gizemli bir tebessümle izleyin..

Hatta mümkünse, gözünüzü bir yere sabitleyip boş boş bakın..

İki vakte kalmaz, insanlar hakkınızda “bunda devlet adamı kumaşı var..” diye konuşmaya başlar..

Konuşturmak için çok sıkıştırdıklarında anlamı belli olmayan bir iki laf edip, yine boş bakın..

“Karnabahar sebze diye bilinir ama çiçektir..” gibi..

“Devlet adamı” imajını size yapıştıranlar, yapılacak ilk cumhurbaşkanı seçiminden önce adınızı aday listesinin tepesine koymazlarsa ben bir şey bilmiyorum..

***


Arkadaşımız Reha Muhtar, diğer arkadaşımız Can Dündar için sert bir risale yazmış.. Doğrudan imajını gagalamış..

Can Dündar da ona “Ne yazarsan yaz, ben duruşumu bozmam..” mealinde cevap vermiş..

Daha geçen haftanın bu taze olayı, birincinin “imaj” olayını es geçtiğini, ikincinin ise doğru kavradığını gösteriyor.. Konuyu “imaj parlatma gönüllüsü” ahalimize havale ediyor..

Gözlüklerinin arkasından sakin sakin bakıp, duruşunu bozmuyor..

Yani lafın kuyruğuna düğüm şöyle atılabilir.. “Bay Reha boşuna nefes tüketiyor..”

Başlığa getirelim lafı..

“Boş bakış ve sakin duruş” formülü varken, Reha Bey isterse cinayet anında suçüstü yapsın, Can Bey’e bir şey olmaz..

Kıssadan hisse: “İmaj kalkanı, füze kalkanından daha koruyucudur..”

DİĞER YENİ YAZILAR