Seçime dair yararsız ve zararsız bir performans!

Haberin Devamı

İş bu risalenin A partisine, B partisine, C partisine bir faydası yoktur.. Siyaset üstü takılan yazarınızın kendi kendine söylenme halidir.. Aslında cepte para bitti.. Sinirim ona ama dillendirsem seçim yasağına gireceğinden lafı yokuşa vurdum..

Bugün vatandaşlık görevinin yerine getirileceği gün.. Üç aydır tozu dumana katan, ortalığı velveleye veren seçim kampanyalarının şamatası bitti..

Dananın kuyruğunun kopacağı yere geldik..

Başka bir deyişle zurnanın “zart” diyeceği yerdeyiz..
Komşumuz Suriye ile “tavuklarımızın birbirine karıştığı yerde..” kan gövdeyi götürürken, biz nispeten kazasız belasız sandığa gidiyoruz..

Bu güneşli, bahardan kalma güzel pazar sabahı biz sandıklara koşarken, onlar Mahir Esat’ın öldürmeye programlı askerlerinden canlarını kurtarmak için sınırımıza koşmaya devam edecekler..

Bunun da kıymetini bilmek lazım..

***

En evvel Zülfü Livaneli’den duymuştum lafı.. O da Ahmet

Hamdi Tanpınar’ın bir yazısından öğrenmiş..

“Coğrafya kaderdir..” diyor Tanpınar..

Zavallı Suriye’nin hallerine bakınca kaderimizin bize sunduklarına bir kere daha şükrediyoruz..

Seçim heyecandır.. Şimdi finali, saat beşten itibaren televizyon başında sekiz on saat daha yaşayacağız.. Büyük maraton bitecek..

Kimler mi gülecek?

Adam berber koltuğuna otururken “Saçım ak mı siyah mı?” diye sormuş ya! Berber de bilgece cevap vermiş:
“Şimdi önüne düşer, görürsün..”

PERFORMANS

Parti başkanları son hafta televizyondaki oturumlara güç verdiler.. Eskiden olduğu gibi liderlerin karşılıklı oturup atışmasını izleyemedik..

1983 seçiminde sosyal demokrasinin başına merkez valisi gibi tayin edilen Necdet Calp’ın “Boğaz Köprüsü’nü özelleştireceğiz..” diyen Özal’a inat elini masaya “Pat! Pat” vurması..

Masayı pataklarken “Sattırmam..” diye bağırması..

Böyle bir şenliğin tanığı olamadık mesela..

Bu arada ekranda çınlayan o “sattırmam” lafı Necdet Calp’ın partisine yüzde otuz oy getirmişti.. O gündür bu gündür o oy oranı hayaldir..

Ahali de bir tuhaf..

Özelleşmeyi neresinden anladıysa, Turgut Özal köprüyü söküp götürecek, parasını verenin önüne kuracak bellemişti.. O yüzden bastı oyunu halkçılara..

Öte yandan Özal’ın sakin sakin konuşması, konuşurken de Mont Blanc marka beş yüz dolarlık dolma kalemini kameraya doğru sallaması seçmeni mest etmişti..

Kalem kameraya doğru sallandığında vatandaşın gözüne doğru sallanıyormuş gibi oluyordu, vatandaş da oturduğu yerden “Bak gözümüz yine çıkmadı.. Bu adam belli ki usta..” diye düşünüyordu..

O sallanan kalem de yüzde kırkın üzerinde oy getirmişti..
Otuz yıl önce toplum daha mı masumdu ne?
O zamanın baş ihtiyacı telefon..

Şehir yerinde çocuk doğar doğmaz, uyanık anne ve babalar onu telefona yazdırıyordu.. Çocuk evlenme çağına gelene kadar ancak sıra geliyordu..

Köy yeri için bırakın özel telefonu.. Bütün köye bir tane bağlansa herkes razı.. Ölüsü olduğunda, başına kötüsü geldiğinde güvenilecek bir imdat aracı..

Merhum Özal nereye gitse vatandaş kendisinde telefon istiyor.. O da meydanda talebi dillendiriyor..

“Merak etmeyin.. Yakında hepinizin cebine birer telefon kayacağım..”

Sözünü ettiği şimdi çoluğun çocuğun elinde gezen cep telefonu..

Benim kendi halindeki vatandaşım böyle bir teknolojinin dünyayı sarmakta olduğunu nereden bilsin? Özal’ı kardeşi Korkut Bey ile yeğeni Hüsnü Bey’e şikayet etmişler..

Onlar da bir seçim turu gecesi “Abi.. Şu telefon mevzusunu kürsüde anlatmasan..” diye ricacı olmuşlar..

Özal nedenini sorduğunda cevaba daha çok şaşırmış:
Vatandaş “cebimize telefon koyacakmış..” diye başlıyormuş lafına..

“Bunca seçim atlattık, nice yalancı siyasetçi gördük ama böylesini görmedik..”

İŞİMİZ İSTEMEK

“Cebe telefon konur mu?” lafından çıkıp, buralara kadar geldik..

Ondan öncesi de karanlıktı..

Cebinde yabancı marka sigara ile yakalandın mı “kaçakçılıktan” hapsi boyluyordun.. Veya birkaç dolar için bir yıl yatıyordun..

Zavallı tiyatrocu Lale Oraloğlu.. 1960’lı yılların sonundaydı galiba..

Doğu illerine yaptığı bir turneden dönerken Doğu Beyazıt’tan mı Kilis’ten mi ne? Bir kavhe fincanı takımı satın almış.. Ucuz gelmiş garibime..

Şimdi İstanbul çercisinin takımını beş liraya sattığı nesne..

Yolda jandarma aramasında yakalanan altı fincan ile altı fincan tabağı için kadıncağız on sekiz ay hapis yatırıldı..
Ondan evveli daha da beterdi..

Demokrat Parti zamanında yurt dışına çıkmak için on beş dolar harcırah almak, bunu da maliyeden temin etmek zorundaydın..

O on beş dolarlık döviz tahsisatını ya Başbakan Menderes ya da Maliye Bakanı Polatkan imzalıyordu..
Hey yavrum hey!

Bunları gel de ahalimizin bugününe anlat.. Almanya’ya gideceksin.. Döviz tahsisatı imzası için Başbakan’ı veya Maliye Bakanı’nı kovalayacaksın..
Yaşamayana tevatür gelir..

Ecevit döneminde bulunan çare üç yılda bir yurt dışına çıkma izni vermekti..

Aha yaz tatili başlıyor, başladı.. Seçimden sonra tutamazsın milleti.. Bodrum, Çeşme, Kuşadası, Marmaris ya da güney illeri..

Aklına esen arkadaşlarına teklif edecek:
“Akşam yemeğini Patnos adasında yiyelim..”
“Gece Sisam adasına geçelim mi?”
“Abi! Sakız adasında bir kalamar ızgara yapıyorlaaar..”

***

“Hafıza-i beşer, nisyan ile mâlûldür..” demiş eskiler..
Bunu dizide replik olarak kullansan alt yazısı “İnsanın hafızası unutma kusuru ile yaralıdır..” şeklinde formüle edilirdi..

Düpedüz manası “İnsan unutur abi..” oluyor..
Evet, hem unutur hem de her türlü konfora, rahatlığa çabuk alışır..

Seçim sonuçları bu dediklerime hak verecek.. En çok da politikacılar şaşacak buna..

Ne yapalım? Doğamızda var.. Hep isteriz hep isteriz.. Ne kadar verseniz fazlasını isteriz.. Bunu bilin de.. Sonra karakolluk olmayalım..

DİĞER YENİ YAZILAR