Anayasal tarafsızlığı gözyaşı ile ıslatmak..

Haberin Devamı

Buradaki “ıslatmak”sözcüğünden “Gelin arkadaşlar, demokrasimizin faziletini Asmalımescit’e gidip Boncuk’un meyhanesinde kutlayalım..” mânâsı çıkarılmasın..

Gözyaşlarının sebep olduğu ıslaklıktan bahsediyorum ki insan siyaseten nem kapıyor..

Dünkü Milliyet’in birinci sayfasının orta yerindeki fotoğraf “Bu memlekette artık siyasi mizah yapılmıyor..” diyenlere cevaptır..

Memleketimiz seçime gittiğinden Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım beyefendi, Anayasa gereği koltuğunu müsteşarı Mehmet Habib Soluk beyefendiye devrediyor..

Üç aylık geçici bir devir bu..

Eski müsteşar yeni bakan Mehmet Habib Soluk beyefendi hüngür hüngür ağlıyor..

Fonda bakanlığın, devir teslime tanıklık eden memurları, bazı üst düzey bürokratlar ile gazeteciler var..

Mehmet Habib Bey öyle dertli ki.. Gözünden taşan yaşlara mendilini bastırmış “gönül kanamasını” durdurmaya çalışıyor..

Gencecik muhabir kızlar, oğlanlar hayretle bakıyor..

***


Haber fotoğrafını özlemişim..

Neden mi? Medya çoktandır haber fotoğrafçılığını unuttu da ondan.. Yeni sayfa editörlerinin haber fotoğrafı aradığı yok.. Sayfaya ölü şeyine tıkılan pamuk gibi yerleştirilen haberi “bir kelle fotoğrafı” ile süslemek yetiyor onlara..

Gazetelerin birinci sayfaları kelleden geçilmiyor..

Bundan yakınırken eskiden örnek vermek “bir zamanlar buraları dutluktu..” muhabbeti gibi olacak ama işin gerçeği de bu..

Bin tane köşe yazısından, bin tane tepki demecinden daha etkili haber fotoğrafları gördük..

Ele geçen Vietkong yandaşının kafasına dayadığı otuz sekizlik Smith Wesson ile ateş etmeye hazırlanan Vietnam Generali’nin o gaddar pozu mesela..

TEK KARE YETER

Vietnam savaşını sessizce izleyen dünya kamuoyu tek fotoğrafla Amerika’nın aleyhine dönmüştü..

Irak’taki Halepçe Katliamı’nda torununu kucaklayarak secdeye kapanmış vaziyette can veren dedenin fotoğrafını da bizim Ramazan Öztürk çekmişti..

Saddam’ın canavarlığı o tek kareyle tescil edilmişti..

Tek karelik haber patlamalarının çok keyiflileri de var tabii.. Temsil, İstanbul’a gelen Hollywood yıldızı Terry Moore’un bacak bacak üstüne atarken yakalandığı o tek kare gibi..

Magazin âleminde “Terry Moore rüzgârı” eserken, şair Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Birazcık aklımız vardı.. / Onu da Terry Moore götürdü..” dizeleriyle biten şiiri dillerde dolaşırken yakalanan tek kare..

Sharon Stone’un Temel İçgüdü filmindeki o malûm sahnede bacak üzerine bacak atarken donsuz yakalanması gibi..

Gerçi Abdi İpekçi Beyefendi, Terry Moore’un edep yerini siyah bir bantla kapattığından iş okurun hayal gücüne kalmıştı ama varsın olsun..

Hâlâ sahaflara düşen eski kitapların içinden arada bir Terry Moor’un o meşhur fotoğrafının kupürü çıkar..

Haber fotoğrafına sardırmamın izleri taaa eskilerdedir..

Son olarak da Ulaştırma Bakanlığı’ndaki devir teslimin o hicranlı karesi hafızama kazınmış oldu..

***


Anayasa’yı bilmeyen, bu devir teslimin nereden icap ettiğini kestiremeyen okur için biraz malûmatfuruşluk yapayım..

Efendim, kendimize “demokrat ülke” süsü verdiğimizden, seçimden seçime ileri demokrasilerden transfer bazı ritüelleri tekrarlarız..

Seçim tarafsız olacak ya!

Bu yüzden ileri demokrasiler, seçime etkili olabilecek bakanlıkların “tarafsız” ellerde kalmasını uygun görüyor..

Bunlar İçişleri, Adalet ve Ulaştırma Bakanlıkları..

Seçime üç ay kala bu bakanlıklar el değiştirir.. Başbakan isterse dışardan “tarafsız” bildiği üç kişiyi bu göreve atar.. Veya müşteşarları bu görevi devralır..

HİCRANLI VEDA

Bu görevi geçici olarak teslim alan müsteşarların tören esnasında; mor koyun sürülerini beşe seline kaptırmış da ona ağlıyormuş gibi hislenmeleri demokratik bir mecburiyet değildir..

Ağlamak bu makamların “gözü yaşlı tarafsızlara” teslim edilmesine içlenecek vatandaşa düşer..

Ayrıca siyasi geleneklerimizde “tarafsızlık” mekrûhtur..

O yüzden her bakan müsteşarını, kendi partisine en yakın bürokratlar arasından seçer.. Bu da siyasetle uğraşması kanunen yasak olan memuru fiilen siyasetin içine sokar..

Böyle şeyler Batı demokrasilerinde ayıptır.. Bizde ise böyle yapmayan ayıplanır..

Bu temel bilgileri verdikten sonra fiiliyata gelelim..

Makamını, üç aylığına habib-ül müsteşarı’na teslim eden Binali Yıldırım Beyefendi siyaseten çok güçlü bir kişidir..

Partisi içindeki yeri tartışılmaz..

Ayrıca seçimlerden milletvekili olarak dönüp hükümette yeniden yer alacağından “en derin siyaset cahillerinin” dahi şüphesi yoktur..

***


Yani Binali Yıldırım Beyefendi bakanlığa veya teşkilatına “bir daha dönmemek üzere” veda etmiş değil..

Devir teslim töreninden önce habib-ül müsteşarı’na da “Ne yapalım Mehmet kardeşim, kaderimiz böyleymiş..” demiyor..

“Haydi bakalım gidip de dönmemek var..” türünden hicranlı Yeşilçam replikleri kullanmıyor..

Müsteşar Bey’in ağlaması tamamen doğaçlama.. “Siyasal mizah” kategorisine sokulacak komedi de bu doğaçlamadan çıkıyor..

BENİ DE BİTİRDİ

Meraklısı internetten o haberi bulsun, veda karelerine dikkatle baksın..

Habib-ül müsteşar perişan.. Ağlamaktan gözleri taşmış..

Mendili musluğa tutulmuş gibi ıslak..

Bir tek “sin” yapmadığı “Gettiiii.. Aslan gibi bakanııım gettiiii..” diye bağırırken; kravatını çekiştirip, gömlek düğmelerini yırtmadığı eksik..

Aynı karenin içinde Binali Yıldırım Beyefendi de var..

Ancak yüzü asık, bu hissiyatı yüksek vedalaşma yüzünden gergin..

Ertesi gün gazete sayfalarına girecek o karelerin nasıl görüneceğini bildiğinden tadı kaçmış durumda..

Kalkıp yeni bakana “Ağlama arkadaş, beni de bitirdin..” deyip takaza edecek hali de yok.. Naçar susup, bakıyor..

Ne diyeyim? İleri demokrasimizin bu manzarası benim gibi bir gamsızı bile oturduğu yerde hislendirdi..

Yeminle söylüyorum, şu anda gözlerim dolu dolu oldu..

Duygusallaştım, daha fazla yazamayacağım..

DİĞER YENİ YAZILAR