Erbakan Hoca’yı son yolculuğuna uğurlarken

Haberin Devamı

“Tek başına iktidar..” söylemiyle çıktı yola.. Yolun başındaki yalnızlığı, güçsüzlüğü “siyasi mizah” heveslilerine malzeme oldu.. Yıllarca Hoca’yı karikatürleştirmenin tadını çıkardılar.. Ama o başarıp öyle gitti.. Dört cumhuriyet hükümetinin üçünde, tek başına olmasa da imzası vardı..

“Siyasi mizah” konusu nerede gündeme gelmişse bilin ki orada mizah dünyasının eskileri ile yenileri arasında bir didişme vardır..

Eskiler “Neden artık siyasi mizah yapılmıyor?” türünden sorulara cevap verirken “yüreksizlik” sözcüğünün altını belli belirsiz çizerler..

Kendilerine laf sokulanlar ise “ticari değeri sıfır olan” bir polemiğe girmektense, bunu anlamazlıktan gelirler..

Olan “Bu siyasi mizah dedikleri ne ki?” sorusuyla baş başa yeni kuşaklara olur..

Mizah dünyası ile Erbakan Hoca arasında geçenleri bilmediklerinden sorduklarıyla kalırlar..

***


Eskinin siyasetçileri, bu işin mizahını çıkarmaya heveslilere “malzeme verme” konusunda çok verimkârlardı..

Baba’nın “Dün dündür, bugün bugündür..” lafının replik olarak girmediği bir tiyatro komedisi yoktur..

Yine Baba’nın ağzından çıkan “Türlü çeşitli..” benzetmesi aylarca, komiklik yapmaya hevesli köşe yazarlarına konu oldu..

Sanki herkes dört dörtlük bir Saraylı Türkçesi konuşuyordu da uyumu sadece Baba bozuyordu..

Eğer Erbakan Hoca yetişmeseydi Baba; tiyatrocuların, karikatüristlerin, kimi köşecilerin sofrasında tek başına kalacaktı..

Hoca’nın siyasete girmesiyle mizahta hedef değişti, bereket yaşandı..

Yapılan şeylere mizah denebilir miydi? Veya mizah niyetine yapılanlar okul çocuklarına özgü alaycılığının profesyonelleşmiş hali miydi? Hâlâ tartışılır..

ORTA OYUNU

Başına yeşil bir takke geçiren; dudaklarını büze büze genizden gelen tiz bir sesle konuşan herkesin mukallit sayıldığı, komedyen kabul edildiği zamanlardı..

Bu mizah dedikleri yeni bir şey mi söylüyordu? Kesinlikle hayır.. Sadece herkesin televizyonda gördüğünü, meydanlarda seyrettiğini karikatürleştiriyordu..

Yeni türden bir Orta Oyunu’ydu bu..

Dil sürçmeleri ile Baba, tikleri ve dinleyeni zorlayan öz türkçesi ile Ecevit bu yeni performansın ikinci derece figürleriydi..

Kapalı gişe sürüp giden yeni Orta Oyunu’nun “Kavuklu”su da “Pişekâr”ı da tek başına Erbakan Hoca’ydı..

Geçtiğimiz 7 Şubat günü Erbakan Hoca’yı hasta yatağında ziyaret edip, sesiz sedasız helalleşen Baba’nın aklına; hastane çıkışı şöyle bir soru gelmiş midir acaba?

“Vaktiyle onu milletvekili yapsaydım her şey daha farklı olur muydu?”

Cevabı bilemeyiz..

Bildiğimiz Erbakan Hoca’nın siyasi mizahımızın içindeki seçkin yerini alması işinin Baba’nın partisinden milletvekili olmak isteyip de veto yemesiyle başladığıdır..

Adalet partisi Sinop Milletvekili Necmettin Erbakan.. Böyle bir kariyer başlangıcı ile Hoca’nın kaderi onu kimbilir nerelere sürüklerdi?

***


Ondan öncesi de var..

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Profesör Dr. Necmettin Erbakan dönemi..

Üniversite öğrencisiydik.. Ne Hoca’nın başını çektiği meşhur Gümüşmotor projesini duymuştuk..

Ne de markası “Devrim” olarak tescil edilen ilk Türk otomobilinde imzası olduğundan haberimiz vardı..

(Hani benzini unutulduğu için elli metre gidip stop eden otomobil..)

Onu yıllar sonra, isminin etrafında kopan siyasi patırtı kütürtüden fark edecektik..

Erbakan Hoca’nın mahkeme kararı ile TOBB Başkanlığı görevinden alındığı haberini gazetelerde gördük..

HERKES YANILDI

Bizim memlekette siyasal niyetli bir yargılama kulpsuz olmaz.. Hoca’nın TOBB Başkanlığına nasıl bir kulp takıldı da görevden alındı hatırlamıyorum..

Hatırladığım Erbakan Hoca’nın kavga etmeden mevziini terk etmediğidir..

“Başkanlık benim hakkım.. Bırakmam..” demişti..

Eylem olarak da makam odasına girip, çağırdığı gazetecilerin önünde kendisini içerden kilitlemişti..

Gazeteciler artık sadece sesini duyuyordu.. “Beni buradan kimse çıkaramaz..”

İktidar aynı fikirde değildi.. Gönderdiği zaptiyeler gazetecilerin gözü önünde makam odasının kapısını yangın baltaları ile kırdılar..

İçeri girip Erbakan Hoca’yı altı okka yaparak dışarı çıkardılar..

Hukukun üstünlüğü sağlanmıştı..

Siyasete niyetlenme, Adalet Partisi’nden aday olmak isteyip de reddedilme sonraların işi.. Hoca artık kendisinin kurduğu Milli Nizam Partisi’nin başında siyaset sahnesindeydi..

Bir Allah kulu da siyaseten şuradan şuraya gidebileceğine ihtimal vermiyordu..

Herkesi yanılttı.. Nizam Partisi kapatıldı Selamet Partisi kuruldu.. O kapatıldı Refah Partisi ile çıktı karşımıza.. O kapatıldı bu kez Fazilet Partisi ile geldi huzura..
O da kapatıldı..

Bu süreç içinde üç kez hükümet ortağı olarak başbakan yardımcısı, bir de koalisyon başbakanı olmuştu..

İlk hükümet ortaklığı da Ecevit ileydi.. O zaman “Ağır Sanayi Hamlesi” diye tutturmuştu.. Nerede boş arsa bulsa temel atıyordu..

Bir de “Yüz bin tank, yüz bin top yapacağız..” lafı dilinden düşmüyordu..

***


Ahalinin arabasına benzin, evine ampul, tüp bulamadığı yetmişli yıllardan bir anekdot..

Ecevit başbakan ve “Yüz bin tank yapacağız..” söyleminden rahatsız.. Koalisyon ortağı Erbakan Hoca’yı “Böyle konuşmasanız..” diye uyaracak olmuş.. Mealen “Hükümetimizin adı palavracıya çıkacak..” ricası..

Hoca cevap vermiş: “Efendim böyle şeyler temenni mahiyetindedir..”

Sonraki yıllarda ne söyleminden vazgeçti ne de temennilerinin sonu geldi..

Üç gün sonra ecelle randevusu olduğunu bilmeden; son partisi Saadet’in kurmaylarına yeni hedefi göstermişti..

“Tek başına iktidar..”

Tek başına iktidar olma saltanatını hiç yaşamadı..

Bugün binlerce kişi Erbakan Hoca’yı ebedi istirahatgâhına uğurlayacak..

Onun da her fani gibi “bir namazlık saltanatı olacak musalla taşında..”

Allah rahmet eylesin..

DİĞER YENİ YAZILAR