Yerli turisti uyarıyorum: İnternetin aklına uyma!

Haberin Devamı

İnternet aklı bildiğiniz tıkma akıl.. “Tıkma akıl yedi adım
gidermiş..” diye lafı bile varken ben tutup buna güvendim..

Ağır yük altına girdim.. Asansörsüz altı katlı binayı terk ederken taşıdığım yük bana halterin silkme, koparma
dalları ile toplamında üç altın madalya getirirdi..

Ahalinin turizme uyumu en az demokrasiye uyumu seviyesinde..

Fethiye’de deniz kıyısında bir “cafe restoran”a oturmuşuz..

Dört köftelik porsiyon, bir salata, bir enginar ve iki çaya otuz beş liralık hesap daha gelmemiş..

Hava sıcak olduğundan denizden gelen “imbat” benzeri rüzgâr klima işini yapıyor..

Çayı önüme bırakan garsona “Buradan Kaş’a yol kaç kilometre?” diye soruyorum..

Garson afallıyor.. Hayatında böyle bir soru aklına gelmemiş besbelli.. Kısa bir tereddütten sonra en az kendisi kadar zeki(!) görünen diğer garsonu çağırıyor..

“Kaş’a kaç kilometre yol var?” deyip sorumu tekrarlıyor..

Afallama nöbeti ikinci garsona geçti.. Birincisi paçayı kurtardı..

***


İkinci garson cevap veremiyor.. Suskun bir halde “Amma da meraklıymışsın?” mealinde yüzüme bakıyor..

Sallayacak ama elimde açık duran bir Türkiye haritası var..

Birinci garson bir gayret lokantanın kapalı mekânına koşturdu.. Aşçıya soracak..

Aşçı sanki NASA’dan transfer..

Geri geldiğinde “Bilmiyor abi..” dedi.. Yüzündeki gülücüğün sebebini biliyorum..

“El-Beliyyetü iza ammet tâbet..” diye bir Arap atasözü var..

Yani “Bela umumileştiği zaman güzelleşir..”

Garsonun yüzündeki mutlu gülümseme, basit bir soruyu bilemeyenlerin sayısı üçe çıktığından..

SALLA GİTSİN

Aylak bakkal şeyini tartarmış.. Benim aylaklık hobim de garsonları bunaltmak üzerine..

“Nasıl bilmezsiniz?” diye üstelemem bu sebepten.. Birinci garson buralı değilmiş.. Sadece yedi senedir Fethiye’deymiş.. Nereden bilsinmiş.. Peki bir turist sorduğunda?

“Ortalama bir şey sallıyoruz..”

İkinci garson lafa zıplıyor:

“Hep yüz kilometre diyoruz..”

Budur işte.. Pratik zekâ budur.. Salla gitsin.. Turist, benim yaptığım gibi, yolda kilometre saya saya mesafeyi öğrensin.. (Not: Kaş yolu garsonun salladığı gibi 100 kilometre çıktı..)

Ne var ki Fethiye’deki göçmen garsonun “sallayıp tutturma” oranındaki başarısı internette yoktu..

Kaş’ta kendimize bir otel bulalım, deyip internete danıştık.. Önümüze gelen görüntülü seçenekler içinde ikisine parmak bastık..

Birincisi Sultan Park adında bir butik otel.. Kaş’ın yedi kilometre dışında ama coğrafya harikası küçük bir koy üzerinde.. İnternet ve müşterileri öve bitiremiyor..

Aradık, telefonlara cevap veren yok..

Öğrendik ki sahipleri Ankaralı imiş.. Ankaralı için kış ekim dedin mi başlar.. Oteli kapatıp, koşturarak dönmüşler belli ki..

***


Elimizdeki ikinci seçenek Kaş’ın içinde.. Yedi bin nüfuslu bir ilçenin içi ne ola ki? Telefonla arayıp rezervasyon yaptırdık.. Şu sıralar otellerde yer çok..

Normal oda iki kişi için yüz yirmi lira.. Süit yüz elli.. “Süit olsun..” dedik..

Ben taşra otellerinin suit tarifinden hep korkarım.. Oda biraz geniştir.. Evden kullanılmayan bir koltuk takımı getirip bir yere yerleştirirler, olur sana süit..

Yine de “Ne kadar kötü olabilir?” sorusunun kafamdaki cevabının rahatlığı ile sürdüm arabayı Kaş’a kadar..

İlçeye girdik, çarşıdan geçtik.. Ona sorduk, buna sorduk otelin önüne kadar geldik..

AL SANA OTEL

Kaş’ta beş yıldızlı otel yok ama internet nedense bu otelin adının yanına (beş yıldız) koymuş..

Meğer o beş yıldız müşteri memnuniyetini ifade ediyormuş..

(Didim Turizm’in iddiası..)

Otelin önünde arabayı park ettim.. Binanın girişini arıyorum.. Bina dediğim yamaca oturtulmuş dikine bir apartman.. Ne lobi düzeni görülüyor ne de olmayan lobinin kayıp resepsiyonu..

Binanın önünde taksi durağı gibi bir camdan baraka var..

Hanımefendi “Resepsiyon burası..” demese tövbe varlığının sırrını çözemem..

Bre kadın! Nasıl olur?

İnternetteki fotoğrafından gördüğümüz otelin cephesi kocamandı.. Önce üç dört katlı yatık bir bina.. Sonra yanında kule gibi uzanan ek bina..

Buradaki dikine bir apartman.. Üstelik otelin ana kapısına ulaşmak için minareninkinden biraz daha geniş bir merdivenle döne döne yirmi küsur basamak çıkacaksın..

Orta da ne bellboy var ne başka hizmetli..

Asansör nerede, soruma resepsiyondaki oğlan “Asansörümüz yok” cevabını verdi.. “Bavullar için ben yardımcı olacağım..”

“Bizim oda nerede?”

“Altıncı katta..”

Hâlâ enayiliğimizi kabul etmeme eğilimindeyim.. Otel yanlış olmasın, diye diretiyorum.. Oğlan bana otelin internetteki fotoğrafını gösteriyor..

O zaman uyanıyorum ki iki binayı tek bina gibi göstermişler fotoğrafta.. Yandaki yatık olanı başka bir otel.. Söylene söylene odaya çıktım..

Elimde sadece bir bilgisayar olmasına rağmen nefes nefese kaldım..

Oda tam tahmin ettiğim gibiydi.. Kendine süit süsü vermiş sıradan bir otel odasıydı..

Konfor namına odada bir “mini bar azmanı” yarım boy buzdolabı ile bir de el kadar televizyon vardı..

***


Buzdolabı bomboştu.. Müşteri beraberindeki arkadaşını öldürürse, buzdolabına saklayabilsin diye içine su bile koymamışlar..

Eşyaları getiren oğlan çıkar çıkmaz hanımefendiye “Hadi..” dedim.. “Yandaki otele gidiyoruz..”

Dönüşte doğal olarak “hamaliye” bana aitti.. Resepsiyoncu oğlanı geri çağırıp eşyaları taşıtmaya yüzüm tutmadı..

Hanımefendi de iki günlük gezi için tam “seferberlik hazırlığı” yapmış..

Biri büyük biri küçük iki bavul.. Benim dalış takımı çantası, paletler ve zıpkın.. Bavullara sığmayan havlular için ekstradan bavul büyüklüğünde bir torba..

Dahası var.. Başka bir torbada uzatma kablosu ile birlikte ütü.. (Henüz ütü tahtasını sığdıracak torba üretilmiyor..)

Lazım olabilir, diye alınan spor ayakkabılar için bir torba daha..

Bizi gören de “Bunlar ihtimal Suriye’ye geçecek, burada mola verdiler..” diye düşünürdü..

İniş çıkıştan daha zorlu oldu.. Allahtan yandaki otelde asansör vardı..

DİĞER YENİ YAZILAR