Gazeteci ruhunu asla satmaz! Çok iyi bir fiyat bulmadıkça..

Haberin Devamı

Ertuğrul Özkök büyüğümüze o münasebetsiz “Ruhunuzu kaça sattınız?” sorusunu dayatan üniversiteli kızı oturduğum yerden kınıyorum.. Reha Muhtar gibi ben de kızdım.. “Gazeteci” dediğin satılık bir nesne değildir..

Belki kiralanabilir.. Devre mülk olarak da işe yarayabilir..

Medya leşkerleri olarak üfürdüğümüze, kendi gazımızı yellediğimize bakmayın..

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde öğrenim gören o kız çocuğu “Gazeteci parayla alınıp satılan bir şey midir?” sorusunu ortaya atarak belki de hayırlı bir iş yaptı..

Böyle bir soruyu açık açık kendimize sormak bile aklımıza gelmemişti.. Soruldu işte!

O saatten beri de bizim sektörde her kim varsa “Ulan satılsam acaba kaç para ederim?” sorusunu kendi kendine sormuştur..

Ayıp değil ya ben de sordum.. Kendi kendime fiyatta anlaşamadım..

Yine de tezgâha konduğumda kaç para edeceğime dair bir fikrim var.. Neden derseniz medya denilen güzellikler aleminin piyasasında işlem görmüş biriyim..

***


Şöyle açıklayayım..

Vaktiyle şahsımın piyasada müşterisi çıktı.. Hem de altı sıfırlı bir rakamla.. (Bu parasızlıkta asabımı bozduğu için teklif edilen rakamı telaffuz etmek istemiyorum..)

O zamanki sahibim beni satmaya razı olmadı.. Besiliydim, çok iyi süt veriyordum.. Yıllık kırpılan yünümden de iki çeyizlik döşek çıkardı..

Bana talip olan diğer gazete sahibi beni “iki yıllığına kiralamayı” bile teklif etti..

Hani futbolcular kadroda fazlalık ettiğinde başka takımlara kiralıyorsun.. Öyle bir işlem yapalım, diye tutturdu..

Sahibim gözü tok bir adamdı..

Yine razı olmadı.. İyi etmemiş.. Sonra kendisi battı..

Üçe beşe bakmayıp her yıl bir iki köşe yazarı satsa belki bu hallere düşmezdi..

SORU ÇOK YANLIŞ

Adını hatırlayamadığım için beni bağışlasın.. Aydın’daki vak’anın kahramanı üniversiteli kız çocuğu “ruh” sözcüğünü metafor olarak kullanmamışsa soru temelinden hatalı..

Gazetecinin ruhu tek başına para etmez..

Mal bütün olarak işlem görür.. Sadece köşe yazısı veya yönettiği yayına verdiği şekille değil; duruşuyla, tavrıyla, hatta özel ortamlardaki sohbetleriyle işe yarar..

Yani gazeteci pazarında “Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla..” kuralı yoktur.. O dediğiniz Yeşilçam filmlerinde olur..

Minibüsün çarpıp kör ettiği fakir kız bu lafı fabrikatörün zengin oğluna söyleyip karakter yapar..

Gazetecilik üç bilemediğin beş kapı arasında döndüğünden böyle karakter de yapamazsın..

Oturduğun yerden öbür gazetenin patronuna sallarsın, söversin, belden aşağı çalışıp puan toplarsın.. Adamın canına tak eder!

“Al lan kerata.. Sana beş milyon transfer parası.. İki misli de aylık..” der..

Adamın aleyhine yazdığın köşe yazılarının sayfaları da rulo rulo bir yerlerine girer..

İstersen kabul etme.. Paraları bugünün şartlarında yıllık yüzde onla faize yatırdın mı senelik beş yüz bin lira gelir.. Aylığa vurdun mu kırk bin küsur lira maaş gibi..

Geçersin o saate kadar sövüp saydığın gazeteye.. Bu kez eski patronuna, arkadaşlarına sövüp sayarsın..

***


Arkadaşlar için salladığın küfür pek hoş olmaz..

Ama eski patronun her türlü küfrü sonuna kadar hak eder..

Senin piyasa değerini fark etmediği için suçludur.. Küfürlü yazıların (sinkaf)’lısı bile ona azdır..

Eski zamanın büyüklerinden.. Yani “Medya” daha “Basın” bile olmamış henüz “Matbuat” iken gazetecilik yapan Sedat Simavi kendi kafasına göre bir kural koymuş..

“Kalemini kır ama satma..” diyerekten..

Gazeteciler de bunu “özlü söz” kabul edip çerçeveleterek odalarının duvarına asardı..

Nasıl ki o zamanın Türkiye’sinde borsa yoktu, gazeteci milleti için de piyasa yoktu..

ÖZÜ DEĞİŞTİ..

Ne zaman ki gazeteciliğin bir piyasası oldu.. “Kalemini kır ama satma..” lafı da tarihe karıştı..

Yeni gazetecilik bu lafı “Kalemini kırma bir yere sok..”

mânâsı çıkardı.. Eylemin hakkı verilince de bizim iş fazla “edilgen” bir sektör oldu..

Haa! Rahmetli Sedat Simavi’nin bu lafı ettiği zamanlar da her şey çok mu doğruydu? O yıllarda bir iki yürekli adam dışında herkes kalemini devrin tek parti iktidarına ya satmış ya kiralamıştı..

Hele ki Latin Alfabe’sine geçilmişti.. Üç beş satan gazete dergiler o müşteriyi de bulamaz olmuştu..

Gazi Paşamız, zarara soktuğu gazete sahiplerini tek tek çağırtıp ceplerine üç beş bin lira koyuyordu ki mağduriyetleri azalsın..

O parayı bir tek Sedat Simavi kabul etmedi.. “Batarsam ben batarım.. Çankaya’ye ne?” deyip elden para almadı..

Etmediği için de “Acaba gizli niyeti mi var.. Komünist olmasın?” diye sorguya alındı..

Devrin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya bizzat sorguyu yaptı..

Sonra Gazi Paşamız’a gidip “Efendim, bu adam değişik bir şey.. Para almaması ilkesel.. Yani tehlike yok..” diye konuştu da halaskâr egoları yatıştırdı..

Gazi Paşa bunu unutmadı.. Ölene kadar Sedat Simavi’ye “Matbuat piyasasına yanlışlıkla düşmüş defolu mal..” muamelesi yaptı..

***

Kalemlere sadece tek parti hükümetinin alıcı olduğu dönemden bugünlere geldik.. Herkes alıcı ve satıcı..

Üstelik bunun toptancılığı da var..

Parası olan evvelce “Bana şuradan iki köşe yazarı sar, iyisinden olsun..” diyordu.. Hatta aldığı köşe yazarının kabak çıkmaması için kafasına şöyle sıkıca bastırıyordu..

Şimdi perakendeciliğin tadı kalmadı..

Gücü yeten, dolarları bastırıp gazeteydi, televizyondu, radyoydu toptan satın alıyor..

Yazını yazmışsın.. Gece yatarken filanca patronun marabası olarak başını yastığa koyuyorsun.. Uyandığında bir bakmışsın başka bir patronun zimmetine geçmişsin..

Üstelik bunu yapanların arasında “Kalemini kır ama satma..” diyen Sedat Bey’in oğulları da var..

Piyasa şartları böyle..

Bakalım Ertuğrul Özkök “Satılık ruh meselesinde” bugün ne yazacak?

Anonsunu daha dünden “Az sonraaa!” diye yapmıştı.. Yaman meraktayım..

DİĞER YENİ YAZILAR