Afrodisyas’ta gördüklerim üçüncü sayfa malzemesi..

Haberin Devamı

Afrodisyas Müzesi’nde teşhir edilen rölyeflerdeki tanrılardan tanrıçalardan söz ediyorum.. Mitolojinin kahramanları gerçek olsalardı ve zamanımızda yaşasalardı günlük gazetelerin editörleri bayram yapmıştı.. Hemen her gün bir rezalet.. Üç günde bir kıyamet koparacak bir tecavüz.. Az sonra!

Dünden hatırlatma: Yazar Afrodisyas’ın müzesini gezmekte, birbirinden harika rölyefleri seyretmektedir.. Karacasu’dan gelen üç köylü vatandaşımızla birlikte bir rölyefin önündedir..

Rölyefte Isparta Prensesi Leda’nın kuğu kılığına giren Zeus’un tecavüzüne uğraması resmedilmiştir..

***


Bir tespit yapayım.. Antik Çağ’daki faal tanrıların en büyüğü, dolayısı ile başı olan Zeus bana sorarsanız pek matah bir ilah değil..

Bir kere meşrebi bozuk.. İki üç kadeh şarap içti mi başlıyor başı gözü oynamaya.. Önüne gelene yazılıyor.. Etrafındaki tanrıçalar bundan ikrah getirmiş..

“İllallah..” demişler..

Mesela mitolojik çağın tanrıları katında Tekel’den Sorumlu Devlet Bakanı sayılan Şarap Tanrısı Diyonisos da her daim çakırkeyif ama zararı kendisine..

En azından içip içip onun bunun bayanına (!) sarkma huyu yok.. Zeus bu açıdan rezillik masteri yapmış bir tanrı..

YALAKA EROS

Zeus’un kafayı taktığı Isparta Prensesi Leda da dillere destan bir kadınmış..

Ben yukarıda “Isparta” diye yazdım ama sanat tarihi ile ilgili olanlar bunun Süleyman Demirel’in memleketi Isparta olmadığını bilirler..

Bu dediğimin aslı “Sparta” yazılıyor ve coğrafyadaki yeri şimdiki Yunanistan’da..

Zeus bir türlü ağına düşüremediği Leda’yı tenhada ıhtırmak için plân yapmış.. Kendisini kuğu kılığına sokmuş.. Leda onu severken de kadına hamle edip, çok afedersiniz bikrini izale etmiş..

Önüne dikildiğimiz rölyef bunu tasvir ediyor.. Kuğu kılığındaki Zeus’un ardında da sözüm ona aşk tanrısı olan Eros var..

Rölyefe göre Zeus’u tecavüze azmettiren de o..

Bizim Karacasulu köylü ziyaretçi, her rölyefin önünde söyleyecek bir laf buldu, bu rölyefe güç yetiremedi..

“Maşallah! O zamanın kazları amma besiliymiş..” deyip geçti..

Bu mitolojik hikâyede şehir çocuklarını, özellikle kafayı burçlara takanları da ilgilendirecek bir şey var..

Zeus’un tecavüzüne uğrayan Leda hamile kalmasın mı? O haliyle gitmiş Isparta Kralı ile de iş tutmuş.. Sonra gidip bir dağ başında doğurmuş..

Daha doğrusu yumurtlamış..

Zeus’tan gelme çift sarılı yumurtasından Polluks ile Helen doğmuş ki bu Helen mitoloji dünyasının Suzan Avcı’sıdır..

Diğer çift sarılı yumurtadan da Castor ile bir kız dünyaya gelmiş..

Ana bir, baba ayrı Castor ile Polluks kardeşler çok iyi geçinirlermiş..

Bir savaşta Castor ölünce acısına dayanamayan Polluks da ölümsüzlükten vazgeçip, onun ardından gitmiş.. İkisi de gökyüzüne yerleşmişler..

Böylece İkizler Burcu’nun en parlak iki yıldızı olmuşlar.. (Fedakârlığa bakın efendiler.. İkizler Burcu mensuplarına laf söyleyenler utansın..)

***


Turizmin hizmetindeki Afrodisyas’ın eski adı Ninoe..

Eski Sümer efsanelerindeki tanrıçanın adından geliyor.. O da zanaat olarak Afrodit ile aynı yolu tutanlardan..

Bu topraklar Sezar’ın himmeti ile Roma’nın sömürgesi haline gelince şehir kimlik değiştiriyor..

Ama Afrodisyas’ı asıl ihya eden ve Anadolu coğrafyasında parlatan kişi İmparator Claudius.. Yani büyük imparator Agustus’un torunu..

O yüzden de buradaki rölyeflerde Claudius çok yakışıklı ve atletik şekillendirilmiş.. Say ki bir altmış boyunda sarışın bir Tarık Akan.. Oysa hafif kamburumsu, kekeme, konuşurken salyası sürekli akan ve bir ayağı sakat bir adam..

PROPAGANDA..

Claudius ölümünden sonra Roma Senatosu’nun kararı ile tanrı ilân edildiğinden, heykel sanatının merkezi sayılan Afrodisyas’ta havası bir başka..

Sanki karısı Messalina tarafından sürekli boynuzlanan o değilmiş gibi “kadınların gönlünde taht kuran” yakışıklı bir ilah olarak resmedilmiş..

Ondan önceki imparatorlardan Tiberius da öyle..

Rölyeflerdeki bir başka erkek güzeli de o.. Aslı uzun boylu atletik yapılıydı ama çopurdu.. Yani yüzü delik deşikti.. Ayrıca vücudu baştan sona bilinmeyen cilt hastalıklarının yaraları ile doluydu..

Delikanlılığında Kayseri’nin olduğu yere gelmiş ve şehri o kurmuş..

Bugünkü Kayseri bize İmparator Tiberius’tan mirastır.. Allah taksiratını affetsin yaramaz adamlardan biri de oydu.. Kafası hep Zeus gibi belden aşağı çalışırdı..

İmparatorluğu sırasında Roma’da dünyanın en büyük kerhanesini kurmuştu.. Kendisi de içinden çıkmazdı..

Afrodisyas’da heykel öğrenen ve sanat icra edenlerin imparatorları bu şekilde sembolize etmeleri anlaşılır bir şey.. Nihayetinde ekmek parası..

***


Afrodisyas’ın bugün sergilenen zenginlikleri yüzde on.. Haydi ben abartayım, yüzde on beş olsun.. Yüzde sekseninden fazlası daha toprak altında..

Buranın parlamasının bir başka sebebi de yörenin zengin mermer yataklarına sahip olması.. Sanatçılar için zengin malzeme var..

Yerin altı mermer dolu olunca yerin üstü de onun tozuyla dolu..

Afrodisyas gezi alanında şöyle beş dakika dolandın mı ayakkabın bembeyaz kesiliyor..

BİTİRİRKEN..

Gördüğüm eksikleri söyleyeyim..

Otoparkın yanındaki kafeterya yetersiz.. Berbat demek istemiyorum.. Burada toprağı on santim bile kazmaya izin verilmediğinden yeni bir şey de yapılamıyor..

Top, turizm adamlarının ayağında..

Buraya içinde kafeteryası, lokantası olan sıkı bir tesis yapılmalı.. Turist enayi bir çaya elli kuruş verip gideceğine para bırakmalı..

Sonrası.. Gezi alanı büyük.. Yaşlı ve bedeni özürlü ziyaretçiler için golf arabası benzeri araçlara ihtiyaç var.. Tedariki zor değil..

Bir de şu turist taşıyan traktörlerin yerine daha çağdaş bir yöntem bulunmalı..

Özetle.. Afrodisyas es geçilecek, ihmal edilecek bir yer değil.. Bir sanat harikası.. Çok geç de olsa gördüğüm için mutluyum..

DİĞER YENİ YAZILAR