Edirne yanlış ellerde..

Tarihse tarih.. Coğrafya ise coğrafya.. Bu şehrin benzeri yok.. Elimde yetki olsa bu Edirne'yi alıp uluslararası bir heyete teslim ederim.. Bir tane Türk'ü de işlerine karıştırmam.. Eğer yirmi sene içinde dünyanın en güzel kentlerinden birini ortaya çıkarmazlarsa para yok..

Haberin Devamı

Edirne'nin medar-ı iftiharı Kervansaray Otel'de yerimiz ayrılmış olduğundan özgüvenimiz tam, resepsiyon diye belirlenmiş sinema gişesi misali mekânın kapısına dikildik..

Resepsiyondaki görevli oturduğu sandalyeden doğrulma zahmetine bile girmeden "Ne istiyorsun?" der gibi suratımıza baktı.. Sorma zahmetine girmedi..

Kimlik bilgilerimizi; amirlerimizden aldığımız kurs, büyüklerimizden aldığımız terbiye gereği söyleyip bekledik.

Resepsiyondaki oğlan önünde duran 96 model bilgisayarı karıştırdı.. Ekrana bakıp durdu.. Böyle durumlar adamı gerer.. Biz de olduğumuz yerde gerildik. "Fiş getirdiniz mi?" diye sordu..

***

Ne fişi? Yanımda fiş neyim yok. Sadece bizim Yeşim'in itinayla yazıp elime verdiği not var.. Notta otelde yerim olduğu yazılı.. Bir de "Odanızda bulunan kâğıdı lütfen resepsiyona iletin.." kaydı..

Belli ki yerinden kalkma zahmetine bile girmeyen resepsiyoncu oğlanın sözünü ettiği kâğıt bu..

Olayı baştan aldım.. Niye geldiğimi anlattım..

Cevaben bana "Bütün odaları belediye kapattı.. Rezervasyonunuz olsa bile belediyeye gideceksiniz, odanıza ait fişinizi getireceksiniz.." dedi..

Debilite vak'ası..
"Bak kardeşim.." diye başladım lafıma..

"Ben belediye dahil kimsenin misafiri filan değilim.. Kendi paramı kendim öderim.. Başka bir şey de kabul etmem.. Belediyeyi karıştırma bu işe.."

Oğlanın laf anladığı yok..

Tamam, diyor.. Yeriniz ayrılmış olabilir ama belediyeden fış alacaksın.. Elimdeki notu gösteriyorum.. "Odadaki kâğıt.." dedikleri senin söylediğin fış olmalı.. Bırak odama çıkayım, o dediğini getireyim..

Hayır, karşılığını veriyor.. "Fiş olmadan odaya çıkamazsın.. Ne bilelim rezervasyonunuz iptal edilmediğini.."

Durumu anladım.. Bir debilite vak'ası ile karşı karşıyayız.. Mazhar Osman rahmetli boşuna "Dünyayı ne yazık ki debiller idare ediyor.." dememiş.. Bunlar 5 ile 12 arası yaş grubu zekâsına sahiptirler ve ne yazık ki meslek öğrenebilirler ancak kurallar bunlar için kutsaldır, ölüm pahasına dışına çıkamazlar..

Esneklikleri, pratiklikleri yoktur..

***

"Senin zeytinyağı kokan oteline de belediyene de.." deyip gerisin geriye dışarı çıktım.. Aha yersiz yurtsuz kaldık. Ne b., yiyeceğiz? Aşağıda bir otel gördüm, onların kapısına dayandım..

Ne var ki yer yok.. Kırkpınar olduğundan, güreşlere bin küsur pehlivan kayıt yaptırdığından, belediye ise mevcut otelleri kapattığından yer tunne..

Allah'tan bu otelin resepsiyonunda bir debil yok.. Üç güler yüzlü genç vardı.. Tanıdılar da.. "Abi.." dedi birisi..

"Bir otel var ama.."

Paralar peşin..
Biriyle konuştu.. Şehrin girişinde "Susesi" tesisleri diye bir yer varmış.. Biri rezervasyonunu iptal etmiş.. Orada kalır mıymışım? Geceliği 100 milyon liraymış da..

'Tamam.." diye zıpladım..

Teşekkür edip çıktım, beş dakika sonra oradaydım..

Bir benzinliğin yanında yapılmış tesis.. Girdik.. Resepsiyonda dikilen oğlanın gözü bizi tutmadı besbelli.. "Abi hatırlatayım, para peşin.." dedi.. Olur ya! Yatıp kalkarız, ertesi gün tüyeriz..

"Anladım.." dedim..

Odaya çıktım..

***

Geceliği yüz milyonluk odanın durumu şu.. Dört duvar.. 120 santimlik bir yatak.. Bir koltuk. Bir ayna.. Bir de banyosu var ama sıcak musluğundan da soğuk su akıyor..

Adam utanır bu odaya yüz milyon istemeye.. Sokağa çıkıp soygun yapın bari.. Her neyse.. Zıbaracağımız bir gece.. Sonra çaresine bakacağız.. Eşyaları odaya attık kendimizi de dışarı..

Yol üzerinde bir Migros görmüşüm.. Kendi kendime "Gider meyveydi, meşrubattı alırım.." dedim.. Öyle de yaptım..

Sinan'ın gururu..
Yeniden şehre dönüp, arabayı bir otoparka bıraktık. Şehri dolaşıyoruz.. Otopark Kervansaray Oteli'nin yanında.. Az ileride Ulu Cami var.. Sultan İkinci Murat döneminden kalma..

Birkaç yüz metre batısında meşhuuur Selimiye Camii..

Gerçekten mimari bir şahaser.. En önemlisi de taşıyıcı hiçbir kolonun bulunmadığı kubbesinin statik yapısı..

Zaten Mimar Sinan, Ayasofya'ya inat yapmış bu eseri.. Özellikle de kubbesini.. Modern mimari bu kolonsuz, taşıyıcı sütunsuz kubbenin statik hesabının sırrını hâlâ çözememiş..

Oradan bulvarın sonuna doğru yürüyorsunuz.. Burmalı minaresi bulunan "Üç Serefeli Cami.." karşınıza çıkıyor..

***

Milano'nun orta yerinde bir katedral vardır.. İtalyanlar oraya "Dom" derler.. (Yazılışı da Duomo galiba..) Milano şehrinin hayat kaynağı bu meydandır.. Cafe'leri, restoranları ve alış veriş mekanlarıyla..

Selimiye Camii'ni al.. Çevresi ile birlikte İtalyan şehircilerin eline ver.. Sana İstanbul'u bile gölgede bırakacak bir şehircilik şaheseri yaratsınlar..

Ne yazık ki buraları bizim elimize düşmüş.. Özellikle de sosyal demokratların eline.. Belediye neredeyse üç dönem CHP'nin elinde..

(Bu yaşa geldim.. Tek bir şey öğrendim.. Bir şeyi berbat etmek istiyorsan gidip bir sosyal demokrat bulacaksın, yetkiyi onun eline vereceksin.. Gerisine karışma..)

Zavallı Edirne..
Her köşesinden tarih fışkıran bir şehir.. Avrupa'da karşılığı sadece Roma ve Floransa kentleridir.. Bir sokak dönüyorsun.. Karşına bir tarihi eser çıkıyor.. Çeşmeydi, cami idi, tekkeydi, konaktı.. Hesabını ben şaşırdım..

İstanbul'da bile bu yoğunluk yok.

Öte yandan da kalınacak adam gibi bir oteli yok.. En babası iki yıldızlı ve leş gibi yağ kokuyor..

Akşam yemeği yiyeceğim.. Bir lokanta bulma derdine düştüm.. O da yok. "En iyisi filanca lokantadır.." diyorlar.. Yürüyerek gidiyorum.. Kapısından, camekânından içeri bakıyorum.. Sefillik.

Şehrin en iyi restoranı diye gösterdikleri yer, İstanbul'un dördüncü sınıf kebapçısı ayarında.. Yazık güzeller güzeli Edirne'ye..

DİĞER YENİ YAZILAR