Tartışmanın tartışması tartışma çıkarmamalı..

Haberin Devamı

“İnönü döneminin tartışması böyle mi yapılmalıydı?” tartışmasından yeni tartışmalar çıkacağı besbelli.. Vakit tamamdır.. Siniri bozulan bir köşe yazarı bugün, yarın hasmı köşe yazarına “Ben de senin..” cevabını verecek.. İyi de ahalimizin bilinci bundan nasıl sebeplenecek?

Yukarıdaki cümleleri yazdıktan sonra kendi kendime gururlandım..

Bu akıllar benden mi çıktı, deyip uzun uzun ekrana baktım.. Keşke yazarken etrafta görgü tanığı olsaydı..

Yine de tedbir olarak “Duygulam ve simgelembilim” danışmanım Kemal Yıldırım’ı çağırıp yazdıklarımı gösterdim, içimden kopan duygu seline onu da ortak ettim.. Demek ki kendimi kasmadığımda böyle cümleler yazabiliyorum.. Hem de bir demokrat olarak..

Bu bağlamda Aziz Nesin üstadın da öte dünyadan müdahil edildiği “İnönü demokrat mıydı faşist miydi?” tartışmasına katkı yapabileceğim inancı bende yükseliyor..

Lafın burasında tartışmacılara rica edeceğim..

Yan toplara çıkarken tarih ve sosyoloji biliminin sınırları içinde kalalım.. Kasti faul yapmayalım..

Bir yerden sonra “aile büyüklerimizin cinsel tercihlerine” karşılıklı göndermeler yaparak zenginleştirmeye çalışmayalım..

***


Akıl zorlaması biiir..

Bir siyasi figürün tanımlanmasında “Rahmetli demokrat mıydı faşit miydi?” sorusundan yola çıkılmaz..

“Rahmetli bir elli dokuz boyunda mıydı bir altmış iki mi?” diye sorsaydık haklıydık..

Bu karıştırılabilir bir şeydir..

Demokrasi ile faşizm birbirlerine karıştırılacak kadar yakın iki dünya görüşü olamaz..

Teke zortlatması biiir..

Rahmetli İnönü sapına kadar demokrattı.. Sadece ahaliden pek hazzetmezdi.. Bu yüzden ahalinin memleket işlerine karıştırılmasına karşıydı..

SERBEST DOLAŞIM

Ahaliden hazzetmeyen sadece demokrat liderimiz İnönü değildi.. Kendini memleket davasına adamış ne kadar yönetici varsa hepsi birden ahaliden kıl kapardı..

Rahmetli Atatürk’ü bunlardan ayırmak lazım.. Çünkü “Köylü milletin efendisidir..” diyen odur..

Lakin köylümüz bi-hikmet-i müteal bunu anlayacak izanda olmadığından kendisini efendi ilan eden Atatürk’ü hep zor durumda bıraktı..

Adam Nallıhan’dan katırın üzerine bir kilim atmış.. Üzerine de iki küfe kavun koymuş.. Gelip Hergele Meydanı’nda satacak..

İlla ki Çankaya Bulvarı’ndan geçmek istiyor..

Geçmesine geçsin de kıçındaki kırk adet yamayı ne yapmalı? Üstelik renk uyumu yok, tasarım çabası yok.. Her bir deliği başka bir bezle örtmüş..

O bulvarda Amerika’dan Almanya’ya, Fransa’dan İngiltere’ye yedi düvelin elçiliği var..

Altındaki poturun kıçında kırk tane yama var.. Sanki satacağın kavunlara tekstil dünyası sponsor olmuş gibi oradan geçmeye kalkışırsan olur mu?

Yabancı diplomatlar halimize gülmez mi?

Kendi aralarında, o bulvardan “bir sonra geçecek olanın kıçında kaç yama var” bahsi oynamazlar mı?

Atatürkümüz bunları bildiğinden, ahalimizle alay ettirmemek için polis müdürü Sarhoş Dilaver Bey’in kulağını hafiften bükmüştü..

O saatten sonra eşeğini dürteleye dürteleye Kızılay’dan geçmeye çalışan köylüyü polis “Ula zırpo! Sen hele arka yoldan git..” deyip çevirmeye başladı..

İsmet Paşamız da amud-û fıkarasının son kemiğine kadar Demokrat Atatürkçü olduğundan tahta çıktığında aynı sistemi devam ettirdi..

Kılıksız vatandaşlar demokrasinin “serbest dolaşım hakkından” arka yolları kullanarak istifade ettiler..

***


Akıl zorlaması ikiii.. Bir memleket adamının kendine “Milli Şef” demesi suç mudur?

Elbet değildir, neden derseniz “yiğit lakabıyla anılır” da ondan..

İtalya’da Mussolini kendini “Duçe” diye çağırttıracak.. Kelebek bıyıklı Hitler Efendi kendine zorla “Führer” dedirtecek..

İspanya’da General Franko bir karış boyuyla kendisinden “lider” mânâsına El Caudillo diye söz etirecek.. Bizim memleket büyüklerimiz unvansız dolanacak..

Teke zortlatması ikiii..

Sen kendine isim bulmazsan elin adamı bulur..

Nitekim bazı demokrasi şuurundan nasipsiz atalarımız İsmet Paşamız’dan konuşurken aziz şahsını “Sağır” sıfatıyla dillendirmişlerdir..

AHALİ BÖYLEDİR

İsmet Paşamız kendi seçtiği iki milletvekili tarafından (Celâl Bayar ile Adnan Menderes) verilen bir teklifle “Mili Şef” olduktan sonra hakkında konuşulanları duymuştur..

Hemde taaa Çankaya’da otururken taaa Arapkir’deki kahvedeki çekişmeler dahil..

Ahalide izan olsa sırf bu özelliğinden dolayı “Sağır” sözcüğünün yakışıksız olduğunu bilirdi ama ne gezeeer?

İsmet Paşa da “sağır değilim” imajı verebilmek için her cumartesi günü Devlet Senfoni Orkestrası’nın konserine gider, orada insanın içini kıymık kıymık eden müziği dinlerdi..

Bu örnekten de anlaşılacağı gibi bizim ahalide kendi başına bırakıldığında “münasebetsiz isimler takma” gibi kötü bir huy var..

Hoş medyamızın da ondan kalır yeri yoktur ya!

Mütareke basını o günlerde İstanbul’un en önemli siyasi figürü olan Damat Ferit Paşa’ya, koskoca sadrazama “Hünkârbeğendi..” adını takmıştı..

Aynı basın Atatürkümüz’e henüz “Gazi Paşa” denmeye başlandığı günlerde yine ağzını bozup “Gazoz Paşa” dememiş miydi?

***


İki babalı çocuk takkesiz gezer..

Demokrasilerde çok ses çıkar.. Kafa karışır.. Halbuki bir kişinin iradesine emanet edilen demokrasilerde sonsuz bir huzur vardır..

Atatürkümüz bunu bildi, başında bulunduğu partinin tüzüğünü hafiften değiştirip kendisini “Ömür boyu genel başkan” yaptı..

Sonra ahali yanlış anlamasın diye aynı maddeyi bir daha değiştirdi.. Böylece “Ebedi genel başkan” oldu..

Yani öldükten sonra görevi bitmiyor, kıyamet gününe kadar devam ediyordu..

Bu bağlamda şimdikilerin genel başkanlığı hukuken değilse bile etik olarak tartışılır..

Bunları bilelim, yolumuzdan şaşmayalım.. Demokrasimiz izin verirse devam edeceğiz..

DİĞER YENİ YAZILAR