Afrodisyas’a dair bir nevi övünme, sızlanma yazısı..

Haberin Devamı

“Afrodisyas” lafı aman ha aklınızda “afrodizyak” çağrışımı yapmasın.. Benim söylediğim başka, sizin aklınıza gelecek olan başka.. Birincisinin akla, görgüye faydası var.. İşiniz ikinciye kalmışsa onlardan kimseye hayır yok.. Cinciler, muskacılar sebeplenir o kadar..

Yazlıkçı komşularım bütün bir mevsim “Afrodisyas rüzgârı” estirip durdular..

“İlle de gidip görelim.. Şöyle güzelmiş, böyle harikaymış..” diye diye..

Sağ olası komşularımın gezip tozma konusunda hevesi çoktur da gayretleri pek yoktur.. İki adımlık yere gitmeden önce “uzaya çıkacaklarmış..” gibi hesap kitap yaparlar..

Hava durumu incelenir, yol şartları araştırılır.. Otel pazarlığı yapılır.. Karadan gidilecekse bile denizlerde rüzgârın şiddeti hesaplanır..

Sonunda gidilmez..

Gaza gelen de hep ben olurum.. O gaz dediğim şeyden kendi bünyemde de var.. Doğal gaz verme kaynakları konusunda Azerbaycan ile rekabet ederim..

***


Üç yıl önce plânı benim komşular yaptı.. Topluca Küba’ya gidecektik..

İş plânın uygulama kısmına gelince kendimi Havana’da tek başıma buldum..

Yaz içinde plânlanan “Afrodisyas’ı ziyaret” operasyonu da aynı akıbete uğradı.. Dostlardan biri “Hava şartları çok kötü..” diyerek elinde bir meteoroloji raporu çıktısı ile geldi..

Hem yağmur hem rüzgâr varmış.. Maazallah rüzgâr eserken ek yerimize denk getirirse kendimizi İda Dağı’nın tepesinde bulurmuşuz..

Ayrıca yağmur bora kıvamında olacakmış.. “Afrodisyas” ziyareti yine iptâl edildi.. Ertesi gün bora beklerken, ahmak ıslatan yağmuru altında sağa sola seyirtenleri çekirdek çitleyerek seyrettik..

AFRODİSYAS NE Kİ?

Ara başlıkta sorunun can alıcısı var.. “Afrodisyas” dediğimiz şey eski Yunan’dan kalma antik bir şehir.. Denizli’nin Geyre köyü yakınlarında..

Tarihi iki bin yıldan eski..

Elleri dert görmeyesice arkeologlarımız neredeyse altmış yıldır eşiyor oraları.. Kaba bir hesapla yüz yıl daha eşilecek..

Eşildikçe de eşi benzeri olmayan şeyler çıkıyor.. Harika güzellikte heykeller, tapınaklar, kadim ahalinin oturduğu evler, saraylar..

Nasıl olmuş da elimizden bir kaza çıkarıp bu güzellikleri telef etmemişiz, diye sorarsanız Afrodisyas’ı bugünlere taşıyanların himmeti sayesinde derim..

Birinciliği de Orhan Pamuk’un eniştesi, eski Hayat Mecmuası’nın patronu Şevket Rado Bey’e veririm..

Devrin Başbakanı Menderes oralarda Kemer adlı bir barajın temelini atmaya niyetlenmeseydi..

Şevket Rado Bey de ustaların ustası Ara Güler’e “Git oraları şöyle bir gez, fotoğrafla bakalım..” demeseydi Tanrıça Afrodit’e adanarak kurulan bu şehirden elimizde yanık hava bile kalmazdı..

Ara Güler makinelerini yükleyip Geyre Köyü’ne gitmiş..

Bir bakmış ki hükümete duacı iki köylümüz antik bir Roma sütun başlığını kahve masası yapmışlar, üzerinde “Al papazı, ver kızı..” pişti oynuyorlar..

Ve de köyün her yerinden tarih fışkırıyor.. Yüz metre yürüyorsun, karşına otlar içinde sürünen bir fresk parçası çıkıyor..

Elli metre yürüyorsun, ayağın Helenistik dönemden kalma bir heykelin başına takılıyor..

İndiğin bayırın altından çıkıntılık yapan taşlardan anlıyorsun ki burada bir anfi tiyatro var.. Ötesinde hipodrom..

Köylümüz tarihin kıymetini bilmez değildir.. Başıboş taşlardan işine yarayanı almış, kimini yalak yapmış kimi dibek taşı..

Bahçe duvarlarında dahi Roma sütun başlıkları, freskler var..

Bereket versin devir “Bizden olmayan kültürlere düşmanlık devri..” değil..

Yani o zamanlar şimdi Antakya, Osmaniye yöresindeki bazı belediye başkanlarının yaptığı gibi “Her kim ki bu kalıntılardan taş sökecek; bağında bahçesinde kullanacaksa onları taşıyacak traktör ve römork belediyeden..” ilânı veren yok..

Şimdiki Afrodisyas kalıntılarından “hizmet adına rant çıkaracak” cinlikte Ampul Partili yerel yöneticiler de türememiş daha..

***


Şahsen Berlin’deki “Pergamon Museum” u gördükten sonra yatar kalkan cennetmekân Abdülhamid Han’a dua ederim..

Ferasetli padişah daha o zamanlar işin aslını görmüş.. Alman arkeologların Bergama ve yöresindeki buluntuları sırtlayıp götürmelerine ses etmemiş..

“Tarihimizi yağmaladılar..” diye çığrışanlara kulak asmayın..

Eğer Abdülhamid olmasaydı; Bergama’dan Aliağa’ya, Foça’dan Dikili’ye ne kadar köy çeşmesi yalağı varsa antik kalıntılardan yapılmaydı..

Biz de şimdi başka türlü yazılar yazardık..

AMAN EFENDİ..

Ara Güler’in çektiği harika fotoğraflar Hayat Mecmuası’nın yazı işlerine gelince ortalık ayağa kalkmış..

Sabahattin Eyüboğlu’sundan devrin Arkeoloji Müze Müdürü Rüstem Doyuran’a kadar herkes telaşlanmış..

Gerçi hükümet adamlarına “Tarihti, mirastı..” lafları ile ricacılar gidiyor ama kulak asan yok..

Ara Güler akıl etmiş, fotoğrafları Architectural Rewiew dergisine göndermiş ki dünyanın aklı erenleri ayaklansın..

İşe de yaramış.. Yaramasaydı 1958’de keşfedilen Afrodisyas şimdi baraj altında kalıp “su altı turizmine” hizmet verecekti..

İşin başka türden bir başarısı da durumu köylüye sezdirmemek.. Bana kalırsa orayı eşip altındakileri çıkarmaktan daha önemli başarı budur..

Köylünün yağmasından oraları korumak..

***


Köylümüz sezgili olduğundan “tarih” lafı akıllarında “gömü..” çağrısı yapar.. Kazmayı küreği alan hazine bulacağım deyip, toprağa girişir..

Daha da meraklısı o güzelim sütunları kırıp içinde altın saklanmış mı saklanmamış mı ona bakar..

Nasıl olmuşsa onu da becermişler.. Köylü o eserlere pek ilişememiş..

Akıl edemedikleri ise bugünkü yöneticilerin yapacakları işler.. Nasıl cinlikler yapıyorlar, nelerden sebepleniyorlar?

Bunları peşin düşünen çıkmamış..

Yukarıdaki soruların cevabı kırmızı bıyıklı hükümet adamını ilgilendirir..

Çünkü hükümetimizin kültürün başına diktiği yetkili odur..

Afrodisyas’ın şimdiki haline dair bildiklerimi “onun da haberi olsun..” deyip, yarın anlatacağım..

Kıssadan Hisse: Kediye ...n ilaç demişler, gömüp saklamış..

DİĞER YENİ YAZILAR