İçtiğim üzüm suyu ise döktüğün yüzüm suyu..

Haberin Devamı

Bende okul yıllarından kalma, anlatmaya değer parlak öğrencilik hikâyeleri yok.. Benim anılarımın tamamı haytalık üzerine.. En güzelleri de yediğim dayaklara dair.. Hani ayının kırk türküsü varmış, kırkı da ahlat üzerineymiş.. Benimki o hesap..

Afyon Lisesi mezunlarının geleneksel yıllık toplantısını bu kez Antalya’da yaptık..

Burada Side ile Manavgat ilçeleri arasında Titreyen Göl adında bir mevki var..

Bu Titreyen Göl ile eskilerin Bahr-i Sefid dediği Akdeniz’in kıyıları arasında da sıra sıra turistik oteller..

Bizimki Arinna Otel..

Sahibi liseden ortak arkadaşımız Şükrü Koçoğlu olduğundan hepimiz kendimizi mülk sahibi ilân ettik..

Özellikle de ben personelin burnundan getiriyorum..

***


Şükrü öbür hayatlarımda neredeydi bilmiyorum ama benim bu hayattaki en eski arkadaşım..

Birbirimizi ilk gördüğümüz gün kavga edip, boğazlaşmıştık..

Ondan sonra da kavgalarımız ikimiz de akıl baliğ olana kadar devam etti.. Sonra kavga bitti, yıllardır süren dostluk başladı..

Keçi gibi inatçıydı.. Çok da gözü karaydı.. Onca mahalle kavgasında bir kez bile beni terk etmemiştir..

SÜRÜ PSİKOLOJİSİ

Ortaokul yıllarında en büyük keyfimiz, kendimizden büyük çocuklara sürü halinde saldırmaktı..

Lise çağındakileri hedef seçer, on beş yirmi kişi saldırırdık..

Giderek azıttığımızdan kurban niyetine seçtiklerimizin de yaşı büyüyordu..

Mahalleye haber geldi.. “Üç liseli oğlan birlikte geziniyorlar..” diye.. Suçları da “bizim arazimiz..” olarak belirlediğimiz alana izinsiz girmeleri..

O zamanlar televizyon yoktu.. Dolayısı ile belgesel nedir bilmiyorduk..

“Bizim arazimiz” diye bellediğimiz yerlerin sınırını da kurtlar, köpekler gibi işeyerek işaretleme refleksimiz yoktu..

Ölçüler göz kestirimi..

“Arazi ihlâli..” haberi geldiğinde elebaşı olarak hemen çeteyi topladım ki yirmiden fazla başıbozuk oğlan çocuğu var içlerinde..

En olmuşları da benim ve on üç yaşındayım.. Bulaşacağımız lisesiler ise on beş, on altı yaşlarında..

O yaşlarda bir iki yıl farkı çok büyük ama ben sayımıza güveniyorum..

En önde yürümem o sebepten..

***


Oğlanlara doğru yürüyüşümüzün sonuna gelmiştik, hasımlarımızla aramızda yirmi metre kadar mesafe kalmıştı..

Ortadakini tanıdım..

Daha evvel bulaşmışım, taşıdığı eşyalar yüzünden eli kolu doluyken suratına tokadı çakıp kaçmışım..

Ortadaki işte o..

O da bana “Bu sersemdeki cesaret de ne..” diye şaşkınlıkla karışık merakla bakıyor..

Ben arkamdaki çete üyelerinin hedefi zorlu görüp, birer ikişer sıvıştıklarını ne bileyim.. Oğlanlarla aramda üç dört metre mesafe kalmıştı ki arkama bakmayı o zaman akıl ettim..

AVA GİDERKEN..

Baktım ki Şükrü’den başka kimse kalmamış.. Ava giderken ben av olmuşum..

Birkaç gün önce suratına kalleşçe vurup kaçtığım oğlanın tam önünde durdum..

Kaçmıyorum çünkü bir kaçsam “korkak” olarak tescil edileceğim, mahalledeki elebaşılık otoritem temelinden yıkılacak..

En iyisi dayağımızı yiyip, dönmek.. Hasımlarımız yaşça büyük, bedence iri olduğundan dayak yemem mahallede “otorite tartışması” yaratmayacak..

Oğlan gözümün içine baktı.. “Demek kendin geldin ayağıma kadar..” dedikten sonra Türk filmlerinden öğrendiği gibi bir yumruk çıkardı suratıma..

Sepetten taşan zerzevat gibi yapıştım yere.. Ağzım burnum dağılmış olarak kalkıp yeniden ayağa dikildim..

Oğlan ikinci kez vurmaya tenezzül etmedi.. Acınacak haldeki yüzüme baktı, arkadaşlarıyla birlikte yürüdü gitti..

Benden üç yaş küçük olan Şükrü’yü hasım bile saymamışlardı.. Kös kös döndük mahalleye.. Yediğim dayağın yan etkileri geçene kadar da mahalle huzurlu günler yaşadı..

***


Artık araya şehirler, ayrı hayatlar, farklı farklı işler girmiş..

Eski arkadaşlarla çok seyrek görüşebiliyoruz.. Lisenin yıllık geceleri de bunun vesilesi.. Şükrü Koçoğlu gala gecemize yetişemedi ama bir gün sonra karşılaştık..

Ev sahibi olduğu otelindeki gecemize gelemediği için hepimiz ona çok söylenmiştik.. Ancak karşılaştığımız an o kırgınlık kayboldu..

Yerini sabahın erken saatlerine kadar süren uzun bir sohbet aldı ki yukarıda anlattığım dayağı da andık..

AYIPLANAN DİL..

Ege’nin, İç Anadolu’nun nüfusları kırk bin ile yetmiş bin arasında değişen vilayet merkezleri artık yok..

Onların yerini yüz binlerin yığıldığı şehirler almış..

Eski hallerinden kalan bir iki tarihi bina, bir iki doku hâlâ ayakta ama şehirleri sarmaşık gibi saran blok apartmanlar arasında kaybolup gitmiş..

O güzel şehirlerin ruhları yok olmuş..

Sokaklarında binlerce araba cirit atıyor.. İnsanlar anlamını dahi bilmedikleri İngilizce yazılı tabelaların asılı olduğu dükkânlardan alış veriş ediyor..

O güzelim turistik otellerin tamamına yakını yabancı dilden bir isim taşımakta.. Mekânına Türkçe isim koyma cesaretini gösterebilen bir işletmeci yok..

Hem sabah akşam Türklüğünle övünecek, kendi kendine “Türklük propogandası” yapacaksın.. Hem de işlettiğin şeye Türkçe isim koymaktan utanacaksın..

Böyle bir garabet ancak bizim memlekette olur..

***


Lisemizin şanını yeniden ihya ettik.. Boru değil Afyon Lisesi bu.. Beni yetiştirmiş.. Benden sonra da galiba iki cumhurbaşkanı, bir genel kurmay başkanı çıkarmış..

Arslan müdürümüz Mazhar Çevik her yıl olduğu gibi yine başımızdaydı..

Yaş ilerlemiş, çoğumuzda anne baba kalmamış.. O yüzden de herkes Mazhar Bey’i kendi babası yerine koyuyor..

Eski mezunların tamamı, bir zamanlar gölgesinden bile kaçtığımız otoriter müdürümüzün üzerine titriyor..

Hâlâ eski dostlarla geçirdiğimiz harika zamanın etkisi altındayım.. O yüzdendir ki yöreye dair izlenimlerimi gelecek yazılara bıraktım..

Okunması ibretliktir..


DİĞER YENİ YAZILAR