Canın balık çektiyse üşenme, adalarda ye..

Haberin Devamı

Yunan adaları dediğin ne ki? Çoğu iki adımlık mesafede.. Bodrum’dasın.. Bin feribota.. Otuz dakikada Kos’a çıkarsın.. Balığını ye, uzonu iç.. Feribotla dön.. Hem dünya kadar para cebinde kalır, hem de kazıklanıp sinirin de bozulmaz..

Balık lokantası dendi mi bizim ahalinin içini bir ürküntü alır.. Balığı sevmediğinden değil, yemek sonrası gelebilecek faturanın nasıl bir şey olacağını kestiremediğinden..
Cevdet Paşa tarihinde yazar ya!
Kozanoğlu isyanının bastırılmasından sonra bölgeye gönderilen vali sofu bir adam olduğundan, affa uğrayan köylülere iyi davranma sözü vermiş..
“Bir şartım var ama..” demiş..
“Beş vakit namazınızı kılacaksınız..”
Otuz haneli Türkmen köyünün kadınları bu şartı beğenmemişler.. “Hak mı kız bu..” diye birbirlerine dert yanmışlar..
“Aşağı köy yüz hane.. Bizimki otuz hane.. Onlara da beş vakit namaz bize de..”

***

“Balıkçı” lafının içimizde yarattığı ürküntünün sebebi böyle bir şey..
Balığını yemeye yiyeceksin de gelecek hesap Osmanlı Valisi Esat Paşa’nın namaz vergisi gibi bir şey olacak..
Kimin bahtına ne çıkacağı belli değil..
Leros Adası’nın Ayia Marina koyundaki balıkçı lokantasına girerken içimde böyle bir hissiyat vardı..
Gelebilecek hesabın ihtimal katsayıları geriyordu beni.. Hesabı ödeyeceğimden değil.. Ev sahipliğimizi yapan “Bir Dost”a duyduğum şefkatten..

SALAŞ BALIKÇI..

Patimenos balıkçısı denize nazır küçük bir evin öndeki verandası..
On beş metrelik bir çıkıntının üzerinde tahta masalar, maviye boyanmış tahta iskemleler var.. Biz yedi kişiyiz..
Mevsim sonu olduğundan tenha.. Bizden başka yirmi kişi daha saydım..
Aile işletmesi.. Evin erkeği siparişleri alıyor, karısı mutfakta pişiriyor.. Bir de Jamaikalı’ya benzeyen siyahi garsonları var.. Hazırlanan yemekleri, mezeleri masalara o servis yapıyor..
Önce mezeler geldi.. Közlenmiş patlıcandan taramaya, salatadan Paparina’ya kadar hiç eksiğimiz yok..
Yunanlıların rakısı olan uzo şişeleri açıldı..
Paparina, bebek Sardalya balığı.. Bir çocuğun parmağı inceliğinde balıklar..
Mısır patlatır gibi tavaya atıp çeviriyorlar, kızarmış patates yer gibi parmak ucuyla tutup sıcak sıcak yiyorsunuz..
Her balıkçı lokantasının başlıca spesiyali.. Sormadan koca bir tabağı ortaya koyuyorlar..
Mezelerle birlikte ara sıcak dediklerimiz başladı.. Körpecik ahtapotlar ızgara olarak geldi.. Ardından kalamarlar.. O bitmeden karidesler..
Hepsi de kocaman servis tabaklarının içinde tepeleme..

***


Boğaz’da bir meze niyetine karides istedin mi küçük bir kayık tabakta altı adet getirirler.. Yanında iki maydanoz yaprağı, bir ince dilim haşlanmış havuç ile tavla zarı kadar iki patates.. İşlem tamamdır..
O da karides.. Yunanlının kayık tabağa tepeleme doldurduğu da karides..
Üstelik sıcak ve ızgara..
Her ne hikmetse lezzet katsayısı bizi üçe beşe çarpar..
İstanbul’un eski kadınları “Kimse bu Rum karıları gibi tava yapamaz..” diye anlatırlardı, tevatür sanırdım.. Haklı çıktılar..

SIRA BALIKTA

Meze faslı bitti, ana yemeğe sıra geldi..
“Bitti” dediğime bakmayın.. Adamların getirdiği ara sıcaklara doyamadığımızdan bir iki şey daha ısmarladık..
Temsil karides ikinci turunu yaptı.. Sonra Jamaika kırması siyahi garson koca bir kayık tabağını ortaya koydu.. İçinde çıtır çıtır kızartılmış Sardalya balıkları..
Kırk tane mi elli tane mi sayamadım.. Kafa kuyruk ayırmadan silip süpürdük.. Üç şişe de Uzo içmişiz.. Haliyle azdırdı bizi..
“Tatlı..” istedik..
Küçük bir tepsi içinde özel yapılmış bir tatlı getirdiler ortaya.. Yedi kişinin her birine birer “öksüz doyuran” dilim çıktı.. Onu da bir güzel hakladık..
Ben içimden “Güzel yedik ama dur bakalım.. Nasıl bir hesap gelecek..” diye karanlık düşünceler geçiriyorum..
Herkes kahvesini içti.. Bizdeki “Türk kahvesi” orada “Greek kahvesi..” olarak niza sebebi..
Biz onlara kızıyoruz bu kahve meselesinde onlar bize.. Şimdilik arada başka bir ihtilaf yok..

***

Sonunda merakla beklediğim hesap geldi..
Yedi kişiyi çatlatacak kadar yedirip içirmenin, üç saat süren servis bedeliyle birlikte karşılığı 138 Euro.. Adam başına 19.7 Euro..
Bir Euro bizim parayla bir lira altmış yedi kuruş.. Hadi 1.70 olsun..
Hesap kelle başına otuz üç buçuk lira..
Aynı sofrayı Boğaz’da kur, Türkbükü’nün akla ziyan mekanlarında kuruver.. Bin beş yüz liradan aşağı hesap gelmez..
Aklıma not düştüm.. “Yunanlılar adam kazıklamayı bilmiyor.. Yazık!”

HERKES GÜLER YÜZLÜ

Sekiz bin iki yüz nüfuslu adada iki tur attım.. Görmediğim ev kalmadı.. İnsanlar sosyal, güler yüzlü..
Kiminle karşılaşsan “Kalimera..” diye seslenip selam veriyor.. Yani günaydın diyor..
Üstelik Türkiye’den geldiğimizin de farkındalar.. Sanki kimsenin bizimle siyasi bir meselesi yok..
Bir okulun önünden geçiyordum.. Kapısının yanında, duvara iliştirilmiş bir mozaik pano gördüm..
Eteklikli, ponponlu çarıklı bir Efsun askeri ile fesli, şalvarlı (tabii ki bıyıklı) bir Türk el ele tutuşmuşlar.. Ortalarında dostluğu temsil eden bir zeytin ağacı..
Üzerinde ise Leros-Güllük yazısı var.. Belli ki kardeş okul olmuşlar.. Hoşuma gitti..

***


Sokak aralarında sürterken fark ettim..
Bizde meşhur “Herkes evinin önünü süpürse..” geyiği vardır ya!
Konuşma “N’olacak bu memleketin hali?” yakınmasıyla başladığında, lafın kuyruğuna düğüm bu geyikle atılır..
Burada böyle.. Herkes evinin önünü süpürüyor.. Sabah her evin kadını, ellerinde uzun saplı yer fırçası ile kapının önüne çıkıyor.. Sokağı pırıl pırıl ediyorlar..
Bizdekiler gibi aşırı gayretli olanlar.. Okul duvarlarını bile süpüren.. Dikilip hallerini seyrettim..
Sırada başka adalar var, bakalım daha neler göreceğiz?


DİĞER YENİ YAZILAR