O kör levreğin dahi sofranızda hakkı var

Haberin Devamı

Kimyam bozuldu, sinirlerim altüst oldu.. Denizin ortasında “el birliği ile yapılan yağmayı” görün diye böyle bağıra çağıra yazıyorum.. Denizden bir lokma sebeplenenin dahi yağmacılara bir tükürük borcu var..

Kanuni Sultan Süleyman’ın “Osmanlı’ya rüşveti ben soktum” diye övünen Topal Rüstem Paşa adında bir sadrazamı vardı..

O sadrazamın kardeşi Sinan Paşa da İstanbul Kaymakamı idi..

Boğaz’ın iki yakasına hükmeden, her gün yalısından denize bakar ancak ağzına balık koymazdı..

Yemediği sadece balık olsa iyi..

Osmanlı Sarayı’nın mutfak giderlerinin kaydedildiği Matbah-ı Âmire defterinde yazıldığı gibi “Haşarat-ül Bahriye” sınıfına giren karides, yengeç, ıstakoz, kerevit türünden deniz kabuklularını da yemezdi..

Neden derseniz, denizden çıkan bir şeyin yendiği zaman canlanıp, insanın midesinde yüzdüğüne inanırdı..

***

Keşke bizler de bu günlere; Topal Rüstem Paşa’nın kardeşi Sinan Paşa ile aynı kafada gelseydik de denizleri rahat bıraksaydık..

Yaz tatillerinde deniz yerine eskiden olduğu gibi marul tarlalarına koşsaydık..

Kıyı yağmacılığından geçtim, denizin ortasını yağmalamasaydık.. Hoyratlığımızla, aç gözlülüğümüzle, insana ve doğaya olan saygısızlığımızla levrekleri kör etmeseydik..

GEL.. ZEHİRLE..

Girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği’nin bir tek ülkesi bile “insanın kullanımına açık” sahillerde balık çiftliği kurdurmuyor..

Kurmak isteyenlere “açık denizlere..” deyip deryayı gösteriyor.. O yüzdendir ki İtalyan’ı, Fransız’ı bizim sulara geliyor.. Bir aç gözlü Türk ortak buluyor..

Orası turistik bölgeymiş, burası insan kullanımına açıkmış demeden dev balık çiftliklerini kuruyor..

Kendi ülkesinde yapamadığını bizim sularda yapıyor.. Kendi suları yerine bizim suları kirletip, zehirliyor..

Ahalinin gözünün içine baka baka.. Hükümet adamlarının gözünün içine baka baka..

Yıllardır yazmayan söylemeyen kalmadı.. Sadece gazete haberlerini toplasan birkaç cilt çıkar.. Kimsenin yüzü dahi kızarmadı..

Eğer Avrupa Birliği uyum yasaları olmasa daha da aldıran çıkmazdı..

Çevrecinin sızlanması, gâvurun bastırması sayesinde hükümet adamlarının denize bakanı “Balık çiftliklerini açık denize taşıtma” kararı aldı..

Tiyatro da böyle başladı..

***

Hükümet adamının denize bakanının emrinde çalışan bürokratlar, aylarca hazırlanıp tüzük değişikliği yaptılar..

“Bundan böyle sahillere yakın yerde balık çiftliği kurulamaya..” diye..

İki, üç yıl süren hukuk savaşı bitti zannettik.. Çiftlikler taşınıyor, diye sevindik..

İnce oyunlardan haberimiz yoktu ki.. Tüzük değil de yönetmelik değişmesi gerektiğini bilmiyorduk ki..

RÜSTEM PAŞALAR

Balık çiftliği sahipleri mahkemeye gitti.. Mahkeme de kararı bozdu..

Aaaa! Meğer yönetmelik değişikliği lazımmış.. Ve deryadan sorumlu koskoca hükümet adamı bunu bilmiyormuş..

Biz de inandık..

Osmanlı’ya rüşveti sokmakla övünen Topal Rüstem Paşa’nın torunları halimize güldü.. Çiftlik sahiplerinin, bürokratların meclisinde aptallığımızla alay konusu olduk..

Hükümet adamları “Valla böyle olacağını bilmiyorduk, merak etmeyin yenisini çıkarırız..” derken balık çiftlikleri kolları sıvadı..

Bu ne hummalı bir çalışmadır öyle?

Bu ne vatan sularını berbat etme gayretidir ki bir ay içinde

ne kadar balık çiftliği varsa kapasite olarak ikiye katlandı..

***

Biliyorlar ki yeni bir yönetmelik değişikliği iki üç yıl ister..

İki üç yıl sonra da Allah Kerim.. Topal Rüstem Paşa yasalarından Allah razı olsun..

Eskinin deryalardan sorumlu hükümet adamı listeden düştü.. Artık senin gibi, benim gibi biri.. O yüzden kendini aklama gayretinde..

“Bana gelen raporları bir görseniz dudağınız uçuklar..” diye konuşuyor özel sofralarda..

Dağ gibi raporlar varmış önünde.. Hükümet adamıyken hepsini bir bir okumuş da korkudan dudağımız yarılmasın diye bize söylememiş..

SEN NE YAPTIN?

Raporlarda diyormuş ki “Balık çiftliklerinin altındaki bitki tabakası mahvolmuş..”

Yukarıdan ilacı, kimyasalı döke döke bitki örtüsünü bitirmişler.. Yosunlar sanki üzerine asit dökülmüş gibi yanmış gitmiş.. Ekolojik denge bozulmuş.. Daha başımıza kimbilir neler gelecekmiş..

İşte gözleri kör olan deniz levrekleri de o asit yağmurunun kurbanı.. Yiyecek var diye havuzların ağının altında geziniyorlar..

Ne bilsinler yiyecek diye kimyasal karışım döküldüğünü.. Gören gözler kör oluyor..

***

Bu nasıl bir güçtür ki ciltler dolusu resmi raporlar işe yaramıyor?

Bu nasıl bir çarktır ki hükümet adamları ve altlarındaki “Topal Rüstem Paşa” ahfadından koca koca bürokratlar, üç beş çiftlik sahibine teslim oluyor?

ÇEVRE BİLİNCİ..

Cumhuriyetin her cırtımına sahip çıkanlardan da ses yok..

Bir defile, bir gösteri oldu mu ayağa kalkıp, Kurtuluş Savaşı’nı kendi dedeleri kazanmış gibi “Onuncu Yıl Marşını” söylemeyi biliyorlar..

Önerim o marşın bir mısrasını değiştirsinler.. Coştuklarında marşı “Balık çiftlikleri ile ördük denizleri dört baştan” diye söylesinler..

Çünkü o çiftlik sahiplerinden biri, ikisi sürekli aralarında..

Cemiyet haberi veren dergilerin müdavimleri.. Her sayıda, yanlarında zarif eşleri, sırıtarak poz veriyorlar kamuoyuna..

Bundan sonrası Türkiye’nin kaymak tabakası denilen zenginlerimizedir.. Çoğu da çevre duyarlısı diye bilinir..

***

Koç’undan Sabancı’sına.. Şahenk’inden Eczacıbaşı’sına.. Doğan’ından Komili’sine kadar.. Lafı geçen, ağırlığı olan, çevreye duyarlı insanların topuna birden sesleniyorum..

Bu balık çiftliği sahiplerini aranıza sokmayın.. Karşılaştığınızda tükürülecek yüzlerine gülüp, sırtlarını sıvazlamayın..

Cemiyetlerinizden ıskat edin bunları..

Şenliklerinize, etkinliklerinize davet etmeyin.. Düğünlerine, derneklerine katılmayın.. Yan yana gözükmeyin..

Hatta onların davetli olduğu yerlere gitmeyin.. Gittikleri lokantalarda yemek yemeyin.. Ellerini sıkmayın..

Bunu topluma borçlusunuz.. Sevabı da “Onuncu Yıl Marşı’nı söylemekten” çok fazladır..

DİĞER YENİ YAZILAR