Evrensel boyutlarda boş dolansın kafanız

Mevlânâ’yı önce halka tanıtın demesi kolay.. Caminin nasıl yapıldığını görmeyen minareyi yerden kendi kendine çıkıyor zanneder.. Lakin emir demiri kesiyor.. Zorla da olsa tanıtacağız halka..

Haberin Devamı

Kültür Bakanlığı’nın muhtemel icraatlarını anlatan haber “Türkiye, Mevlânâ’nın sekiz yüzüncü doğum yıldönümü munasebetiyle dünyaya hoşgörü dersi vermeye hazırlanıyor” cümlesiyle başlıyor..

Güzeeel..

Demek ki bizim memleket “hoşgörü” konusunda dünyaya ders verecek kadar yeterli.. Hatta tek tabanca..

İnanırım..

Olaya tersten girip; trafikte önündeki araç yol vermeyince içindekileri denize atanları örnek verecek değilim..

***

Zaten gazetelerin üçüncü sayfa haberleri, birbirimize karşı ne kadar höşgörülü olduğumuzla dolu..

Aha bugünün gazetelerinden bir “hoşgörü” haberi daha..

Ömer Bey komşusunun tarlasını satın almak istemiş.. Komşu satmayınca kızıp, dört kiralık katil bulmuş..

Komşusunu öldürtmüş..

Bedenini parçalatıp, her paresini bir başka yere gömdürmüş.. Sonra içine sinmediğinden kiralık katillere “Gömdüklerinizi çıkarıp dereye atın..” talimatı vermiş..

FİLMİ YAPILIR
Katiller hoşgörüsüz çıkıp ekstra para istemişler.. Ömer Bey kızmış, parayı vermemiş.. (Hoşgörü göstermesi lazımdı.. Şantajcı da işini yapıyor..)

Katillerden biri gidip durumu jandarmaya anlatmış..

Alın size psikolojik film konusu.. Psikolojik film yapacağız diye “sıkıntılı entel kadınlarla” ne uğraşırsınız ki?

Ayrıca.. Azmettireni cezalandırmak için işlediği cinayeti ihbar edip, kendi başını belaya sokan kiralık katilin zekâsı başlıbaşına tez konusudur..

Bu örneği niye mi anlattım? Konunun girişine tüy dikmek için..

Hoşgörü konusunda nasıl bir öğretici olduğumuzun altını çizmek için..

Mevlânâ’nın doğum yıldönümü nedeni ile dünyaya hoşgörü dersi vereceksek bu memleketin aydınlarından da sebeplenmek lazım..

Özellikle de edebiyatçılarından..

Mevlânâ’dan ilham alan hükümet adamlarının engin hoşgörüsü sayesinde memleketimizde hapishane ile tanışmayan kalem sahibi kalmamıştır..

Onlar da cezaevlerinde kendilerine gösterilen hoşgörüyü anlatıp, adımızı hoşgörü alemlerinde bayrak gibi dalgalandırsınlar..

***

Nereden takıldık bu “hoşgörü” lafına? Şurada güzel güzel bir kültür yazısı yazacaktık..

Tam da yeri gelmişti..

Bizim bakanlık, Mevlânâ’yı evrenselleştirmeyi kafasına takmış bir kere.. Bütün gayreti bunun üzerine..

Hatta hükümet adamlarının başkanı bile konuya eğilmiş..

“Arkadaşlar..” demiş..

“Mevlânâ kutlamaları daha çok entelektüellere hitap ediyor.. Hazreti halka mal edelim..”

HALKA GİDELİM
Durum biraz çelişkili oldu..

Sen Mevlânâ’yı evrenselleştirelim, fikrinden gidiyorsun..

Evren ne demek? Kâinat demek..

Yani dünyanın öbür milletlerinin tanıması yetmez, uzaydaki mahlûkat dahi Mevlânâ’yı bilip tanısın fikrindesin..

Hükümet adamlarının başkanı “Evreni mevreni bırak önce ahaliye tanıt..” diye tutturuyor..

Allah Allah!

Kültür adamlarının başı Atilla Koç Bey uyur-gezer görüntüsünün aksine cin gibi adamdır..

Mangal gibi de yüreği vardır.. Biliyorum, çünkü Zaman Gazetesi marifetiyle bana tavlada meydan okudu..

Kısmet olur oynarsak, tavlanın kapağına bir çentik daha atacağız demektir..

Neyse özel hayatımızı kültür işlerine sokmayalım..

“Mangal yürekli” diyordum.. Sebebi “Mevlânâ’yı halka tanıtma projesine” dört elle sarılmasından..

İşin kolayına kaçsaydı Mevlânâ’yı evrenselleştirmeyi tercih ederdi.. Atilla Bey zoru seçti..

***

İşin zorluğu Mevlânâ’nın tek satır dahi Türkçe yazmamış olması..

Kendisi Afgan ama kimliği paylaşılamıyor.. Biz Atatürkümüz’ün tarih çalışmalarına güvenip Türk ilân etmişiz.. İranlılar da “Mesnevi’yi Farsça yazdı.. O halde bizdendir..” diye tutturuyor..

Hatta benim başıma da geldi.. Geçen yaz bizim oralara bir İranlı profesör gelmişti.. Tanıştık.. Hatta tavla oynayacak kadar ahbap olduk..

Birdenbire bana “Mevlânâ nereden Türk oluyor? İranlıdır..” dedi..

Sinirlendim.. “Mevlânâ Türktür, Türk kalacaktır..” desem, misafirdir..

Geleneksel misafirperverliğimize uymaz.. “Uymayayım şuna bir hoşgörü dersi vereyim..” dedim.. Tavlaya oturttum..

Zarı atıp da kıracak sayı geldiğinde acısını çıkardım..

UNUTULMAZ DERS
Pulunu kırıp “Şaaak!” diye tavlaya bir yapıştırıyordum ki öbür sitelerdeki yazlıkçılar balkonlarına çıkıp “Bu top sesleri nereden geliyor? Belki de Selahattin Duman Öztitanik’e binmiş seferden geliyor..” deyip, bakınıyorlardı..

Atilla Bey’in gözünü korkutmuş gibi olmayayım ama şakkada şukkada pul kıra kıra haddini bildirdim İranlı’ya..

Bir daha da Mevlânâ mevzusunu açmadı..

Lafı başka yere getireceğim..

Mevlânâ’nın divanını Farsça yazması değildir zorluk.. Bizim ahali kitap okumasını sevmediğinden mesele çetrefilleşir..

***

Ben bildim bileli, eli kalem tutan insanlar Mevlânâ üzerine yazı yazıyor.. Hükümet adamlarına gösterip “Bak Mevlânâ’yı tanıttım..” diyerek sebepleniyor..

Belki beş bin, belki de on bin risale yazılmıştır bu konuda.. İçinde tarihe veya edebiyata gerçekten katkısı olanı on on beşi geçmez..

Sebep? Mevlânâ üzerine yazı yazmayı plânlayan biri oturur, kendisinden önce yazılmış Mevlânâ yazılarına bakar.. Ondan beş cümle, öbüründen on cümle apartır..

Onları alt alta koyar.. Olur sana yeni bir Mevlânâ çalışması..

Bunları kimse okumadığı için de dönen çarkı fark eden olmaz..

Tahminim, bu memleketteki okur yazar yetişkin başına iki üç adet Mevlânâ yazısı düşmektedir..

Sorun ahalinin yüzde doksanına, hâlâ Mevlânâ’nın hangi devirde yaşadığını dahi söyleyemezler..

Buna rağmen hoşgörülüyüz ya! Yine de şükür..

DİĞER YENİ YAZILAR