“Müslümanlar niçin ve nasıl diye sormayı bırakmamalı”

Pazartesi akşamı Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez İstanbul’da bir grup gazeteciyle bir araya geldi ve sohbet etti. Buluşmanın ana nedeni Diyanet’in bu Ramazan ayında başlatacağı “Hiç kimse kimsesiz kalmasın” kampanyasıydı. Prof. Görmez “kimsesiz” derken sadece maddi anlamda yoksun olanları değil, örneğin varlık içinde yokluk çekenleri de kastettiklerinin altını özellikle çizdi. Bununla birlikte kampanya boyunca mültecilere, sokak çocuklarına, yetimlere ve yaşlılara yönelik faaliyetleri öne çıkartacaklarını söyledi.

Tabii ki güncel konulardan da konuşuldu. Prof. Görmez, İslam dünyasında, özellikle de bölgemizde yaşananlar hakkında alabildiğine gerçekçi, açık, samimi ve (öz)eleştirel şeyler söyledi. Kendisini akademisyenliği döneminden beri tanırım. Son “Soma hutbesi” örneğinde olduğu gibi Diyanet’teki bazı icraatını çok sert eleştirdiğim de oldu. Önceki akşam bir DİB Başkanı’ndan ziyade, eski zamanların yenilikçi genç ilahiyatçısını andırıyordu ki bu hiç itiraz edeceğim bir nokta değil.
Alevi sorununun çözümü
Diyanet yakınlarda, bölgemizde yükselen mezhep savaşları riski üzerine 8 dilde bir “sağduyu, barış ve kardeşlik çağrısı” yayınlamıştı. (http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/islam-dunyasina-8-dilde-%E2%80%9Cbaris-ve-kardeslik-cagrisi%E2%80%A6-basin-aciklamasi/17009 )
O metinden özellikle şu kısmı hatırlatmak isterim: “Bugün, mezhep çatışmasını ve akan kanı durdurmayan bir sözün hiçbir kıymeti olmadığı gibi, akacak kana sebep olacak fetvaların da hiçbir değeri yoktur. Aksi takdirde bütün İslam âlemi suç ortamına, bütün İslam âlimleri de suç ortağına dönüşür. Bütün bu olup bitenleri sadece kaygıyla izlemek yetmez. Elim sonuçlar doğuracak bir çatışmayı engellemek için bütün dini liderler ve âlimler kararlılıkla birlik ve beraberlik içinde hareket etmelidir. Bu hepimizin dini, ahlaki ve vicdani görevidir. ”
Prof. Görmez o çağrıdaki birçok hususu tekrarladı ve şöyle konuştu: “Bugün Türkiye’ye çok büyük bir rol düşüyor. Öncelikle Türkiye aidiyet olarak Sünniliği kabul etme hatasına düşmemeli. Müslüman aidiyeti sahiplenmeli ve anlaşmazlıklarda hakem olmaya çalışmalı.”
Türkiye’nin böyle bir misyonu üstelenebilmesi için, haklı olarak, öncelikle kendi etnik ve mezhebi sorunlarını çözmesi gerektiğini söyleyen Prof. Görmez daha sonra tartışmaya açık bir saptama yaptı: “Bugün Türkiye’nin, özellikle mezhep sorununu çözmesi için toplumsal zemin daha fazla hazırdır. Bu sorunu hiçbir tanımlama dayatmadan, hukuk ve inanç özgürlüğü çerçevesinde çözebiliriz.”
Ben aynı görüşte değilim, o kadar çetrefil olan Kürt sorununun, gelinen noktada Alevi sorunundan daha kolay çözülebileceğini düşünüyorum. Kaldı ki onun bu sözün ardından kendisine “o zaman niye çözülmüyor?” sorusu da yöneltildi. Prof. Görmez’in cevabı da tabii ki, “Alevi sorununu çözecek merci Diyanet değildir” oldu.
Kadın ve siyaset
Ayşe Böhürler’in, dindar kesimde kadın sorununa eskiye kıyasla daha az sahip çıkıldığından yakınması üzerine Prof. Görmez şunları söyledi: “Maalesef Müslümanlar özellikle iki konuda Hz. Peygamber’in koymuş olduğu hedefleri yakalayamadı: Biri kadın, diğeri siyaset konusu.”
Onun dindarlara yönelik şu cümlelerini özellikle not aldım:
- “Sayı çoğalıyor ama nitelik düşüyor.”
- “Dindarlarda ilgi ve merak azalıyor.”
- “Bölgemizde yaşananlar nedeniyle önce İslamiyet algısı değişiyor. Bu algı değişim İslamiyet’in kendisini de dönüştürüyor.”
- “Modern zamanların selefiliğin en büyük farkı din ile hayat arasındaki ilişkiyi sorunlu bir şekilde kurmasıdır.”
- “Niçin ve nasıl soruları bazılarınca günah kabul ediliyor. Müslümanlar niçin ve nasıl diye sormayı bırakmamalı.”
O zaman soralım, Müslümanlar niçin ve nasıl diye sormaktan niçin ve nasıl uzak düşüyorlar?

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR