Alevilerden devlete: Gölge etme, başka ihsan istemez!

Haberin Devamı

Başbakan Erdoğan dün Uğur Kurt’un babası Kemal Kurt’u telefonla arayarak başsağlığı dilemiş ve olayın takipçisi olacağını söylemiş. Olayı hatırlayalım: Uğur Kurt, perşembe günü taziye için Okmeydanı Cemevi’nin avlusundayken bir kurşunun isabet etmesi sonucu yaralanmış, birkaç saat sonra da hastanede hayatını kaybetmişti. Kurşunun, bir grup göstericinin molotofkokteyliyle ateşe verdiği polis aracından çıkan sivil giysili polislerin silahından çıktığı ileri sürüldü. Daha Kurt hastaneye taşınmadan, cemevi avlusuna polis tarafından gaz bombası da atıldı.

Son bir yılda nerdeyse tümünün cenazeleri cemevlerinden kaldırılan çok sayıda gencin ölümünden bir şekilde polis, dolayısıyla devlet sorumlu tutuldu ancak Başbakan’ın hiçbirinin yakınlarına başsağlığı dilediğini duymadık. Tam tersine, polisleri kahraman ilan etti, gençlerin bazıları hakkında kuşku uyandıracak sözler söyledi, hatta seçim mitinglerinde Berkin Elvan’ın annesinin yuhalanmasına zemin hazırladı. Kurt’un öldürülmesinin ardından da, Berkin ve diğer gençler için “Her ölüm hadisesinde bir tören mi düzenleyeceğiz. Ölmüştür geçmiştir” diye konuştu ve polislerin sabrını övdü. (Cannes’da Altın Palmiye’yi kazanan Nuri Bilge Ceylan ise, ödülünü “son bir yılda hayatlarını kaybeden Türkiye’nin genç insanları“na adayarak, ölenlerin öldükleriyle kalmadığını, hiçbir şeyin geçmediğini ve unutulmadığını gösterdi.)

İki seçenek

Kuşkusuz Erdoğan’ın Uğur Kurt’un babasını araması olumludur. Ama böyle bir adım atmakta neden bu kadar geç kaldığını sorgulamak da şarttır. Öncelikle güvenlik kamerası kayıtlarında, Uğur Kurt’un, başkalarıyla birlikte İstanbul Okmeydanı Cemevi avlusunda taziye için beklerken vurulup yere düştüğü tartışmaya yer bırakmayacak şekilde anlaşılıyor. Yine başka kayıtlardan, alev alan araçtan fırlayan sivil giyimli polislerin ateş açtıkları görülüyor. Nihayet, Uğur’un aynı cemevinden son yolculuğuna Fenerbahçe formasıyla birlikte uğurlanmış olması, her türlü “kökü dışarıda terörizm“ propagandasını imkânsız kılıyor.

Öte yandan, Uğur’un gündüz gözüyle cemevi avlusunda öldürülmesinin Alevilerde tam bir “artık yeter“ duygusuna yol açtığı, önceki gün Köln’de, dün de İstanbul, Ankara ve İzmir’deki gösterilerde ortaya çıktı. Başbakan’ın önünde kabaca iki seçenek bulunuyordu:

1) Birçok muhalifinin ileri sürdüğü gibi, cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru toplumsal kutuplaşmayı iyice tırmandırmak, bu bağlamda mezhep gerginliklerini engellemeye çalışmamak, hatta üstü örtülü de olsa teşvik etmek;

2) Her ne sebeple olursa olsun Alevi-Sünni gerginliğinin Türkiye için bir felaket olacağının, bundan kendisinin ve partisinin de hiçbir şekilde kârlı çıkma ihtimali bulunmadığının bilinciyle ortamı bir nebze olsun yumuşatmaya çalışmak.

Çözüm şart

Kuşkusuz her geçen gün daha da derinleşen Alevi sorunu bir telefonla çözülebilecek bir olay değil. Hatırlayalım: Başbakan Erdoğan 2008 yılı sonlarına doğru bir Alevi açılımı başlatmış, yapılan onca çalışmanın ardından Alevi sorununun çözümü için yol haritaları çıkarılmış ama bunların hayata geçirilmesi belirsiz bir zamana ertelenmişti. Sanıyorum bu sorunun çözümünün yolu üzerine düşünmek için Erdoğan’ı o tarihte bu açılıma neyin sevk ettiğini ve sonradan bundan neden vazgeçtiğini çok iyi tahlil etmemiz gerekiyor.

Bugün itibariyle Erdoğan’ın Alevi sorununu çözme arayışı içinde olduğunu söylemek mümkün değil. Fakat çözmese bile Alevi sorununun daha da derinleşmesinin önünü alması mümkün. Mümkün, çünkü son dönemde bu sorununun daha da derinleşmesinin önde gelen sorumlularından birisi kendisi.

Örneğin Alevilerin hassasiyetlerine saygı göstermese bile, onları daha da rencide edici söz ve davranışlardan geri durması; Alevileri kendi iradeleri olmayan, “dış güçlerin”, “terör örgütlerinin” vb. peşine takılmış, kandırılmış insanlar olarak tarif etmekten vazgeçmesi yeterli olabilir.

Alevilerdeki baskın eğilimi “devlet gölge etmesin, başka ihsan istemez“ diye özetleyebiliriz. Ancak hemen hepsi devletin çok ciddi bir şekilde gölge ettiğinden şikâyetçi.

DİĞER YENİ YAZILAR