CHP’liler medyaya boşuna kızıyor

Haberin Devamı

Salı günü Meclis’te karşılaştığım CHP milletvekilleriyle grup toplantısını izlemeye gelmiş bazı partililer bana hep medyadan yakındılar. Medyanın tamamen siyasi iktidara angaje olduğunu, kendilerini yok saydığını ileri sürdüler ve örnek olarak da genellikle “köstebek bakan” olayını verdiler.

Haksız sayılmazlar. Medyaya baktığımızda ana muhalefet liderinin suçlamalarından çok Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın savunmalarına yer verildiğini görüyoruz. Normal şartlarda medyanın “savcı”dan çok “avukat” olmaya talip olması anlaşılır bir şeydir. Fakat daha önceki örneklerden hareketle medyanın genelinin “savunma en kutsal haktır” düşüncesinden değil, güçlüden (yani siyasi iktidardan) yana olma, görünme refleksiyle böyle bir tutum izlediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

CHP’lilerin, medyanın daha eşitlikçi, adil bir çizgiye gelmesini talep etmeleri, haksızlıklardan şikayet etmeleri son derece yerindedir fakat siyasi iktidara karşı etkili bir muhalefet yürütememelerinin sorumluluğunu medyaya yüklemeleri kolaycılıktan başka bir şey değildir. Yine “köstebek bakan” örneğinden yola çıkarak sözlerimi açmak istiyorum: Eğer medya bu konuda evrensel basın kriterlerine göre “tarafsız” bir tutum izlese ne olacaktır? Diyelim ki CHP Atalay’ı iyice itibarsızlaştırdı, hatta onun görevi bırakmasına sebep oldu; bu onu “güçlü” ve “etkili” bir ana muhalefet partisi yapar mı?

Geçmişteki örnekleri hatırlayalım: Kılıçdaroğlu grup başkan vekiliyken Şaban Dişli ve Dengir Fırat gibi iki dişli AKP yöneticisini ciddi bir şekilde hırpaladı; onların pozisyonlarını kaybetmelerine yol açtı. Ama ardından yapılan seçimlerden iktidar partisi hiç de zararlı çıkmadı. Dişli hâlâ milletvekili ama olan AKP’nin özellikle Kürt sorununda en “akil” isimlerinden olan Dengir Bey’e oldu.

Medyaya rağmen siyaset

CHP’liler medyaya aşırı yüklenirken yakın siyasi tarihimizden pek bir ders çıkarmamışa benziyorlar. İşte AKP örneği ortada. Bu parti, sürekli olarak büyük medyanın en acımasız saldırılarına maruz kalmış bir kadro tarafından, “medyaya rağmen” kuruldu, tek başına iktidara geldi ve belli bir süre yine medyanın büyük bir kısmının engelleme çabalarına rağmen yoluna devam etti. AKP’nin medyayı kontrol altına almasının büyük ölçüde 2007 seçimlerinden sonra gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

AKP’nin medyaya rağmen başarılı olmasının sırrı, “sahici bir siyasi hareket” olması, yani toplumun içinde çok derin köklere sahip olmasıydı. AKP’nin toplumun belli kesimlerinden aldığı destek o derece sağlamdı ki medya vurdukça bu parti güçlendi.

Bir diğer örnek Kürt siyasi hareketidir. Kürt hareketinin tarihteki tüm partileri, hiç tartışmasız medyanın gözünde hep “lanetli” olagelmiştir. Halen bu muamele BDP’ye uygun görülmektedir. Ama onca dışlanma, karalanma ve saldırıya rağmen bu partilerin oyları neredeyse sistemli bir şekilde arttı, artmaya da devam ediyor. Burada da benzer bir durumla karşı karşıyayız: BDP de toplumun belli bir kesiminde çok ciddi bir karşılığı olan “sahici” bir siyasi partidir. BDP’lilerin Meclis’e gelir gelmez gündem belirler konuma gelebilmeleri de aynı sahicilik nedeniyledir.

Her devrin medyacıları

CHP’liler medyaya eleştirilerini her şeyin önüne geçirmeyip, “sahici” bir ana muhalefet partisi olmaya çalışsalar herhalde daha isabetli olacaktır. Kaldı ki medyanın desteğini alacaklar da ne olacak? Türkiye’de şu an varolan medya düzeniyle hiçbir siyasi hareket bir adım bile ileriye gidemez. Diğer bir deyişle, bugün bir muhalefet partisinin medyayla arasının “iyi” değil “kötü” olması, o partinin lehinedir.

Bir de şunu akılda tutmakta yarar var: Bugün CHP’liler tarafından iktidar partisinin güdümünde olmakla suçlanan yayın organlarının, medya yöneticisi, yazar ve çalışanlarının hatırı sayılır bir bölümü, yakın bir zamana kadar Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına durmaksızın saldırmayı kendilerine vazife biliyorlardı. Eğer bir gün CHP iktidara gelirse, bunların ezici bir çoğunluğunun bu sefer onlara yanaşacağını kestirmek zor olmaz.

DİĞER YENİ YAZILAR