Fethullah Gülen neden kendini riske atıyor?

Haberin Devamı

Bilindiği gibi, Fethullah Gülen, bir tür resmi web sitesi işlevi gören www.herkul.org’da (isimde bir yanlışlık yok!) yayınlanan mülakatında açık ve net bir biçimde 12 Eylül’de yapılacak referandumda “evet” oyu kullanılması çağrısında bulundu. Onun “Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkan olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda ‘evet’ oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da, ben zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır” sözleri haklı bir şekilde geniş ilgi uyandırdı. Doğal olarak “hayır” için mücadele edenler kendisine tepki gösterdi, örneğin önce MHP lideri Bahçeli, ardından CHP lideri Kılıçdaroğlu “mezardakileri kaldıracağına ABD’den gelip kendisi oy kullansın” anlamında sözler sarf ettiler.

Bir gazeteci olarak 25 yıllardır Gülen’i, onun yazıp söylediklerini izlemeye çalışırım. Son mülakatın beni hayli şaşırttığını itiraf etmeliyim. Her şeyden önce şu noktanın altını çizmek lazım: Gülen’in, Nurcu hareketin ana gövdesinden kopup kendi cemaatini örgütlediği 1970 ortalarından itibaren Türkiye’de defalarca seçimler ve halkoylamaları yapıldı ama hiçbirinden önce bu kadar açık bir şekilde tarafını deklare ettiğine tanık olmamıştık. Çünkü Gülen stratejisini “siyasetten uzak durmak” ve “bütün partilere eşit mesafede bulunmak” ilkeleri üzerine oturtuyordu. Daha doğrusu oturttuğunu söylüyordu (ki son mülakatında referandumda bu kadar angaje olmasına rağmen aynı iddiasını koruyor ama MHP, CHP ve BDP’nin aynı kanıda olmadığı kesin) fakat onu ve cemaatini yakından takip edenler, her seçim öncesi cemaatin belli bir tercih içinde hareket ettiğini, bu tercihin de genellikle “en güçlü”den yana olduğunu biliyorlardı.

Örneğin Gülen’in 12 Eylül 1980 askeri rejimine muhalif olduğunu asla görmedik, bu bağlamda 1982 Anayasası’na da kesinlikle karşı çıkmadı. Hatta sırf zorunlu din derslerini anayasaya soktu diye Kenan Evren’i nerdeyse “cennetlik” ilan ettiğini de biliyoruz. Ama hemen sonra Turgut Özal’a yakın durdu. Onun gerilemesiyle Tansu Çiller’le çok iyi ilişkiler kurdu ve nihayet Bülent Ecevit ile tesis ettiği samimiyet sayesinde merkez sola da uzandı. Gülen, yıllar boyunca arasının hiç iyi olmadığı Milli Görüş hareketiyle, ancak AKP’nin kurulup tek başına iktidara gelmesiyle yakınlık kurdu.

Gülen’in aldığı risk

Mülakata dönecek olursak, şu soru karşımızdadır: Gülen neden yıllardır epey yararını gördüğü “siyasetlerüstü” görünümünü riske ediyor? Kendisi “demokrasi” diyor ama demokrasinin ayaklar altına alındığı dönemlerde herhangi bir direniş göstermiş olmadığı için bu açıklama tatminkâr değil. Aynı mülakattan, AKP’nin referandumu bir tür “12 Eylül ile hesaplaşma” gibi sunmasından fazlasıyla rahatsız olduğunu da görüyoruz. Onun bu tutumunu “müminler intikam peşinde olamazlar” diye gerekçelendirmeye çalışması da, değil 12 Eylül gibi kanlı darbelerin, darbe planlarının bile en ufak sorumlusuna kadar bulunup hesabının sorulması için ellerinden geleni yapan bir cemaatin başında olduğu düşünülürse fazla tatminkâr olamıyor.

Gülen “o paketin içinde milletimizin istikbali için çok önemli maddeler var; bu itibarla da değişiklik paketi bu yönüyle desteklenmeli ve ‘evet’ oyları böyle bir niyetle verilmelidir” derken herhalde kadınlara pozitif ayrımcılığı veya ombundsmanlığı değil HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılmalarını kastediyor.

Kendisinin bu maddelere ne kadar önem verdiği ölüleri bile oy kullandırtmaya çağırmasından anlaşılıyor. Ama bu çağrısı aynı zamanda onun referandumun sonucundan pek de emin olmadığını düşündürtüyor. Eğer bazı çevrelerin ısrarla ileri sürdüğü gibi sandıktan “evet” oylarının çıkması kesinse Gülen’in bu araştırmalardan muhakkak haberi olur ve bu nedenle bu tür bir mülakat vermeye gerek duymazdı.

Son bir not: Bugün “evet” için gayret sarfedenlerin hatırı sayılır bir bölümünün dün aynı anayasaya coşkuyla “evet” demiş olduğunu hatırlattığınızda (ki ben geçen bir yazımda Gülen’in 12 Eylül’e aşırı desteğini kendi kaleminden aktarmıştım) hemen size “İnsanlar askeri yönetim bir an önce gitsin diye anayasa oylamasında yoğun biçimde ‘evet’ oyu kullanmışlardı” cevabını yapıştırıyorlar. Hal böyle olunca “evet” demiş olan 15 milyon 215 bin kişiyi “demokrasiye geçişi hızlandıranlar”, “hayır” diyen 1 milyon 626 bin kişiyi de “demokrasiye geçişi yavaşlatanlar” olarak tanımlamak gerekir!

DİĞER YENİ YAZILAR