12 Eylül’ün hesabını vermeden 12 Eylül’den hesap sorulabilir mi?

Haberin Devamı

Fethullah Gülen cemaati denince bugün aklımıza ilk olarak medya geliyor. Birden fazla dilde günlük gazeteler, haftalık dergiler, televizyon kanalları (en son Kürtçe yayın yapacak kanal kuruldu), radyo istasyonları ve yayınevleriyle neredeyse bir medya imparatorluğu söz konusu.

Ama yıllar önce durum farklıydı. Cemaat, yayıncılık konusunda çok çekingendi ve bu nedenle 1978 yılında yayın hayatına atılan, merkezi İzmir’de bulunan ve “ağlayan çocuk” posteriyle bilinen Sızıntı dergisi çok önemli bir boşluk dolduruyordu. İşte yayınladığımız illüstrasyon Sızıntı Dergisi’nin l989 Mayıs sayısından. Küçük bir hücrede, elleri, ayakları bağlı genç bir adam görüyoruz. Belli ki işkence görmüş ve ölmüş. Sızıntı Dergisi’nde bu resimden kalkarak bir soru soruluyor. Ama bu sorunun muhatabı işkenceci katiller değil. Sızıntı öldürülen gencin imanını sorguluyor: “Burada, böyle hicran ve gurbetle noktalanan hayat, bari ötelere açık olsaydı! Ya değilse...”

Bu illüstrasyonu 21 yıl sonra gündeme getirmemin nedeni, Anayasa değişikliği referandumunun, HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılması maddelerini gizleyip asıl amacın 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle hesaplaşmak olarak sunulması ve tabii ki Gülen cemaatinin bu konuda cansiperane bir mücadele sergilemesi.

Asker ve darbe övgüsü

Tam 25 yıldır bir gazeteci olarak İslami cemaatleri yakından izlemeye çalışıyorum. Konuyla ilgili herkes gibi ben de Fethullah Gülen’in ve cemaatinin 12 Eylül askeri darbesine karşı çıkmadığını, daha sonra kurulan askeri rejimle asla çatışmaya girmediğini ve 12 Eylülcülerin anayasasına da itiraz etmediklerini çok iyi biliyorum. Bir örnek verelim.

1980’li yıllarda “M. Abdülfettah Şahin” müstearıyla Sızıntı’da başyazılar kaleme alan Fethullah Gülen “Asker” başlıklı bir yazısında şöyle demişti: “Her milletin tarihinde asker bir tepe varlıktır (...) Bir de anadan doğma asker-millet vardır. O, asker doğar, askerlik türkülerinden ninniler dinler ve asker olarak ölür. Aşıktır askerliğe, serhad boylarına, akına ve kavgaya (...) Onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük... Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selam..!”

12 Eylül 1980 askeri darbesini “imalı” bir şekilde destekleyen Gülen başka yazılarda da övgülerini sürdürmüştü. Yine zamanında M. Abdülfettah Şahin adıyla çıkan ama yıllar sonra Fethullah Gülen’in kendi adıyla yeniden basılan “Çağ ve Nesil” adlı kitapta darbe şöyle tanımlanmıştı: “Düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimai bünyenin, harici bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi (...) Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâllerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arzediyoruz.”

Aslında Gülen de bir askeri darbe mağduruydu. 12 Mart 1971 askeri darbesinin ardından İzmir’de tutuklanıp yargılanması onun hayatında kritik bir eşik olmuştu. 12 Eylül darbesinin ardından da İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi Gülen hakkında soruşturma açtı. Fakat adı arananlar listesine giren Gülen nedense bir türlü ele geçirilemedi. Halbuki kendisinin Türkiye’yi terk etmediği, özellikle Ege bölgesinde cemaat çalışmalarını sürdürdüğü söyleniyordu. Hatta bir iddiaya göre, Burdur’da gözaltına alınmış ama şehrin Emniyet Müdürü ertesi gün Erzurum’a “tayin edilmişti”.

İstisnalara dikkat

12 Eylül darbecileri “laikliği kurtarma” adına da yola çıkmış olduklarını söylüyorlardı fakat İslami kesime pek fazla dokunmadılar. Zaten bu kesimden kaydadeğer bir direniş de gelmedi. Hatta doğrudan ya da dolaylı olarak cuntacılarla pazarlık genel eğilim oldu. Bu noktada Milli Görüşçülerle Nurculuğun Yeni Asya kolunun birer istisna olduğunu vurgulamak gerek. Onlar da cuntaya boyun eğmeyip bedel ödediler.

Demem şu ki: Bugün 12 Eylül cuntasıyla hesaplaşmak iddiasıyla yola çıkanlar mutlak bir şekilde 12 Eylül’de ne yaptıklarının da hesabını vermek durumundalar. Eğer o dönemde yaptıklarını savunamayacak durumdaysalar kamuoyundan ve eğer bir grup vs. söz konusuysa kendi tabanlarından özür dilemelidirler.

DİĞER YENİ YAZILAR